Kemal Tahir, Köyün
Kamburu romanında roman kahramanlarından Çalık Kerim şöyle der: “Samanlık köy
yerinin cennet bahçesidir…” Kemal Tahir’e saygılarımı sunarak belirteyim ben
ünlü yazarımız gibi samanlıkların seyran olduğu ince konulara girmeyeceğim.
Sadece köy yaşantısından bizlere yadigâr kalan daha çok köyü, köy çeşmelerini
içeren çeşme türkülerini anımsayalım istedim. Yarenlik edelim. Geçmişimizin
altın değerindeki hazinelerini bir bir görelim gücümüzün yettiğince.
Yüzyılların ötesinden
Miletli Thales, “Halkın türkülerini yaratanlar kanunları yapanlardan daha
güçlüdür.” diyerek türkülerin ne kadar güçlü olduğunu vurgular. Ve bizden
Anadolu’nun Yanık Tezenesi Neşet Ertaş ustamız da: “Nerede türkü söyleyen
görürsen korkma yanına otur. Çünkü kötü insanları türküleri yoktur.” Diyerek
türkü söyleyenlerin iyi insanlar olduğunu anlatır tadına doyum olmayan
sohbetlerinde…
Türküler güzellikleri
anımsatır bana, bizlere. Öğretmenlerimin hepsinin gönlümde unutulmaz yerleri
var. Fakat ilkokul öğretmenim bir farklıydı benim neslimde. Güldüğünde yüzünde
nadide güller açardı adeta. Hepimiz çok severdik öğretmenimizi. Bizlere şarkı
ve türküler öğretirdi. Şu iki türküyü ne zaman dinlesen sevgili ilkokul
öğretmenimi anımsar boğazım düğümlenir, gözlerim yaşarır.
“Hey hey...
Yar yar yar yar yar
yar aman./Yaz gelince öter durna,
Leylim leylim leylim
aman./Çayırda buldun beni
Ellere verdin beni
/Kendine aldın beni/ Sineme sardın beni.
Ve: Yeşil ördek gibi
daldım göllere
Sen düşürdün beni
dilden dillere/ Başım alıp gitsem gurbet ellere/ Ne sen beni unut, ne de ben
seni.”
Güler yüzü ve ruhumuza
sevgi aşılayan güzel sesiyle öğretmenimiz yaşamın tanımsız zevkini tattırırdı
biz öğrencilerine. Okulu, arkadaşlarımı, kitapları bir başka tutkuyla sevdim.
Her gün okula tutkuyla koşar ruhumda oluşan dostluk duygusu kalbimde sürekli
yaşardı. Pınarlar çağlardı ve hep çağlayacak. Güzel halk türkülerine esin
kaynağı olarak.
Yine bir pınar türküsü
:
“Pınarın başında
destin varımış
A gız senin benden
başka dostun varımış/ Beni öldürmeye kastın varımış.
Söyle yârim söyle
ayrılık günü/ Söyle gelin söyle muhabbet sonu”
Türküyü yakan genç
yasak aşkı gelinden belli ki, ışık alamamış. Kim bilir Kerem gibi yanmış ya da
Mecnun gibi çöllere mi düşmüş? Bilinmez.
Yaşamımızın vaz
geçilmezidir yılların yaşanmışlıklarından süzülüp gelen pınarlar duruluğundaki
türkülerimiz. Köy yaşantısında gençlerin buluşma yerleriydi çeşme başları.
Sevdiceğini özleyen tazeler ellerine geçirdikleri kaplarla çeşmelerin yoluna
revan olurdu. Mavi gökyüzü, çeşmelerin patika yolları tanıktır böylesi hoş
yolculuklara. Suyolunda kalplerin göğüslere sığmamasına ve nabızların ritminin
artmasına… Sular, çeşmelerle ölümsüzleşen türküler biter mi? Bitmez elbet:
“Yaylanın soğuk suyu
deldi bağrımı deldi.
Üç günlük gelin iken
bana selamı geldi.” Geleneklerin zorladığı sevenleri sevmeyenlere verme
uygulamasının acı dramı. Acı bir aşk öyküsünün türküleşmiş sonucu. “Yaşadığıyla
değil, kalbindekiyle ölür insan.” Derler. Büyük olasılıkla iki sevgili bu sözü
doğrularcasına yaşadı. Ya da Yeşilçam filmlerine konu olacak biçimde
serüvenlere kulaç açtılar.
Ya! Şu türkünün
betimlediği coşkulu duygular kaç öykü ya da romanda anlatılabilir. Ak gerdanın
altında çifte benler, kınalı parmaklar, beyaz eller…
Binbir Gece
Masalları’ndan betimlenen dilberler gibi dilber elbette yolcuyu yolunda eylerse
kim ne diye bilir bu eylenmeye?!
“ Denizin dibinde
Hatcem demirden evler
Ak gerdanın altında da
çiftedir benler
O kınalı parmaklar da
o beyazlar
yolcuyu yolundan eyleyen
dilber.”
Tüm türküler anonim
değildir. Çeşme başındaki Cennet’ten yeryüzüne inip kaplarına su dolduran
hurileri gören Karacaoğlan böylesi sahne karşısında duyarsız kalamaz. Gönlü ak
köpüklü çaylar gibi coşar. Fakat mahzundur ünlü halk ozanımız. Aklaşan sakalı
yaşını ele verir ve şu ölümsüz dizeleri söyler.
“Karac'oğlan der ki
n'olup n'olayım
Akan sularınan ben de
geleyim
Sakal seni makkabınan
yolayım
Bir kız bana emmi dedi
neyleyim.”
Günümüzde, köy pınar
başlarının, pınarlara giden patika yolların tanık olduğu sevdalar; gençlerin
karşılıklı bakışması tarih oldu. Bizlere de o geçen yıllardan geriye:
“Şairim, zifiri
karanlıkta da gelse şiirin hası
Ayak seslerinden
tanırım.
Nerde bir köy türküsü
duysam
Şairliğimden
utanırım.” diyerek ünlü şairimiz Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun da hakkını teslim
ettiği güzellikte türküler kaldı yadigâr. Ne yapılırsa yapılsa, yıllar su gibi
akıyor, “türküler susmuyor, halaylar sürüyor.” Yine de bu güzel topraklarda…
İbrahim Yılmaz, (Eğitimci, Yazar)