Ahmet Meral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ahmet Meral etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12.12.24

Ahmet Meral/İnsanın Serüveni-III

 




AHMET MERAL

İNSANIN SERÜVENİ

-III-

Modern devlete geçiş

1215 yılında İngiliz Kralı Yurtsuz John, ülkesindeki büyük toprak sahibi Baronlar ile Magna- Carta (Büyük Şart) sözleşmesini imzalayarak, ilk kez yetkilerinin bir kısmını paylaştı. Asker kaydetme ve vergilendirme gibi bazı konularda Kral, Baronların taleplerini dikkate alacaktı. Bu durum, modern devlete giden yolda çok önemli bir aşama olarak kabul edildi.

 1789 Fransız Devrimiyle beraber yeni bir yönetim anlayışı ete ve kemiğe bürünmeye başladı. Montesqueu (1689 – 1755), Voltaire (1694 – 1778), Jean Jacques Rousseau (1712 – 1778) başta olmak üzere Fransız aydınlar yeni bir devlet anlayışının benimsenmesinde etkili oldular. ‘Tanrı’ya ve yüce değerlere hizmet eden devlet’ gibi iddialı, içi boş gördükleri ve aldatıya dayalı söylemlere mesafe koyarak kutsal devlet kavramına sıkı eleştiriler getirdiler. Bu aydınlar devleti sadece hizmet erki olarak görüyor, yöneten ve yönetilenlerin hak ve sorumlulukları üzerinde sivil inisiyatifin lehine görüşler ortaya koyuyorlardı. Böylece, vatandaş hak ve sorumlulukları, devletin görevleri,  vergi ve askerlik yükümlülükleri üzerinde esaslı değişiklik arayışı hız kazandı. Meclis, milli egemenlik, anayasa kavramları pratik uygulama alanı bulmaya başladı.

1789 Fransa’da yaşayan sayıları dört milyon civarındaki köle ve orta sınıf burjuvaların Aristokrat ve din adamlarının egemenliğindeki yönetimine karşı Paris’te gerçekleştirdikleri ihtilal, 1848 İşçi ihtilalleri insan hakları ve temel haklar konusundaki arayışın önemli kilometre taşını oluşturdu.

1783’te ABD İnsan Hakları Bildirgesi, Hz. Peygamberin veda hutbesini anımsatan geniş kitlelere verilen temel hakların, kusursuz bir metni olarak kaleme alındı. İnsani tecrübe ve büyük mücadele sonucunda elde edilen kazanımlar, insan onurunu savunan ölümsüz belgelere dönüştü. Heykellere, anıtlara ve nihayet edebiyat ve hukuk metinlerine tesir etti. Bugün maalesef bu kazanımları yok sayan ABD ve Batı Dünyası, kötü bir sınav vermektedir. Netenyahu ve ABD’nin siyonist etkisindeki yöneticiler Ortadoğu’da dünyanın gözü önünde gerçekleşen katliamlarla adeta ABD Özgürlük anıtını temsil eden güzel kızı kelepçeleyerek  tutuklamıştır. Batı bu krizi insan hakları çerçevesinde acilen aşamazsa evrensel bir karmaşaya davetiye çıkaracaktır.  Elbette insanlık bu talihsiz ve istenmeyen süreçten olumsuz etkilenecektir.

Bugün Cumhuriyet ve demokrasi aşamaları insan onurunu bir üst eşiğe taşımıştır. Evde, okulda ve fabrikada demokrasi arayışı sürmektedir.

Bugün demokrasiler, totaliter sapmalar nepotik eğilimler ve Batı’da yükselen nihilist aktivistlerin yıkıcı ve her türlü otoriteye başkaldıran ve kaosu yaşam biçimine dönüştürenlerden olumsuz etkilenmektedir.

Burada Jean Jack Rousseau ‘Toplum Sözleşmesi adlı kitabında ‘gerçek bir demokrasi için Tanrı’lardan oluşan bir halk gereklidir’ görüşü üzerinde durmamız gerekiyor. Bu sözü kusursuz bir demokrasi olamaz olarak da anlayabiliriz. Hatta halkın ahlaki seviyesine genel bir eleştiri olarakta değerlendirebiliriz.

Nihayet düşünürün bu sözünden çıkarılabilecek ana fikir erdemli bir yönetim için erdemli bir halkın gerekliliğidir. Semavi bir ilinti, aşkın ve ilahi değerler olmaksızın mükemmel bir yönetim yapısının oluşturulamayacağıdır. Peki, yüce değerleri insanların kişisel çıkarlarına ya da sosyal statülerinin yükselmesine ve en önemlisi siyasi çıkarlarına alet etmelerini nasıl önleyebiliriz?

Hemen söyleyeyim istismarın tümden ortadan kaldırılması zaten imkânsız, ancak eğitim bu istismarı minimize edecek yegâne etmen olarak görülüyor. Sahtesi basılabiliyor diye nasıl para ile ilişkimize son vermeyip çareler arıyor ve buluyorsak burada da erdemli toplum inşası için sahte ve abartılı söylemlere balans ayarı verecek bir düzeyi yakalamak zorundayız.

Çoğaltmak lazım gökyüzünde kuşları

Suda balıkları, kalplerde sevgiyi,

Dünyada iyi olan, güzel olan her şeyi. (La- Edri)

Ahmet MERAL, (Tarihçi ve eğitimci yazar),

Üsküdar, 10.12.2024


     3 

11.12.24

Ahmet Meral/İnsanın Serüveni-II

 


Ahmet Meral

İNSANIN SERÜVENİ

-II-


İnsanın serüveni, farklı kulvarlara ayrılış ve savruluşu gösteren kimlik problemleri dışında, misafir olduğu dünyayı anlama, tanımlama, evrenin işleyiş şifrelerini çözme çabası olarak da ele alınabilir. Nitekim bugün akıllara durgunluk veren teknolojik süreçler tekerleğin icadıyla başlamıştır.

 Evrenin bu hırslı misafirleri, birbirini besleyen ve tetikleyen teknik buluşlar sayesinde yeryüzünü imar faaliyetlerini sürdürdüler, hayatımızı kolaylaştıran birçok buluşa imza atarak dünyayı adeta atölyeye dönüştürdüler. Köprüler, kervansaraylar, surlar, kaleler şehirler oluşturdular.

Dünyayı keşfetmede yeni süreçleri başlatan Galileo evreni bir kitaba benzeterek işleyiş yasalarını anlamaya davet eder.

‘Bu kitap matematik diliyle yazılmıştır ve içinde kullanılan karakterler, üçgenlerden, dairelerden ve diğer geometrik şekillerden oluşmuştur. Bu karakterlerin yardımı olmadan herhangi bir insanın bu kitabın tek bir kelimesini bile anlayabilmesi imkânsızdır. Bunlar olmadan, karanlık bir labirentin içinde boşu boşuna dolaşıp dururuz.’

Nitekim son üç yüz yıl içinde Matematik alanındaki ilerlemeler yüzü dünyaya dönük bilimlerde hayatımızı kolaylaştıran patlamaların yaşanmasına yol açtı. İskoç asıllı James Watt 1763’te buharlı makinayı icat etti. Böylece Okyanus’u aşan gemiler en önemli ulaşım taşıma aracı olarak öne çıktı. Zaman içerisinde kıtalararası yolculuğun önünü açan uçaklar ulaşımı kolaylaştırdı. Sanayileşme süreçleriyle görkemli fabrikalar, el gücüyle kıyaslanamayacak bir makine gücüne dayalı üretim ortaya çıktı.

18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ilk kez İngiltere’ de başlayan Sanayi Devrimi, Birleşik Krallığın çehresini her yönüyle değiştirdi. Tekstil fabrikalarıyla başlayan makineleşme süreci diğer sektörlere de sıçradı. Oluşturulan denizaşırı şirketler, başta Hindistan olmak üzere Asya ve Afrika’daki İngiliz sömürgelerinden tekstil hammaddelerini Londra’ya taşıyor, mamul haline getirdikleri ürünleri bu bölgelere ulaştırarak büyük karlar elde ediyorlardı. İngilizler ulaşım açısından ada devleti olmanın kolaylığını yaşadılar. Kısa zamanda, Sanayi Devrimi tüm Avrupa’ya yayıldı.

Öte yandan bütün Avrupa’da hızlı bir demiryolu yapımı başladı. Lokomotif ve telgraf toplumsal iletişim ve haberleşmeyi hızlandırdı.

Avrupa’da Sanayi Devrimiyle beraber meydana gelen işçi açığı, kırsaldan büyük kentlere büyük göçleri beraberinde getirdi. Londra, Paris, Anvers, Hamburg gibi büyük şehirlerin nüfusu kısa zamanda üç beş kat arttı. Yeni bir toplumsal yapı ortaya çıkmaya başladı. Şehirlerin banliyölerinde yaşayanlar daha çok çalışan kesimleri oluşturuyordu.

Tam bu noktada Şair Muhammed İkbal Batı medeniyetinin bu teknik gelişmesi ile doğru orantılı bir şekilde insani değerlere yeterince ağırlık vermediğini şu sözleriyle ifade eder.

‘Gökte kuşları geride bıraktılar, denizlerde balıkları utandırdılar’ ancak daha doğru dürüst yürüyemiyorlar.’

Doğrusu, Şarkın büyük şair ve felsefecisi İkbal, uzayın keşfi, Tıp, biyoloji ve son yıllardaki dijital devrimleri görebilseydi, İki büyük dünya savaşının trajedilerine şahit olsaydı veya  bugün sekiz milyar insanın naklen seyrettiği Ortadoğu’da ki katliamları izleseydi  hayret ve şaşkınlığını çok daha ileri noktalara taşırdı.

Kuşkusuz, insani serüvenin en sancılı ve dramatik boyutlarından birisi de siyasal süreçlerin oluşumudur.

Siyaset, birçok tanımının yanında, ‘insan idare etme sanatı’ olarak kabul edilir. Ailede başlayan sosyalleşme, toplumsal yaşamla birlikte hak ve sorumlulukların dağılımı ve güvenlik kaygıları devletin ilk nüvesi olan şehir (site) devletlerini doğurdu.

Sosyal bilimcilerin Tanrı - Kral ya da Rahip - Kral isimlendirmesi verdikleri çok uzun bir dönem yaşandı. Mezopotamya ve Anadolu’da şehir devletleriyle başlayan kurumsallaşma hâkimiyet alanlarının gelişimiyle birlikte Mısır ve İran, Hindistan ve Çin’de olduğu gibi güçlü krallıklara dönüştü. Sosyal Bilimcilerin Tanrı – Kral veya Rahip – Kral yönetimleri olarak isimlendirdiği bir tarzda ilk devletler şekillendi. Tam burada yönetimlerin kutsal olma ya da kutsalları koruma iddialarının temeli ne olabilir sorusu zihinleri yıllarca meşgul etmiş önemli bir sorudur. Ayrıca yeterince irdelenmediği de söylenebilir.

Çağlar boyu süren bu yönetimlerin kutsal devlet görüntüsü, sadece halkı kandırma olarak açıklanamayacak bir olgudur. Sokaklarında dolaşıp insanları semavi mesajları dikkate almaya davet eden Nebi ve Resulleri yok saymak, milyonlarca insanın davranışlarıyla ortaya koyduğu inançları, mabetleri, sivil aydınların eserlerine yansıyan özlü bilgelikleri es geçmektir.

’Hak ve adaleti gözetin, ‘ölçü ve tartıya riayet edin, ‘mal ve imkânlar tek elde toplanmasın, Allah’ın ölçülerine riayet edin ve yalnız Allah’a kulluk edin’ diyen dini öğretilerin toplumsal etkisini yeterince hesaba katmamaktır. Oysa ilk Peygamberlerden de siyasi sorumluluk üstlenenlerin var olduğu ve adil yönetimlerin ilk örneğini gösterdiği semavi metinlerde görülmektedir. Ve nihayet her çağda, adaleti öne çıkaran ve güzel sorumluluklar üstlenmiş yöneticiler var oldu.

Bu samimi insanlar tahtlarını adil yönetimleriyle, halkın gönlünde kurmayı başarmışlardı. (Nuşirevan örneğinde olduğu gibi) Bu nedenle iktidar talebiyle ortaya çıkanlar veya bir şekilde iktidar olanlar öyle olsun veya olmasın kendilerine tanrısal bir atıf yapmayı ihmal etmemiştir. Bu durum aynı zamanda iktidarların meşruiyetini oluşturmuştur. Tabii ki halkın itaatini sağladığı gibi, halkın yönetimini de kolaylaştırmıştır. Bu durum ufak tefek farklılıklarla 19. Yüzyıla kadar devam edecektir.

 Mısır kralları kendilerini Tanrı olarak, Şintoist Japon Kralları ise güneşin oğlu olarak görüyordu. Emevi, Abbasi ve ardılları olan hükümdarlar Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (Zillullah), Hadimül Haremeyn (Kutsal iki beldenin hizmetçisi) gibi unvanları kullanmayı daima şiar edinmişti. Tabii ki bu durum kutsal devlet algısını yaratıyor ve kralın buyruklarına itaati ve rakipleriyle mücadele içinde avantaj sağlıyordu. Yakın çağ boyunca Fransızlar kendilerini Katoliklerin, Ruslar Ortodoks Hıristiyanların hamisi olarak görüyorlardı. İngiliz Kralı aynı zamanda Anglikan Kilisesinin başı olarak kabul edilirdi. Osmanlı sultanları da Halifelik sıfatıyla genel olarak Müslümanların resmi yöneticileriydi. Bugün de her devlet siyaset reflekslerinde bagajlarındaki bu olguyu daima dikkate almaktadır. 

Devamı yarın


  2   

10.12.24

Ahmet Meral/İnsanın Serüveni-I

 



Ahmet Meral

İNSANIN SERÜVENİ

-I-

Âdemoğlu yaşama adım atmasıyla beraber şu sorulara daima yanıt aramıştır; ben kimim? Niçin varım? Evrendeki rolüm nedir? Ölüm ve ötesinde beni ne bekliyor? Hayata nasıl tutunabilirim?

 Dünyanın ve âlemlerin künhüne vakıf olma merak ve arzusuyla metafizik olgulara insanların ilgisi hep oldu ve olmaya da devam edecektir.

 İnsan soyunun yaşam serüveninin ilk ve en önemli safhası Taş Devri olarak kabul edilir. Bu dönemde avlanmak ve meyve toplamak geçimin temelini oluşturuyordu. İnsanlar doğal barınma koşullarında yaşama tutunmaya çalışıyordu. Uzun yüzyılları kaplayan ve tabiat koşullarına ayak uydurmanın zorluklarının yaşandığı bu dönemin ardından yerleşik hayata geçilerek üretim başladı. Basit düzeyde de olsa evler yapıldı. Tarım faaliyetleriyle beraber takasa bağlı ticaret başladı. En önemli kurumsal yapılardan biri olan mabetler oluşturuldu ve buna bağlı olarak sosyalleşme süratlendi.  Yunanlı Tarihçi Plutarkhos’un  (MS 46 – 120) söylediği gibi: ‘’Dünyayı dolaşınız duvarsız, edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz şehirler bulacaksınız, fakat mabetsiz, mabutsuz bir şehir yoktur.’’ Büyük tarihçiyi geçmişten günümüze yapılan tüm arkeolojik kazılar doğrulamaktadır.

 Geçmişten günümüze insani ihtiyaçları temin etmek ve konudaki zorlukları aşmak çok temel bir sorun olmuştur. Amerikalı Psikolog Abraham Maslow’un 1943 yılında yayınladığı ihtiyaçlar hiyerarşileri listesinde yer alan fizyolojik ihtiyaçlar; yemek, içmek, cinsel yaşam, giyim, barınma, varlığını ve ailesini koruma ihtiyacı olarak gösterilmiştir. İşte bu hayati ihtiyaçların sağlanması dün ve bugün birçok anlaşmazlığın, çatışmanın ve savaşların sebebini oluşturmuştur.

  İnsanoğlu’nun geçici dünyanın misafirleri olduğunu unutarak hırs ve tutkularının yörüngesine girmesi çok eski ve bilindik bir tavrını oluşturmuştur. Öte yandan üretim mekanizmaları üzerinden mala sahip olma ve egemenliğini genişletme arzuları despot yönetimlerin ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Mütegalibe grup veya kabileler avantajlarını koruma ve kabile çıkarlarının devamı için acımasız çatışma ve savaşların fitilini ateşlemiştir. Genel olarak din adamları ve dini öğretilerin ruhunu uygun hareket eden bilge kişiler adalet ve merhameti seslendirerek daha fazla kan dökülmesine engel olmaya çalışmıştır. Bu anlamda medeniyet arşivleri çok geniş bir malzeme birikimine sahiptir. Mısır, Mezopotamya, İbrani ve Anadolu medeniyetlerinin arkeolojik tüm kalıntıları birçok anlaşmazlığın öznesi olan insana uyarı niteliğinde mesajları barındırmaktadır. Ancak, On Emir çerçevesinde özetlenebilecek bu semavi mesajlar bir yere kadar etkili olduysa da insanların çoğunluğu gaflet ve dalalet içinde süfli yaşamı veya dünyevi menfaatlerini tercih ettiklerinden mülk ve iktidar paylaşımındaki krizler kanlı ve acımasız savaşları beraberinde getirmiştir.

Âdemoğullarının serüveni bir bakıma karşıtlıkların hikâyesidir. İyiler - kötüler, mazlumlar - zalimler, dürüstler - hilebazlar, ezenler - ezilenler ve nihayet hakka boyun eğenlerle şeytanın ayak izlerini takip edenlerin (Tağut)  kesintisiz süren mücadelesinin hikâyesi.

 Doğrusu birinci şıkta yer alan olumlu özellikler Âdem’ den günümüze ilahi mesajların özünü, bir başka ifade ile insan olmanın moral donatılarını oluşturur. Bu nedenle yaşam boyu kimlerle dost olunacağı, kimlere karşı da çelikten bir iradeyle karşı çıkılacağı daima önemli olmuştur. Bu durum sıradan ve basit bir tercih değil, Rahmani ilkelere ya da şeytani düzeneklere boyun eğmekle sonuçlanan hayati düzeyde bir seçimdir.

 Böylece insani serüven iki boyutta şekillenmiş ve şekillenmeye devam etmektedir. Rahman’ın kutlu yolunu meşalesini elinde tutanlar; adaletin, sevginin, İyinin, güzelliklerin, edebin, insana saygının, zulmün her türlüsüne karşı çıkışın, mazluma, kadın ve çocuk haklarına hassasiyetin güzel örneklerini verdiler. Bu şahıslar, Allah’ın güzel kulları olmanın ve yalnız ona kulluk etmenin gurur ve şerefini taşımış, çağlar boyu süren halkın sevgisini kazanmıştır. İnsanlık onurunu temsil eden bu kimseler daima azınlıkta kalmış ancak güzel ve kalıcı izler bırakmıştır.

Tıpkı Allah’ın Resul ve nebileri gibi, Resulullah’ın ehl-i beyti ve yolunu izleyen arkadaşları gibi. Onlar uzun ve muhataralı insanlık tarihinin avizeleri oldular. Hayatlarıyla erdemi örneklediler ve erdeme çağırdılar. Arınmak arzusunu taşıyanlara ise yolun en güzelini gösterdiler. Kutlu mesajı geniş kitlelere ulaştırmak ve yeryüzünde adaleti ayakta tutmak için büyük bedeller ödediler. Her dönemde az ya da çok kutlu yolu izleyen bir topluluk oldu.

Anadolu’dan Yesevi, Mevlâna, Yunus Emre gibi büyük zatlar, hoşgörünün ve merhamet toplumunun şekillenmesinde önemli roller üstlendiler. Bilimde, sanatta, mimaride Bruni’ler, Tusi’ler, Harezmî’ler, Mimar Sinan’lar, Fuat Sezgin’ler ve yüzlerce ilim adamlarımız öncelikle hayata tevazu penceresinden baktılar. Güzel eserleriyle iki dünyalı medeniyetimizin skalasını yükselttiler.

Fırat’ın kıyısında bir kurdun bir kuzuyu kapmasından bile kendini sorumlu tutan bir duyarlılık ve adalet efsanesi olarak Hz. Ömer, edep ve hayâsıyla Hz. Osman yer aldı. İlim şehrinin kapısı Hz. Ali, adalet ve hak davası yolunda kararlılığı ve kınına girmeyen kılıcı Zülfikar ile boy gösterdi.  Cömertliği, fedakârlığı ve sade hayat felsefesiyle Ebu Zer iz bıraktı. İsyan ahlakının ve zulme başkaldırının timsali olmuş şehit Hz. Hüseyin kahramanlığı, cesareti, hayata bakışımızı düşündüren dik duruşuyla ebedi sevginin ve saygının sahibi oldu.

Diğer yandan şeytanın yörüngesinde kalanlar ise, zulmün, nefretin, kötülüğü yaymanın, edepsizliğin, insani değerleri yok sayarak çiğnemenin, kadın, çocuk veya tüm canlıların hak ve hukuklarına saygısızlığın öznesi olmuşlardır. Kibirli, narsist, küstah, şımarık, haddini aşan bu azgınlar; insanları soy, renk, boy ve sosyal statülerine göre ayırıp birbirlerine karşı körüklediler. Çıkar ve gücün üstünlüğünü esas alan bir hukuku dayattılar. Toprağa bağlı kölelik, yüzyıllar boyu on milyonlarca insanın makûs talihini oluşturdu. Nemrut’lar, Firavunlar, Neron’lar, Cengiz’ler ve yüzlerce Tiran son dönemlerde ise, Hitler, Stalin, Mussolini, Pinoşe, Salazar ve benzerleri bu şeytani kibrin ve buna bağlı katlanamaz zulümlerin iğrenç şahsiyetleri olarak tarih sahnesinde boy gösterdiler. 

Devamı yarın.


1   2   3

14.3.24

İslamofobi Siyonist Bir Duruştur

 



BM Genel kurulunda İslam İşbirliği teşkilatı adına Türkiye ve Pakistan’ın girişimiyle kabul edilen 15 MART ULUSLARARASI İSLAMOFOBİYLE MÜCADELE GÜNÜ’nün ardından bir yıl geçti.

İslam dinine ve Müslümanlara karşı bir akım haline gelen ve İslam korkusu olarak tanımlanan İslamofobi giderek İslam karşıtlığı ve İslam nefretine dönüştürülerek küresel düzeyde dünyayı tehdit eden bir hastalık haline gelmiştir.

ABD’deki 11 Eylül 2001 olaylarının ardından İslam’ın bir şiddet ve terör dini olduğu Müslümanların da eli kanlı birer terörist olduğu şeklinde bir algı yaratıldı. Tarihçi David Miller bu algının Siyonist aydınlar tarafından icat edildiğini ifade eder. Terörizmin özellikle bir Müslüman biçimi olduğu ve Müslümanların terörizme yatkın olduğu algısı başta Batılı aydınlar olmak üzere tüm dünya kamuoyuna, görsel ve işitsel tüm iletişim kanallarıyla servis edildi ve edilmeye de devam ediyor.

Siyonist İslamofobi projesi ABD başta olmak üzere Batı’lı ülkelerin iç ve dış politikalarında kullanılan ‘ayrımcılık ve ötekileştirme’ stratejilerinin zeminini oluşturmuştur. Dışlanma ve ayrımcılık, Batı Dünyasında yaşayan Müslümanların gündelik yaşamını son derece olumsuz etkilemektedir. Şiddete uğrayış ve kamusal haklardan yararlanamama sorunu özellikle Batı Avrupa’da iç barışı tehdit eden önemli bir sorun haline gelmiştir.

Biden, Macron ve Wilders’in başını çektiği Siyonist aktörler, İslamofobik dalgayı körükleyerek dünya ve ülkelerindeki Müslümanları yok saymıştır. Siyonist efendilerinden ödül bekleyen bu kör siyasiler şunu iyi bilsinler ki;

İslamiyet, Avrupa’nın da Dünya’nın da bir gerçeğidir. Üstelik Batı Medeniyetinin geldiği nokta itibariyle tıkanan boyutuna, özellikle aile ve değer düşmanı yozlaşma ve zehirlenmelere karşı İslam, alternatif yaşam modeli sunabilme potansiyeline sahip güçlü bir birikime sahiptir.

Bugün İslamofobi’nin uğursuz yüzünü bütün çıplaklığıyla Filistin’de görüyoruz. Bu yüzde Batı’nın tüm çelişki ve ikiyüzlülüğü güneş gibi parlıyor. ABD ve Batılılar muazzam askeri güçlerini, milyonlarca insanı haritadan silecek katliamcı Siyonistlerin emrine vererek kan içen vampirlerle özdeşleştiler. Böylesi bir büyük insanlık faciasına imza atarak Batı Dünyasının haklı övüncünü teşkil eden demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi medeni kavramları yok saydılar.

Öte yandan İslam dünyasının ivedi bir biçimde imaj restorasyonuna ihtiyaç duyduğu yadsınmaz bir gerçektir. Sadece mazeret ve slogan üretmemeliyiz. Gerekçesi ne olursa olsun teröre, kaba kuvvete mesafeli olmalıyız. Kadına ikinci sınıf muamele ve şiddetin zerresine bile geçit vermeyen bir duruşu tavizsiz sergilemeliyiz. Fikir hürriyetine daha çok ağırlık verelim. Cehalete, nobranlığa ve bencilliğe karşı kararlı bir tavrı kuvveden fiile geçirelim.

Geçmişte yüz binlerin Haçlı yürüyüşüne göğüs gerdik. Bu günde Müslümanlar bünyelerinden yeni Kılıçarslan’lar, Selahattin’ler Fatih’ler çıkaracak güçtedir. İki milyar iki yüz milyonu geçmiş genç nüfusuyla İslam Dünyası, bugün belki çalkalanıyor ancak sevgi yolu Hz. Peygamber yolunun daima yolcusu olmuş ve olmaya da devam edecektir.

İslamophilia ve İslamolove daima nefrete galip gelecektir.

Ahmet MERAL, (Eğitimci, Tarihçi, Yazar)

 


29.10.23

Cumhuriyet Fazilettir

 


Gazi Kemal Paşa Kurtuluş Savaşını başarıyla tamamladıktan sonra 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyete geçildi ve Türk halkı siyasal, sosyal, eğitim, hukuk ve ekonomik alanda birçok yeniliklerle tanıştı. Milletçe birçok alanda geri kalmıştık.

Dul, yetim ve sakat yoğunluğu zorluklarımızın boyutunu gösteriyordu. Yılların ihmali eksiklerimiz hummalı faaliyetlerle birer birer telafi edilme yoluna gidildi.

Okullar, fabrikalar,  demiryolları yeni ve modern Türkiye'nin önünü açtı.

Bugün baktığımızda yüzyıl inişli çıkışlı ancak başarılarla dolu olarak geride kaldı.

Türk milletinin dün olduğu gibi bugünde Cumhuriyetle ve değerleriyle bir sorunu yoktur. Olmamıştır.

Birtakım münferit sesleri kimse ciddiye almamış ve fiili bir durum oluşmamıştır. Nostaljik Osmanlı öykünmeleri bir kısım siyasilerin ikbal azığından öteye bir anlam ifade etmemiştir.

Öte yandan Cumhuriyet borsasında pirim yaparak, muarızlarını kolayca gerici, yobaz, Atatürk düşmanı ilan ederek kolay mevziler elde eden jakoben bir sınıfta var olmuştur.

Batı hayranlığını kayıt ve sinir tanımaz bir amentü ile benimsemiş halkı ve değerlerini küçümseyen sözüm ona bazı aydınlar, özensiz dilleri, Batılı yaşam tarzını dayatmaları ile Cumhuriyet ve değerlerinin kök salmasını geciktirmiştir.

Bugün toplumsal birliği koruma adına farklılıkları zenginlik olarak görecek bir düzeyin eşiğindeyiz.

Modern dünyanın hayatımızı kolaylaştıran güzellikleriyle İslami ve insani değerleri birleştirme yönünde kararlı bir duruşu sürdürmek milletçe beka sorunumuzdur.

Nice yüzyıl dileklerimi sunarken Diyanetin 27 Ekim 2023 hutbesini eleştirmeden geçemeyeceğim.

Cumhuriyet ve kazanımlarını yeterince ortaya koymaktan çekinen ürkek ve silik bir dil, dikkatlerden kaçmadı.

Cumhuriyet kelimesi İslami bir ruha sahip bir kelime değil mi?

Kuran’dan biraz haberdar olanlar bilir ki adil yönetim arzularını seslendiren âlimler şura ve meşveret kavramı üzerinde hassasiyetle durmuşlardır. Nihayet medeniyetimizin bu önemli kavramlarının Cumhuriyeti işaret etmesinden daha doğal ne olabilir?

Bu akla ziyan tutumun Atatürk'ü anılmaması tutumunun ısrarla sürdürülmesi kime ne kazandıracak?

İnancımız bize "emrolunduğun gibi dosdoğru olun" diyor.

Bir fani olarak Atatürk'te devrimleri de bu devrimler yapılırken kullanılan yöntemde eleştirilebilir.

Otuzlu yıllarda manevi alanda bir boşluğun oluşturulmasında resmi kurumların açık ve aleni tutumu, özellikle bizi var eden ve ilelebet yaşatacak olan İslami kimliğin gençlere kazandırılmasa noktasında kasıtlı ihmalin bedeli üzerinde yapılacak soğukkanlı değerlendirmeler toplumsal olgunluğumuza bile hizmet eder. Ancak tarihimizin en önemli dönüm noktası Cumhuriyetimizin doğuşunu, bir ulusun yeniden inşa süreçlerinde kritik ve hayatı başarılarını görmezlikten gelmek insaflı bir değerlendirme değildir.

Ayrıca manevi yönden ihmallerin tüm faturasını (yolun açılması çok önemli olsa da) 25- 30 yıllık döneme yıkıp bu alanda kalan 70 yılı es geçmek ne kadar hakkaniyete uyar?

Bu 70 yılda samimi, hurafelerden uzak, modern dünyanın güzellikleri kadar Batı’nın açmazlarından da haberdar olan, merhamet ve hoşgörü kültürümüze kalben bağlı bir nesil için somut hangi projeler devreye sokuldu?

İnançlarını siyasi çıkarlara, sosyal statü kazanımına ekonomik çıkarlar için asla alet etmeyecek sağlıklı bir dindar profili için hangi adımlar atıldı?

Anadolu irfanını eğitim sistemimize sağlıklı ve belli bir konsensüs içinde yedirmek geleceğimizin sigortası olacaktır. Küresel kapitalizmin silikon vadisinden pompaları ailesiz, cinsiyetsiz zevk kuşağına Anadolu irfanı bir alternatif seçeneği de sunabilir. Bu konsensüs sevgi ve hoşgörü medeniyetinin çağdaş dünyaya ihracının yolunu açabilir.

Cumhuriyet bir erdemdir. Onu erdemli kuşaklar taçlandıracaktır.

Ahmet Meral, (Eğitimci, Tarihçi, Yazar)

25.10.23

Batılı Değerler Çöp

 


AHMET  MERAL
EĞİTİMCİ, YAZAR, TARİHÇİ


Artık dünyada siyon protokollerinden başka ciddiye alınacak, dikkate değer, iplenen belge kaldı mı?

Batılı değerler çöp.

İnsan hakları, demokrasi, Lahey, ahim vb. illüzyondan başka ne ifade ediyor?

ABD özgürlük anıtının anlamından bahsedebilir miyiz? Bu kocaman anıt Biden’e ve halkına ne verdi?

Avrupa medeniyetinin geldiği nokta Batılı devletlerin gönüllü Siyonist uşaklığı mı olmalıydı? Batılı devletlerin bu alandaki yarışlarını ibretle izlemiyor muyuz?

Makron, Alman ve İngiliz siyasi elitleri siyonist efendilerinin gözüne girmek için birbirinden maskara görüntüler sergilemiyor mu? İspanya ve Norveç dışında Batının sözde değerlerine uygun hareket eden sosyal, siyasi ve kültürel yapıların olmaması vahim değil mi?

Gazze,  Batı'nın insani yönden iflasını açığa çıkaran bir turnusol kâğıdı oldu.

Toplu katliama kahpe ve kalleşçe vize verilip siyonistlerin sırtı sıvazlanıyor. İşlenen cinayetlere (belki de gözdağı vermek amacıyla)  seyirci durumunda tutuluyoruz?

Naklen ve göz göre göre yüzbinlerce insanın ölümüne seyirci kalmak tarifsiz bir acı.

Doğrusu benim için böyle bir ultra dramatik katliama şahit olmak,  insani gelişim süreçlerinin geldiği nokta açısından beklenmedik bir büyük hayal kırıklığı.

Despot mezarlığının katilleri dünyamızda adeta yeniden sahne almaktadır.

Sanki, Nemrut, Firavun, Cengiz, Hulagu, Hitler, Mussolini, Stalin Mao vb'nin  vampir ruhları kapımızın eşiğinde mevzilerini tahkim ediyor.

Netanyahu, Biden örnekleriyle.

İnsan ister istemez düşünmeden edemiyor; tekrar aynı oyunlarla kitleler öldürülebilir, o dönemlerde yaşandığı gibi kitlesel sürgünler yaşanabilir. Üstelik modern teknolojiler daha donanımlı cinayet manikalarından yararlanmayı çok daha kolaylaştırıyor.

 Batı siyonist efendilerinin dün işaret ettiği bizim de uykumuzu  kaçıracak hedeflerinden vazgeçmiş görünmüyor.

Onlar inananları çöl içlerine sürme, Türk ve diğer Müslüman toplulukları Anadolu'dan atma hayallerinden hiç vazgeçmedi.

İsrail'in güvenliği açısından civardaki tüm güçleri parçalamak sınırlarını koruyamaz hale getirmek bölge politikalarının daima esası olmadı mı?

Hiçbirini yapamadıkları durumda bile, toplumları içten bölme amacıyla etkili bir çalışma (medya) içindeler.

Toplulukları laik, anti laik, sağcı solcu, Sünni,  Alevi, Türk, Kürt diye bölmek kimlikler üzerinden fitne devşirmek istiyorlar. Bu amaçlar doğrultusunda tarihi çarpıtma dahil türlü tezgahlar kurarak menfur emellerine hizmet ediyorlar." Araplar bizi arkadan vurdu." "Türkler bizi sömürdü" gibi kitleleri  kolayca tahrik edecek yalan ve tezviratlara başvuruyorlar.

İnanın beceri ortaya koymadan beceriksizlikleri eleştirmek bile onların nihayet hedeflerine hizmet ediyor.

HAMAS ile sınırlı bir nefret söylemi de ustaca planlayıp yürüttükleri bilindik bir taktik.

Sanki diğer Filistinlilerin en tabii insan haklarına, hukuklarına saygılılar.

 Sanki Batı Şeria ve Kudüs'te bu cinayetlerini işlemekten geri duruyorlar. Hatta Şam ve Lübnan Arapları da bu savaş manikalarından nasibini almıyor mu?

Bize ne, ne halleri varsa görsünler ifadesi de çok masum değil.

Unutmayalım ki darbe yiyen, örselenen bizim medeniyetimizin çocukları...

Kapımızda masum işler dönmüyor.

Selahattin Eyyubi'yi rahmetle ve özlemle anıyoruz.

Ahmet Meral, 25. 10. 2023

Ahmet Meral

 

AHMET MERAL

EĞİTİMCİ, TARİHÇİ, YAZAR

1957 yılı Trabzon Of’ta doğdu. İlk ve Orta Okulu Adapazarı’nda, liseyi Ümraniye Lisesi’nde bitirdi. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu.

Bir süre Plastik ve Tekstil sektöründe serbest ticaret yaptı.

1994 yılından itibaren aralıksız Özel Üsküdar Bağlarbaşı Lisesi’nde Tarih öğretmeni olarak çalıştı.

2008 Kasım ayından itibaren Fazilet Eğitim Kurumları Genel Müdürlüğü tarafından, Özel Üsküdar İlköğretim Okulu Müdür’lüğüne getirildi.  Başarılı hizmetlerinden sonra 2023’te emekli oldu.

Halen tarih alanında makaleleri yayınlanmaktadır.

       Evli ve biri kız iki çocuk Babasıdır.

 

AHMET MERAL’İN ESERLERİ

Kısa Dünya Tarihi