Günümüzde ortadan kalkan güzel
geleneklerimizden birisi de düğünlerde, yayla şenliklerinde ve ulusal
bayramlarda köyümüzde yapılan karakucak güreşleridir. Davul zurna eşliğinde
yapılan bu güreşlerde küçük çocuklardan başlayarak köyün en acar güreşçileri
güreş tutardı. Güreşte köyün yaşlı eski güreşçileri hakemlik görevini üstlenir
adilane bir biçimde güreşleri yönetirdi. Güreşlerde taşkınlık yapan olursa sert
şekilde uyarılır haksızlıklara meydan verilmezdi. Müsabaka sonunda yenenle
yenilen kardeşçe sarılır dostça ayrılırdı. Ata sporu güreşleri seyretmenin
hoşnutluğunu doya doya yaşardık.
İsmail Habip Sevük Türkü Güreşi adlı
eserinde anlatır: Kurtdereli Mehmet Pehlivan Avrupa ve Amerika’da katıldığı
güreşlerde rakiplerini sürekli yenerek Dünya’nın hayranlığını kazanır. Bir
güreş öncesi İngiltere’de Güreş organize edenler ülkelerinde yaşayan bir Türk
doktoru tercümanlığıyla Kurtdereli ’ye güreşi birinci gün kazanmaz, ikinci güne
bırakırsa, ikinci gün de kazanmaz üçüncü güne bırakıp üçüncü gün İngiliz
güreşçiye yenilirse beş yüz altın önerirler. Doktorun ısrarı üzerine Kurtdereli
öneriyi kabul eder.
Güreşin birinci gününde güreş
başlayınca seyircilerin ön saflarında oturan doktora Kurtdereli öneriye
katılmayacağını belirtir ve rakibini kısa süre içinde yener.
Güreşten sonra doktora şu sözleri
söyler Kurtdereli:
“Güreşirken
bütün Türk milletini arkamda hisseder ve onun şerefini korumak için her şeyi
yapardım ve bütün Türk milletinin kuvvetinin arkamdan dayandığını hissederdim.”
Kurtdereli’nin bu sözlerini duyar
Atatürk; Cihan pehlivanı ünvanlı güreşçiye içinde 1000TL olan şu mektubu
gönderir.
Kurtdereli Mehmet
Pehlivan,
Seni, cihanda
büyük ün almış bir Türk pehlivanı tanıdım. Parlak muvaffakiyetlerinin sırrını
şu sözlerle izah ettiğini de öğrendim:
"Ben her
güreşte arkamda Türk Milletinin bulunduğunu ve millet şerefini düşünürüm."
Ben, dediğini en
az yaptıkların kadar beğendim. Onun için senin bu değerli sözünü, Türk
sporcularına bir meslek düsturu olarak kaydediyorum. Bununla, senden ve
sözlerinden ne kadar çok memnun olduğunu anlarsın.
Gazi Mustafa Kemal
Ulusumuzun geçmişinde
hatırladığımızda göğsümüzü kabartan çok örnekler vardır. Taçsız kral diye
ünlenen Metin Oktay’ın sözlerini unutabilir miyiz?
“Galatasaray'da kaptanlık yaptığım
zamanlarda yazı-tura yapılacağı vakit hep tura derdim. Varsın Ata’mın silueti
yere değmesin.”
Çocuklarımıza ve gençlerimize böylesi
nice güzel örnek yaşanmışlıklar varken yaşadığımız yıllarda giderek artan hoş
olmayan olaylara sıklıkla tanık oluyoruz. Yıllarca top koşturmuş kariyerleri
ulusal takımımıza kadar yükselmiş ve milyonlar kazanmış bazı futbolcuların
karıştıkları para olayları sporumuza kara bir leke olarak silinmeyecek biçimde
yapıştı maalesef.
Artık spordan öte bir sanayi kolu
haline gelen futbolda gün olmuyor ki, yüz kızartıcı olaylar yaşanmasın. Güzide
bir spor kulübünün başkanı hem de milletvekilliği görevi yapmış bir başkan
yeşil sahanın ortasına kadar koşup hakeme yumruk atıyor. İnsanlığımızdan
utanacağımız sahneler yaşanıyor. Bu olayda yere düşen hakem hunharca
tekmeleniyor başkaları tarafında.
Geçmiş yıllarda bakanlık bile yapmış
bir spor kulübümüzün başkanı transfer yaptığı tanınmış zenci kökenli futbolcu
bir kaç maçta gol atamayınca: “Bizim yamyam gol atamıyor.” Mealinde sözler
etmişti. Bu sözleri duyan futbolcu: “Benim ırkımın aşağılanmasına bigâne
kalamam.” Diyerek ülkemizi terk etmişti.
Yüz kır artıcı, ulusumuzun adet ve
geleneklerine ve de onuruna yakışmayan söz ve davranışlar sadece futbol
alanında rastlanmıyor. Yaşamımızın her alanında nahoş olaylar gözlemliyoruz
üzülerek. Genç bayanların karıştıkları parasal olaylar adeta normal olaylar
gibi yaşanmış bu güzel topraklarda.
Ülkemizde yaşayan bir gazeteci şöyle
bir söz söylemişti bir tv. programında. “ Avrupa’daki gazetemize Türkiye’de
güzel bir olay yaşandı diye haber geçiyoruz.” Alın teri ile para kazanan normal
yurttaşlarımız; polisiye olayların artış göstermesi, kısa yoldan klasik deyişle
köşeyi dönenlerin oranının artması yaşananlardan büyük üzüntü duymakta.
Giderek çoğalan, toplumumuzun
soluduğu temiz havayı kirleten kişilerin, olayların önü alınamaz mı? Elbette
alınır. Çare yok mu var elbette. Japon Ulusu’nun iş ahlâkı ve çalışma disiplini
hayranlık uyandırmaktadır Dünyamızda. Peki, Japonlar nasıl böylesi dürt
olabiliyorlar. Onların DNA’ları bizlerden farklı mı? Değil haliyle.
Araştırılınca şu gerçekle
karşılaşıyoruz; bu halk daha ilkokuldan başlayarak bütün okul kademelerinde
kapsamlı bir şekilde ahlâk eğitimi veriyor genç kuşaklarına. Bilindiği gibi
Japonya’da üç farklı din var ve Müslüman da değil dünyanın bu çalışkan insanları.
Evet, Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bizler de zaman geçirmeden
eğitim öğretim müfredatımıza Japonlardan örnek alarak ahlâk eğitimini ayrı bir
ders olarak okutmalıyız okullarımızda. Sözün özü eğitim öğretimimize gerekli
yatırım yaparak müfredatlarımızı bilimsel, nitelikli yöntemlerle çalışmalara
göre planlamalıyız. İşte o zaman Atalarımızdan aldığımız terbiye, gelenek
görenekleri yetesiye içselleştirip kural dışı yaşanmışlıklara en az düzeyde
karşılaşırız.
İbrahim Yılmaz, (Eğitimci, Yazar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder