29.10.23

Cumhuriyete Sıkı sıkıya Sarılmak Varken

 






SEVGİLİ ARKADAŞLAR

 Cumhuriyet Bayramımızı

Doya doya kutlamak

varken,

Cumhuriyetin getirdiklerine

Sahip çıkmak

varken,

Cumhuriyete

Sıkı sıkıya sarılmak

varken,

Cumhuriyetimize

Şükretmek

varken,

Cumhuriyetimizin

Nimetlerinden faydalanmak

varken,

Cumhuriyetimizin simgesi

Bayrağımıza sahip çıkmak

varken,

ATATÜRKÜMÜZÜN bizlere çizdiği

Akıl, mantık, bilim ve çağdaşlık yolu

varken,

Cumhuriyetimizin kurucusu

ATATÜRKÜMÜZE sarılmak

varken,

ATATÜRKÜMÜZÜN

Kahraman Türk Ordusuna,

Türk Gençliğine emanet ettiği

CUMHURİYETİMİZE sahip çıkıp,

Onu koruyup ve kollamak

varken,

Türkiye nereye götürülmek isteniyor?

 

Tehlike çok büyük.

Atatürk’ün partisi neyle meşgul?

Ve bizler neler yapıyoruz?

BAŞKA TÜRKİYE CUMHURİYETİ YOK!

BAŞKA ATATÜRK YOK!

“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.”

“Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır”

SÖZLERİNİ BİZLERE SÖYLEYEN

ULU ÖNDERİMİZ

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜMÜZE

ŞÜKÜRLER OLSUN.

CUMHURİYETİMİZİN 100.YILI KUTLU OLSUN.

SONSUZA DEK YAŞASIN CUMHURİYET

SAYGI VE SEVGİLERİMLE.

 

İlhan GÜNAY, (Emekli Tarih Öğretmeni)

 

Cumhuriyet Fazilettir

 


Gazi Kemal Paşa Kurtuluş Savaşını başarıyla tamamladıktan sonra 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyete geçildi ve Türk halkı siyasal, sosyal, eğitim, hukuk ve ekonomik alanda birçok yeniliklerle tanıştı. Milletçe birçok alanda geri kalmıştık.

Dul, yetim ve sakat yoğunluğu zorluklarımızın boyutunu gösteriyordu. Yılların ihmali eksiklerimiz hummalı faaliyetlerle birer birer telafi edilme yoluna gidildi.

Okullar, fabrikalar,  demiryolları yeni ve modern Türkiye'nin önünü açtı.

Bugün baktığımızda yüzyıl inişli çıkışlı ancak başarılarla dolu olarak geride kaldı.

Türk milletinin dün olduğu gibi bugünde Cumhuriyetle ve değerleriyle bir sorunu yoktur. Olmamıştır.

Birtakım münferit sesleri kimse ciddiye almamış ve fiili bir durum oluşmamıştır. Nostaljik Osmanlı öykünmeleri bir kısım siyasilerin ikbal azığından öteye bir anlam ifade etmemiştir.

Öte yandan Cumhuriyet borsasında pirim yaparak, muarızlarını kolayca gerici, yobaz, Atatürk düşmanı ilan ederek kolay mevziler elde eden jakoben bir sınıfta var olmuştur.

Batı hayranlığını kayıt ve sinir tanımaz bir amentü ile benimsemiş halkı ve değerlerini küçümseyen sözüm ona bazı aydınlar, özensiz dilleri, Batılı yaşam tarzını dayatmaları ile Cumhuriyet ve değerlerinin kök salmasını geciktirmiştir.

Bugün toplumsal birliği koruma adına farklılıkları zenginlik olarak görecek bir düzeyin eşiğindeyiz.

Modern dünyanın hayatımızı kolaylaştıran güzellikleriyle İslami ve insani değerleri birleştirme yönünde kararlı bir duruşu sürdürmek milletçe beka sorunumuzdur.

Nice yüzyıl dileklerimi sunarken Diyanetin 27 Ekim 2023 hutbesini eleştirmeden geçemeyeceğim.

Cumhuriyet ve kazanımlarını yeterince ortaya koymaktan çekinen ürkek ve silik bir dil, dikkatlerden kaçmadı.

Cumhuriyet kelimesi İslami bir ruha sahip bir kelime değil mi?

Kuran’dan biraz haberdar olanlar bilir ki adil yönetim arzularını seslendiren âlimler şura ve meşveret kavramı üzerinde hassasiyetle durmuşlardır. Nihayet medeniyetimizin bu önemli kavramlarının Cumhuriyeti işaret etmesinden daha doğal ne olabilir?

Bu akla ziyan tutumun Atatürk'ü anılmaması tutumunun ısrarla sürdürülmesi kime ne kazandıracak?

İnancımız bize "emrolunduğun gibi dosdoğru olun" diyor.

Bir fani olarak Atatürk'te devrimleri de bu devrimler yapılırken kullanılan yöntemde eleştirilebilir.

Otuzlu yıllarda manevi alanda bir boşluğun oluşturulmasında resmi kurumların açık ve aleni tutumu, özellikle bizi var eden ve ilelebet yaşatacak olan İslami kimliğin gençlere kazandırılmasa noktasında kasıtlı ihmalin bedeli üzerinde yapılacak soğukkanlı değerlendirmeler toplumsal olgunluğumuza bile hizmet eder. Ancak tarihimizin en önemli dönüm noktası Cumhuriyetimizin doğuşunu, bir ulusun yeniden inşa süreçlerinde kritik ve hayatı başarılarını görmezlikten gelmek insaflı bir değerlendirme değildir.

Ayrıca manevi yönden ihmallerin tüm faturasını (yolun açılması çok önemli olsa da) 25- 30 yıllık döneme yıkıp bu alanda kalan 70 yılı es geçmek ne kadar hakkaniyete uyar?

Bu 70 yılda samimi, hurafelerden uzak, modern dünyanın güzellikleri kadar Batı’nın açmazlarından da haberdar olan, merhamet ve hoşgörü kültürümüze kalben bağlı bir nesil için somut hangi projeler devreye sokuldu?

İnançlarını siyasi çıkarlara, sosyal statü kazanımına ekonomik çıkarlar için asla alet etmeyecek sağlıklı bir dindar profili için hangi adımlar atıldı?

Anadolu irfanını eğitim sistemimize sağlıklı ve belli bir konsensüs içinde yedirmek geleceğimizin sigortası olacaktır. Küresel kapitalizmin silikon vadisinden pompaları ailesiz, cinsiyetsiz zevk kuşağına Anadolu irfanı bir alternatif seçeneği de sunabilir. Bu konsensüs sevgi ve hoşgörü medeniyetinin çağdaş dünyaya ihracının yolunu açabilir.

Cumhuriyet bir erdemdir. Onu erdemli kuşaklar taçlandıracaktır.

Ahmet Meral, (Eğitimci, Tarihçi, Yazar)

28.10.23

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 100. Yıldönümü Kutlu Olsun

 



1. Allah ‘a (cc) şükürler olsun ki Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yıldönümünü gördük. Başta Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Atatürk olmak üzere tüm katkı sağlayanlara minnet ve şükranlarımızı sunarken kendilerine Allah’tan rahmet dileriz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yıldönümünü en içten dileklerimle kutlarken nice yüz yıllar dileğiyle Yüce ulusumuza devamlı mutluluklar dilerim.

2. Cumhuriyet Bayramımız, en büyük bayramımız olarak sadece milli değil aynı zamanda dini bayram ve özel bir gün olarak da kabul edilebilir. Onun için tüm yurttaşlarımızın, yurt içinde ve dışındaki tüm kardeşlerimizin neşe, sevinç ve mutluluklarını paylaşmaları gerekir ki her birey bu duygu ve düşünceleri doyasıya hissetsin. Böylesi güzel duygular ve düşünceler geleceğin inşasında da önemlidirler. Duygusuz, düşüncesiz ve basmakalıp uygulamalar, yasak savmalar insanımızın zaten yeterli olmayan coşkusunu azaltır. Dolayısıyla gelecek için umutsuzluk oluşur.

3.  Cumhuriyet Bayramımızın arifesinde basın yayına göz attığımda gördüm ki bilerek veya bilmeyerek Atatürk’e ve Cumhuriyetimize olumsuz bakanlar var. Bu olumsuz bakanları da kınayanlar var. Böyle bir durumun olmasını elbette ki arzu etmezdik. Ama umutsuzluğa kapılmadan durumu derin düşünmek, değerlendirmek ve doğru yolu bulmak gerekir.

Düşünmek derken, kaygı, depresyon, stres vb. durumdan değil “Bir yargıya varmak ereğiyle bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki bağlantılardan yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel yetiler oluşturmayı” kast ediyoruz. Başka deyişle “tefekkür etmeyi” kast ediyoruz. TEFEKKÜR Zihnin deliller üzerinde yoğunlaşmasıdır.  Tezekkür, Tedebbür, Teakkul ve Tefakkuhtan oluşan bütün bu dörtlü süreci içine alan düşünme faliyetinin tümünü birden kapsayan düşünme faaliyetidir. Ön yargısız ve bedel ödeyerek alın teri dökerek oluşturulan fikirlerdir.” (M.İ. O.K. Anlama yöntemi s. 291 den) Bu süreci bilimsel çalışmalarda da, kavramlara ayrı isimler verilse de görüyoruz. Bu dörtlü sürecin biri eksik olursa düşünce üretilemez. Düşünce üretilmeyen çalışmalar boş çabadır.

Basın yayından öğrendiğime göre başta Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere birçok devlet yetkilisi Atatürk’ü anmadılar, Cumhuriyetimizin kazanımlarının aleyhinde oldular vb.

Bakınız, Atatürk’ü sevmek mecburiyetinde miyiz? Hayır, ama tarihi olduğu gibi aksettirmek zorundayız. Bulunduğumuz mevki ve makam bunu gerektirir. Bu mevkilerde şahsi düşüncelerinize ve keyfinize ya da gizli ajandanıza göre hareket edemezsiniz. Eğer, böyle vahim bir durum varsa bunu basın yayın yoluyla kınamak yetmez. Bu tür kişilerin bir an bile bulunduğu makamları işgal etmemesi gerekir...

Bir de şu var, Atatürk’ü veya başkalarını özel hayatlarıyla ilgili olarak eleştirebilirsiniz; ancak şu unutulmamalıdır ki, Kuran’ı Kerim’de en büyük rehber, model olarak kabul edilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir kul /beşer olduğunu ve beşerin de hatasız olamayacağını buyurmuyor mu? Bu konuları hepimizden daha iyi bilenler, nedense Allah (cc) gibi başkalarını öyle yargılıyorlar...

Bu arada, bilerek veya bilmeyerek Atatürk’ü övgüde dozu kaçıran ve tepkilere neden olanlar da yok değil.

Ayrıca laiklik kavramının da hâlâ anlaşılamadığını üzülerek görmekteyiz. Laikliği dinsizlik olarak, din karşıtı olarak görenler var. “Görenler var” ifadesi muğlak bir ifade oldu her halde. Bunun yerine çoğunluk diyebiliriz. Evet, bir araştırmaya dayanmadan söylüyoruz ki çoğunluğumuz laikliği dine karşı olarak görüyoruz. İnşallah yanlış düşünüyorumdur. Her şeyden önce bu konuya açıklık getirmeliyiz. Bizim anayasamızdaki laiklik ilkesi batının sekülerizm denen ilkeden farklıdır. Naçizane olarak bu konuyu tam yarım asır önce ele almıştım. Bu konuda yazdıklarımla ne İsaya ne Musa’ya yaranabildim. Bir grup, benim için laikliği İslam’ın temellerinde arıyor, dedi.  Bir grup da hiç inceleme gereği bile duymadı. Tabii bu konu üzerinde yeteri kadar duramadığım için üzgünüm. Kendimi görevini tam olarak yapamamış olarak görüyorum. Duam şudur: Başta ilâhiyatçılar ve tarihçiler olmak üzere tüm aydınlarımız bu konu üzerinde dursunlar, halkımızı aydınlatsınlar. Sağduyulu halkım gerçekleri görsün ki kendilerini sürü gibi görenlere derslerini versin.

5. En çok üzüldüğüm nedir biliyor musunuz? Toplumumuz okumuyor, okuyamıyor, tamam çeşitli sebeplerle okumayabiliriz; ama hiç olmazsa Kur’an-ı Kerim’i okumamız gerekmez mi? Eee, hem okumuyoruz, hem de din bezirgânlarından şikâyetçi oluyoruz.  Kur’an-ı Kerim’i anlamış olsak o bezirgânlar bizleri istedikleri istikamete sürükleme  cüretini gösterebilirler miydi?

Bir de, yurttaşı olmaktan gurur duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın çok kişi tarafından okunmadığını gözlüyoruz. Oldu mu şimdi?  Haklarımızı bilemezsek bizleri keyfi olarak yönetmeye kalkarlar. Biz de yakınmaktan öte bir şey yapamayız.

Öyle bir duruma geldik ki değil Anayasayı okumak, Anayasa’dan bir sayfa bile okumaya üşenir olduk. Sosyal medya bizleri öyle yaptı ki hiç sormayın. İki satırı bile zor okuyoruz. Gerçekten öyle. Şimdi düşünüyorum, Anayasamızdan bir sayfa ekleyeyim mi? Ekliyorum. Okumuş olanlar okumayabilir, önceden okumayanlar, anayasanın özünü hatırlatacak bir başlangıç okuyacaklarını düşünerek okursalar daha iyi olur.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI

23/7/1995 Tarihli ve 4121 Sayılı Kanun’la Yapılan Değişiklik

BAŞLANGIÇ

Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda;

Dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;

Millet iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait olduğu ve bunu Millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;

Kuvvetler ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;

Hiçbir düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;

Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;

Topluca Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde, milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “yurtta sulh, cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları bulunduğu

FİKİR, İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,

TÜRK MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet sevgisine emanet ve tevdi olunur.

6. Vatan ve millet sevgisiyle donanmış olan bizlere, tevdi edilen yani bırakılan emanet edilen Anlayasımızı inşallah okuruz. Seçtiklerimizin bu yasaya uymak zorunda olduklarını bir an bile akıldan çıkarmamak gerekir.  Vaktin birinde “Anayasa bir defa delinmekle bir şey olmaz” diyenler oldu. Daha sonra, biri çıktı “Baştaki Anayasaya uymuyor, barı Anayasayı ona uyduralım.” mealinde bir söz etti ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi kuruldu. Milletin kararına saygılıyız elbet; ama şahsi düşüncem bu sistem sistem değildir. Böyle yakınırken, yine Anayasa değişikliği gündeme geliyor. Elbette Anayasalar da güncellenir; ama her şeyin bir yolu yordamı olmaz mı?..

7. Anayasamızın başlangıcındaki, “onun inkılap ve ilkeleri doğrultusunda” ifadesi bize Atatürk’ün Temel ilkelerini hatırlatıyor: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik (İnkılapçılık)

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu ilkeler ne derece uygulanıyor? Bir kere devletçiliğin sadece adı kaldı. Düşünsenize çok zor koşullarda az zamanda yapılan fabrikalar ne oldu? Evet, tütün fabrikaları, şeker fabrikaları, kâğıt fabrikaları ve birçok kurum ve kuruluşlar özeleştirmelerle yandı bitti kül oldu. Peşkeş çekilmeleri ayrı bir konu.  Bu işletmelerin kasıtlı olarak ve cahilane olarak zarar ettirilmeleri gerekçe yapıldı ki... Ve liberal ekonominin hâkim olması. Liberal ekonomi elbette iyidir. Ama ortamına göre... Karma ekonomik modeli olsa milletçe böyle şahsi menfaatlerini düşünenlerin, vahşi kapitalistlerle beraber çalışanların modern kölesi olur muyduk?

Laikliğin ne kadar yanlış yorumlandığına değinmiştik. Bu arada milliyetçiliğin ırkçılık olmadığını söyleye söyleye dilimize tüy bitti. Halkçılıktan söz edenlere farklı gözlerle bakmaya başladık. Devrimcilik demenin sabit fikirli olmak demek olmadığını, kendimizi, kurumlarımızı bilinçli olarak yenilemek ve aklımızı işleterek çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkmak olduğunu anlatamadık.

İhtilaller, darbeler, muhtıralar da aklımızı başımızdan aldı. Her seferinde sıfırdan başlamak zorunda kaldık. Ve gele gele 100 yaşına geldik. Bir kere daha şükürler olsun ki bu günleri görebildik diyoruz. Ama aynı şeyleri tekrarlarsak durum bugünkünden daha kötü olur bilesiniz.

8.  Bugünkünden daha kötü olmamak için, başka deyişle Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) hadislerinde buyurduğu gibi “İki günümüzün birbirine eşit olmaması” için herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Bu güvensizlikle, bu aşağılık duygusu içinde, bu ekonomik çıkmaz içinde ne yapılabilir ki diye düşünmemeli.

Evet, toplumumuzun güzel ahlaki istenilen düzeyde değil; ama hamt olsun ki bu durumda bile kendilerini medeni kabul eden, kendilerinden başkalarını insan olarak görmeyen sözde büyük, sözde kuvvetli emperyalistlerden, canavarlardan çok daha iyiyiz.

Yine, milli birlik ve beraberliğimiz, kıvançta ve tasada birliğimiz, bazılarının kasıtlı uygulamaları nedeniyle istenilen düzeyde değil; ama hamt olsun ki her yurttaşımız, tabii istisnalar dışında vatanı, milleti, onuru, dini vb. için verilen her görevi yapmaya amadedir.

Ayrıca, ekonomik durumumuz, yanlış uygulamalar ve sömürüler yüzünden hiç de iç açıcı değil; ama hamt olsun ki her birimiz, her koşulda Türkiye Cumhuriyetinin bekası için uhdemize düşen görevi yaparız.

9.  Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yıldönümü için çok farklı, çok güzel etkinliklerin yapıldığını memnuniyetle görmekteyiz. Bu konuda yazan çizen konuşan ve etkinliklerde bulunan herkese can-ı gönülden teşekkürler.

Ben bu bayram gününe farklı yönden baktım. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra Atatürk’ü ve Onun önderliğinde kurulan Cumhuriyeti yozlaştırmak isteyenlerin olabileceğini hatırlattım. Bu sinsice çalışmaların ileride başımıza olmadık işler açabileceğini dolaylı olarak hatırlattım. Yine, engelleri aşmak için bilinçli olarak çalışmak gerektiğini vurguladım. Emperyalistlerin bizleri ayırmak için her çareye başvurduklarını hep birlikte gördük. Bizi ayıramadılar. Ama korkarım ki bunlar bizi kan gruplarına göre de ayırmaya da çalışırlar. Hiç gülmeyin 1000 yıldır aynı vatanda kardeşçe yaşadığımız aynı kültürü paylaştığımız kişilerle ayırmaya kalkmadılar mı?

10. Cumhuriyet Bayramınızı candan tebrik ederken nice bayramlara, nice yüzyıllara dileğiyle devamlı mutluluklar dilerim.

Saygı ve sevgilerimle...

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 28. 10. 2023

 

 

 

27.10.23

Neyin Savaşı - Neyin Barışı

 


"Hır çıkarmak" bir insan garabetidir. Öteden beri bireysel, ya da toplumsal alanda birileri, düzen içinde, hır çıkarmak için fırsat kollar ve yaratırlar nedenlerini.

Aslında savaşlara harcanan kaynaklar insanın mutluluğu için harcanabilse dünyamız "Güllük - gülistanlık" olur. Ne var ki ego bırakmaz. Kişinin egosu yanında toplumsal ego, erklileri de bürürse önüne geçilmez felaketler doğar

"Dünyaya ben egemen olacağım" diyenler önceleri İmparatorluklarken, son yüzyıllarda sömürgeci devletler oldu. Hani, "DÜNYA DEVİ" söylemleri onlar için bir ayrıcalık sayıldı. Bir zamanlar Sovyet Rusya - Kapitalist Batı arasındaki rekabet yüzünden çıkan kargaşalarda bölgemiz insanları piyon olarak kullanıldı. Batı, Ortadoğu'yu Ruslara karşı emniyet kuşağı olarak donattı.

Türkiye'den - Afganistan'a "Yeşil Kuşak" oluşturuldu. Hatta sosyalistleri ateist olarak tanıttılar. Özellikle dinine bağlı ortadoğu Müslümanları Ruslara karşı bilendi. Hatta ABD ve Batı önderleri Afganistan'da EL KAİDE örgütünü kurarak beslediler. Sonraları bu örgüt sınır tanımaz azgınlıklarla Bölgeyi ateşin içine ittiler. Sonraları EL NUSRA ve IŞİD GİBİ CANAVARLAR TÜREDİ.

Din adına savaşanlar, dindaşlarını Allah adına, boğazlamakla kalmayıp toplu katliamlara imza attılar. Onları besleyenler salt Batı da değildi. Bölge devletlerinin kısır liderleri de oyunda, verilen rolü oynadılar. Olan da o ülkelerin sade yurttaşlarına oldu. Milyonlar bu alanda can verirken, insanları birbirine düşürenler silah üretmeye devam ettiler.

Konu karmaşık olduğu kadar da basittir. Bölgenin İslam ülkeleri uyanıp kendilerine bir gelebilseler, kutsal dinimizi kendi alanında ele alıp "YARATAN - KUL" zeminine oturtabilseler. Ve laikliği devletler halklarını uyararak kabul ettirebilseler sorun kökten çözülecek. Yani İslam ülkeleri Tanrı buyruğu olan AKLINIZI KULLANIN yolunu kavrayabilseler kan da duracak.

Son dönemleri anımsayalım. ABD'de İkiz Kuleler olayından sonra Bush, "Haçlı hareketini başlatıyorum" dememiş miydi? Ve ondan sonra Irak'a girerek ülkeyi talan etmedi mi? Güya diktatörleri yok edecek, ülkeye demokrasi getirecekti. Demokrasi, üç milyon insanın katledilmesi, milyonlarca kadın ve kızın ırzına geçilmesi, tarihinin tarumar edilmesi miydi? Bölgeye getirilen barış kan ve gözyaşı oldu, bir türlü dindirilemiyor.

BOP adındaki yıkım projesiyle Tunus'tan - Afganistan'a 22 ülkenin topraklarındaki toz- duman nedir? Libya neden perişan edildi. Mısır bir türlü durulmuyor. Suriye dişli çıkmasına karşın Batı'nın ürettiği cadı kazanına döndü. İki milyona yakın insanın ölmeleri bir yana, kalanlar yurtlarından, yuvalarından oldular. Yurdumuzda da iki milyon Suriye ve Irak yurttaşı var. Bunların sorumluları kimler?

Dalga boyutunun Türkiye'ye tusunami yaratmayacağını kim söyleyebilir? Bunlar açıkken, bizdeki Eşbaşkan , "BU GÖREV BİZE VERİLDİ!" diyerek olaya balıklama dalmadı mı? Suriye ve Irak sınırlarımız neden yolgeçen hanına döndü? BOP işliyor tıkır tıkır. Piyonlar içlerine kapanmış, kendilerine yeni kaftanlar hazırlamakla meşguller.

Devlet erklileri dini kullanmaktan vazgeçmiyorlar. Reyhanlı'da öldürülen yurttaşlarımız hakkında , "orada 57 sünni yurttaşımız öldü!" sözü aklıselim yurttaşlar tarafından kaygıyla karşılandı. Bölgemizdeki savaş giderek mezhep karşıtlığına dönüşmüyor mu? Bunun sonucunu düşünememek harakiri yapmakla eşdeğerdir.

Bize gelince, teröristimizle "Kanka " oluverdik. PKK silahlanırken bizdeki yetkililer Ordu'ya "Kumpas"kurarak moralini bozduk. Açılım adına (Her ne ise) emniyet ve asker kışlalarına itildi. PKK elemanları varlıklarını unutturmuyorlar. Zaman aralığında askerlerimiz enselerinden kurşunlanıyor, polislerimiz saldırılarda can veriyor. Bizde ve İslam ülkelerinde kargaşa ve kan devam ediyor.

Aslında yapanlar belli. Emperyalist güçlerin taşeronları. Kullanıyorlar, günü dolunca kendilerine hizmet edenleri de bombalıyorlar. Bölge yerleşenleri Müslüman, gündeme almaya değmez, öyle mi? Pakistan'da okul basılıyor, onlarca çocuk katlediliyor, dünyadan "TIS" yok. Boko Haram denen örgüt, ülkesinde aynı zaman diliminde iki binden fazla insan katlediyor, dünya duymuyor! Irak'ta bombalarla her hafta yüzlerce insan katlediliyor, dünya sessiz. Ancak Paris'te bir olay oluyor, dünya ayağa kalkıyor.

Paris olayını asla küçümsemiyorum. BİR İNSAN BİR DÜNYADIR. Hiçbir uygar insan başka birini bırak öldürmeyi, kılına bile zarar vermez, veremez. Bunu belirttikten sonra dünyanın ikiyüzlülüğüne dokunmak istiyorum.

Be hey uygar dünya! Teröristler Batı'da can alınca mı insan yaşamı kutsal? Bunca yıldır İslam coğrafyasında milyonlar öldürüldü, neredeydiniz? İslam ülkeleri yıkılırken neredeydiniz? Kadınların, kızların ırzına geçildi, onlar intihar ederken demokrasi oyunu mu oynanıyordu? Suriye'de Özgürlük savaşçıları olarak beslediğiniz canavarlar Paris 'te boy gösterince mi aklınız başınıza geldi? Oraya gelince mi terörist oldukları hatırlandı.

Eğer içtenseniz, eğer dürüstüz diyorsanız gelin el ele verelim. Sizler onlardan elinizi çekerseniz terör biter. Türkiye'ye yıllardır bela olan PKK'de biter. Onu desteklemeyi bırakır, bizimle işbirliği yaparsanız bu bölgenin terörü son bulur. Eğer isterseniz. Türkiye üzerinde oyun oynamaktan vazgeçin, bizimle sizler de kurtulacaksınız. Bölge kaynakları insanca paylaşılınca ülkeler de rahat nefes alır. Ama siz, hala "Anadolu Türk'lere bırakılmayacak kadar önemlidir" düşüncesindeyseniz, bizimle birlikte sizin de canınız yanmaya devam eder.

Bizde bir söz vardır: "Eğri oturup doğru konuşalım". Gelin biz, doğru oturup doğru konuşalım. Soruyorum:

"Sizin sözlüğünüzde Ortadoğu için demokrasi kavramı var mı? Açık olun. İnsanın mutluluğu için önceliğiniz varsa, geliniz, terörü bitirelim. Sonra da ülkelerin kaynaklarını insanların yararına işletelim.

Kaynaklarımız var. Ortaklaşa kullanalım. Ama küreselleşme adıyla KÖLESELLEŞMEYİ bölge insanının önüne sürmeyin. Bizler kaynaklarımıza özelleştirme adıyla el konulduğunu unutmayacağız.

"Sizinki can da, bizimki patlıcan olmasın" Paris'te katledilenler de can, Mezopotamya'da, Afrika'da, Asya'da öldürülenler de can. Bunu unutmayalım.

Var mısınız, şu terörü elbirliğiyle yok edelim. Güvenebilir miyiz size? Bizler ÖZGÜR YAŞAMAK İSTEYEN İNSANLARIZ çünkü.

Ya günümüzde oynanan oyunlar! İsrail - Hamas? Neden insan kıyımında? Çocuklar ve siviller ki hiç günahları yok. ABD, durumu yatıştıracağına sonsuz destek vermede! Bu durumda en büyük terör devleti ABD olmuyor mu? Milyarlarca silah yardımıyla bölgemizde başka bir kırımın taşlarını mı döşüyor? İnsanlık dışı, savaş kurallarına uymayan bir İsrail, okulları, hastaneleri vuruyor.

ABD destek veriyor. Bu canavarlık insanlığın yüzkarasıdır.

Batı suskun! Hani insan hakları? Sahte demokrasi oyunu mu oynadıkları… Çok ama çok acil bir çözüm gerek; gerek değil zorunlu. Yoksa tüm barış ve uygarlık, dostluk zırvalama olur.

Kazım Memiç

 

Bitirmiştim ekini!..

 




Köyümün ovasında

Bir tarlamız vardı

Yaz gelince,

Biçerdik ekini orakla.

Üç dört arkadaş bir araya gelince

Dağ tepe aşar giderdik tarlamıza

Başlardık hep birlikte

Ekinleri biçmeye

Tarlanın bir ucuna geçerdim,

Üç kişiye karşı tek başıma

Kim çok biçecek,

Öyle dalmışım ki ekin biçmeye

Akşam olduğunu anlamadım.

Hırs bürümüş her yanımı

Görmedim gittiklerini.

Kafamı kaldırıp baktığımda

Çoktan akşam olmuş bile,

Kalmıştım karanlığın ortasında

Kimsecikler yok idi etrafımda

Köye varmak için

Kocaman dağ vardı önümde.

Gece karanlık göz, gözü görmüyor,

Bense yalnız, ıssız, kimsesiz dağ yolunda,

İnce patika yol vardı

Başladım yürümeye.

Korku sarmıştı benliğimi.

Kurtlar beni yerse.

Ya aslan, kaplan çıkarsa

Akrep beni sokarsa

Ağlıyordum hüngür, hüngür

Yorgundum çok yorgun.

Sığındım, Rabbime yalvardım

Rabbim yardım et

Bildiğim bütün duaları okuyordum.

Birden gök gürlemeye başladı

Art Arda şimşekler çakıyor.

Şimşeğin ışığında yolu görebiliyordum.

Her adım attığımda

Her şimşek çaktığında

Kalbim yerinden çıkacak

Gibi korkuyordum.

Patika yolda yanlış adım atsam

Düşüp yuvarlanacaktım.

Şimşekler yolumu aydınlattı

Bende dağdan indim köyüme.

Ertesi sabah

Kızdım, sitem ettim arkadaşlarıma.

Biz seni gittin bildik dediler.

Halbuki ben üç kişiye karşı

Girmiştim kendi aklımca yarışa

Elimde orak

Tarladaki ekini biçeceğim tek başına.

Hırs değil miydi benimkisi

Bitirmiştim ekini!..


Fecriye Önay Eğlenen

 


26.10.23

Sevgi Çıkmazı

 



S E V G İ  Ç I K M A Z I

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin  Ortadoğu’da bir güç olmasını istemeyen Batı,  kuruluştan itibaren iç karışıklıklar da dahil her türlü yıkıcı eylemleri kullandılar. ABD’nin Ortadoğu planı “ Vilson Prensipleri” ile başlar günümüzde de BOP olarak devam eder. Emperyalizmin hesabı bitmez. Sömürü için her yol denenir. Kimi zaman etnisiteleri kışkırtır, kimi zaman da dinleri aracı olarak kullanır. Ekonomik yönden kaynaklara el koyar. Bunun için de yerli ortaklar elde eder. Daha da dirençli bir toplumla karşılaşırsa askeri darbelerle gelişmenin önünü keser ve şu bakışı uygular. Der ki “ Biz ülkemizde vatan hainlerini bulur ve ortadan kaldırırız; başka ülkelerin hainlerini de işbaşına getirir, kullanırız !” Bizde uygulanlar da bu değil mi? 1960’lı, 70’mişli, 80’li yıllarda az mı canlar verdik! 

 

           Aşağıya aldığım şiiri de 1970’li yıllarda, ülkemizde çıkardıkları kargaşalar içinde, düşürüldüğümüz durumlara bir uyarı olarak yazmıştım. Zira okullarda ders yapamaz duruma getirilen Eğitim de çıkmazdaydı.

 

         S E V G İ  Ç I K M A Z I

 

Doğar geceden gündüze insan

Doğar öfkeden seviye - yeni bir yaşam

Arınmış dağ - taş, arınmış yürek

Yürekte damar - damardaki kan

 

Bir Nisan yeşili dolar içime

Islak yapraklar arasındaki can

Barışır toprakla bitki - çiçekle arı

Umut başak. Erir -  erir kocaman

 

Gel gör ki kardeşim yeşil yapraklar sarı

Sarıhumma yakalamış sımsıkı insanları

Titrer toplumun özü - koparılan çiçekler

Gözü dönmüş köçekler hep kan mı içecekler

 

Kırağı düşürülmüş şimdi yeşillere allara

Ulusum düşürülmüş bu çekilmez hallara

 

Bir küçük ki yıldızlar dağlar

Bir tutam tuz - bir üçüm yüz

Umutlar kör olmuş - bakışlar kum

Gözlerimizde gözden bir çıban mı var

Didindik durduk,  bekledik yorulduk

Kundaktaki bebeler kundakçıların ellerinde

Uzandı evlere dek sancılı ağrılar

Gözlerimizde kanlı isyan var

 

Umutlarda güzellikler vardı ulusça

Başımızda sevgiden örülen çelenkler

Kutladıkta Mayıs sevinçlerini bir

Özgürlüğe koşardık yüreğimizde vatan

 

       Ne olduk şimdi

       Tuz olduk dağıldık

       Toz olduk dağıldık

       Gülemedik biz

 

Gel kardeşim yansın yüreklerdeki giz

Tutuşsun gönlümüz yine sevdalansın yürekler

Kör olmasın gözümüz - kırılmasın dizimiz

 

Açmaya yüz tutmuş tomur tomur

Binlerce tomurcuk yöreyi saran

Filiz filiz - fidan fidan

Kırılır mı insan

Gül sümbül menekşe hanımeli

Yüreğimizde renkler Anadolu temelli

        Gel gör ki vampirler kan istiyor

        Yetmiyor akan kanlar

        Üstelik can istiyor

 

Yürekte sevgi - sevgide özün

Aynadaki yüz - yüze değen göz

Yayla sularında yıkanacağım

Paslı mangal gibi durmasın yürek

 

Ateşe su - suya bir fidan

Toprağa bir can cana da canan

Ulusum yandıkça çok yanacağım

Gönlüm - gönlüm yaralı

 

Kırağı düşürülmesin yeşillere - allara

Alan bırakılmasın uluyan çakallara


————————1977 / Kazım Memiç

 

         Ulusları kurtaran Eğitimdir. Cehalet, yıkımın başlangıcı, emperyalizmin de baştacıdır.  Cahil bırakılan toplumlar başkalarının kölesi olurlar