1. Allah ‘a (cc) şükürler olsun ki
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yıldönümünü gördük. Başta Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucu lideri Atatürk olmak üzere tüm katkı sağlayanlara minnet
ve şükranlarımızı sunarken kendilerine Allah’tan rahmet dileriz.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun
100. Yıldönümünü en içten dileklerimle kutlarken nice yüz yıllar dileğiyle Yüce
ulusumuza devamlı mutluluklar dilerim.
2. Cumhuriyet Bayramımız, en büyük
bayramımız olarak sadece milli değil aynı zamanda dini bayram ve özel bir gün
olarak da kabul edilebilir. Onun için tüm yurttaşlarımızın, yurt içinde ve
dışındaki tüm kardeşlerimizin neşe, sevinç ve mutluluklarını paylaşmaları gerekir
ki her birey bu duygu ve düşünceleri doyasıya hissetsin. Böylesi güzel duygular
ve düşünceler geleceğin inşasında da önemlidirler. Duygusuz, düşüncesiz ve
basmakalıp uygulamalar, yasak savmalar insanımızın zaten yeterli olmayan
coşkusunu azaltır. Dolayısıyla gelecek için umutsuzluk oluşur.
3. Cumhuriyet Bayramımızın arifesinde basın
yayına göz attığımda gördüm ki bilerek veya bilmeyerek Atatürk’e ve
Cumhuriyetimize olumsuz bakanlar var. Bu olumsuz bakanları da kınayanlar var.
Böyle bir durumun olmasını elbette ki arzu etmezdik. Ama umutsuzluğa kapılmadan
durumu derin düşünmek, değerlendirmek ve doğru yolu bulmak gerekir.
Düşünmek derken, kaygı, depresyon,
stres vb. durumdan değil “Bir yargıya varmak ereğiyle bilgileri incelemek,
karşılaştırmak ve aradaki bağlantılardan yararlanarak düşünce üretmek, zihinsel
yetiler oluşturmayı” kast ediyoruz. Başka deyişle “tefekkür etmeyi” kast
ediyoruz. TEFEKKÜR Zihnin deliller üzerinde yoğunlaşmasıdır. Tezekkür, Tedebbür, Teakkul ve Tefakkuhtan
oluşan bütün bu dörtlü süreci içine alan düşünme faliyetinin tümünü birden
kapsayan düşünme faaliyetidir. Ön yargısız ve bedel ödeyerek alın teri dökerek
oluşturulan fikirlerdir.” (M.İ. O.K. Anlama yöntemi s. 291 den) Bu süreci
bilimsel çalışmalarda da, kavramlara ayrı isimler verilse de görüyoruz. Bu dörtlü
sürecin biri eksik olursa düşünce üretilemez. Düşünce üretilmeyen çalışmalar
boş çabadır.
Basın yayından öğrendiğime göre başta
Diyanet İşleri Başkanı olmak üzere birçok devlet yetkilisi Atatürk’ü anmadılar,
Cumhuriyetimizin kazanımlarının aleyhinde oldular vb.
Bakınız, Atatürk’ü sevmek
mecburiyetinde miyiz? Hayır, ama tarihi olduğu gibi aksettirmek zorundayız.
Bulunduğumuz mevki ve makam bunu gerektirir. Bu mevkilerde şahsi
düşüncelerinize ve keyfinize ya da gizli ajandanıza göre hareket edemezsiniz.
Eğer, böyle vahim bir durum varsa bunu basın yayın yoluyla kınamak yetmez. Bu
tür kişilerin bir an bile bulunduğu makamları işgal etmemesi gerekir...
Bir de şu var, Atatürk’ü veya
başkalarını özel hayatlarıyla ilgili olarak eleştirebilirsiniz; ancak şu
unutulmamalıdır ki, Kuran’ı Kerim’de en büyük rehber, model olarak kabul edilen
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) bir kul /beşer olduğunu ve beşerin de hatasız
olamayacağını buyurmuyor mu? Bu konuları hepimizden daha iyi bilenler, nedense
Allah (cc) gibi başkalarını öyle yargılıyorlar...
Bu arada, bilerek veya bilmeyerek
Atatürk’ü övgüde dozu kaçıran ve tepkilere neden olanlar da yok değil.
Ayrıca laiklik kavramının da hâlâ anlaşılamadığını
üzülerek görmekteyiz. Laikliği dinsizlik olarak, din karşıtı olarak görenler
var. “Görenler var” ifadesi muğlak bir ifade oldu her halde. Bunun yerine
çoğunluk diyebiliriz. Evet, bir araştırmaya dayanmadan söylüyoruz ki çoğunluğumuz
laikliği dine karşı olarak görüyoruz. İnşallah yanlış düşünüyorumdur. Her
şeyden önce bu konuya açıklık getirmeliyiz. Bizim anayasamızdaki laiklik ilkesi
batının sekülerizm denen ilkeden farklıdır. Naçizane olarak bu konuyu tam yarım
asır önce ele almıştım. Bu konuda yazdıklarımla ne İsaya ne Musa’ya yaranabildim.
Bir grup, benim için laikliği İslam’ın temellerinde arıyor, dedi. Bir grup da hiç inceleme gereği bile duymadı.
Tabii bu konu üzerinde yeteri kadar duramadığım için üzgünüm. Kendimi görevini
tam olarak yapamamış olarak görüyorum. Duam şudur: Başta ilâhiyatçılar ve
tarihçiler olmak üzere tüm aydınlarımız bu konu üzerinde dursunlar, halkımızı
aydınlatsınlar. Sağduyulu halkım gerçekleri görsün ki kendilerini sürü gibi
görenlere derslerini versin.
5. En çok üzüldüğüm nedir biliyor
musunuz? Toplumumuz okumuyor, okuyamıyor, tamam çeşitli sebeplerle
okumayabiliriz; ama hiç olmazsa Kur’an-ı Kerim’i okumamız gerekmez mi? Eee, hem
okumuyoruz, hem de din bezirgânlarından şikâyetçi oluyoruz. Kur’an-ı Kerim’i anlamış olsak o bezirgânlar
bizleri istedikleri istikamete sürükleme cüretini gösterebilirler miydi?
Bir de, yurttaşı olmaktan gurur
duyduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın çok kişi tarafından okunmadığını
gözlüyoruz. Oldu mu şimdi? Haklarımızı
bilemezsek bizleri keyfi olarak yönetmeye kalkarlar. Biz de yakınmaktan öte bir
şey yapamayız.
Öyle bir duruma geldik ki değil
Anayasayı okumak, Anayasa’dan bir sayfa bile okumaya üşenir olduk. Sosyal medya
bizleri öyle yaptı ki hiç sormayın. İki satırı bile zor okuyoruz. Gerçekten
öyle. Şimdi düşünüyorum, Anayasamızdan bir sayfa ekleyeyim mi? Ekliyorum.
Okumuş olanlar okumayabilir, önceden okumayanlar, anayasanın özünü hatırlatacak
bir başlangıç okuyacaklarını düşünerek okursalar daha iyi olur.
TÜRKİYE
CUMHURİYETİ ANAYASASI
23/7/1995
Tarihli ve 4121 Sayılı Kanun’la Yapılan Değişiklik
BAŞLANGIÇ
Türk
Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez
bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz
önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun
inkılap ve ilkeleri doğrultusunda;
Dünya
milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye
Cumhuriyetinin ebedi varlığı, refahı, maddi ve manevi mutluluğu ile çağdaş
medeniyet düzeyine ulaşma azmi yönünde;
Millet
iradesinin mutlak üstünlüğü, egemenliğin kayıtsız şartsız Türk Milletine ait
olduğu ve bunu Millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve
kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla
belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı;
Kuvvetler
ayırımının, Devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip,
belli Devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı
medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve
kanunlarda bulunduğu;
Hiçbir
düşünce ve mülahazanın Türk milli menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve
ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihi ve manevi değerlerinin,
Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında
korunma göremeyeceği ve lâiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din
duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı;
Her
Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal
adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde
onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak
ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;
Topluca
Türk vatandaşlarının milli gurur ve iftiharlarda, milli sevinç ve kederlerde,
milli varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının
her türlü tecellisinde ortak olduğu, birbirinin hak ve hürriyetlerine kesin
saygı, karşılıklı içten sevgi ve kardeşlik duygularıyla ve “yurtta sulh,
cihanda sulh” arzu ve inancı içinde, huzurlu bir hayat talebine hakları
bulunduğu
FİKİR,
İNANÇ VE KARARIYLA anlaşılmak, sözüne ve ruhuna bu yönde saygı ve mutlak
sadakatle yorumlanıp uygulanmak üzere,
TÜRK
MİLLETİ TARAFINDAN, demokrasiye âşık Türk evlatlarının vatan ve millet
sevgisine emanet ve tevdi olunur.
6. Vatan ve millet sevgisiyle
donanmış olan bizlere, tevdi edilen yani bırakılan emanet edilen Anlayasımızı inşallah
okuruz. Seçtiklerimizin bu yasaya uymak zorunda olduklarını bir an bile akıldan
çıkarmamak gerekir. Vaktin birinde “Anayasa
bir defa delinmekle bir şey olmaz” diyenler oldu. Daha sonra, biri çıktı “Baştaki
Anayasaya uymuyor, barı Anayasayı ona uyduralım.” mealinde bir söz etti ve
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi kuruldu. Milletin kararına saygılıyız elbet;
ama şahsi düşüncem bu sistem sistem değildir. Böyle yakınırken, yine Anayasa
değişikliği gündeme geliyor. Elbette Anayasalar da güncellenir; ama her şeyin
bir yolu yordamı olmaz mı?..
7. Anayasamızın başlangıcındaki, “onun
inkılap ve ilkeleri doğrultusunda” ifadesi bize Atatürk’ün Temel ilkelerini
hatırlatıyor: Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devletçilik, Devrimcilik
(İnkılapçılık)
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. Bu
ilkeler ne derece uygulanıyor? Bir kere devletçiliğin sadece adı kaldı.
Düşünsenize çok zor koşullarda az zamanda yapılan fabrikalar ne oldu? Evet,
tütün fabrikaları, şeker fabrikaları, kâğıt fabrikaları ve birçok kurum ve
kuruluşlar özeleştirmelerle yandı bitti kül oldu. Peşkeş çekilmeleri ayrı bir
konu. Bu işletmelerin kasıtlı olarak ve
cahilane olarak zarar ettirilmeleri gerekçe yapıldı ki... Ve liberal ekonominin
hâkim olması. Liberal ekonomi elbette iyidir. Ama ortamına göre... Karma
ekonomik modeli olsa milletçe böyle şahsi menfaatlerini düşünenlerin, vahşi
kapitalistlerle beraber çalışanların modern kölesi olur muyduk?
Laikliğin ne kadar yanlış
yorumlandığına değinmiştik. Bu arada milliyetçiliğin ırkçılık olmadığını
söyleye söyleye dilimize tüy bitti. Halkçılıktan söz edenlere farklı gözlerle
bakmaya başladık. Devrimcilik demenin sabit fikirli olmak demek olmadığını, kendimizi,
kurumlarımızı bilinçli olarak yenilemek ve aklımızı işleterek çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkmak olduğunu anlatamadık.
İhtilaller, darbeler, muhtıralar da
aklımızı başımızdan aldı. Her seferinde sıfırdan başlamak zorunda kaldık. Ve
gele gele 100 yaşına geldik. Bir kere daha şükürler olsun ki bu günleri
görebildik diyoruz. Ama aynı şeyleri tekrarlarsak durum bugünkünden daha kötü
olur bilesiniz.
8.
Bugünkünden daha kötü olmamak için, başka deyişle Peygamberimiz Hz.
Muhammed’in (sav) hadislerinde buyurduğu gibi “İki günümüzün birbirine eşit
olmaması” için herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Bu güvensizlikle,
bu aşağılık duygusu içinde, bu ekonomik çıkmaz içinde ne yapılabilir ki diye
düşünmemeli.
Evet, toplumumuzun güzel ahlaki
istenilen düzeyde değil; ama hamt olsun ki bu durumda bile kendilerini medeni
kabul eden, kendilerinden başkalarını insan olarak görmeyen sözde büyük, sözde
kuvvetli emperyalistlerden, canavarlardan çok daha iyiyiz.
Yine, milli birlik ve beraberliğimiz,
kıvançta ve tasada birliğimiz, bazılarının kasıtlı uygulamaları nedeniyle
istenilen düzeyde değil; ama hamt olsun ki her yurttaşımız, tabii istisnalar
dışında vatanı, milleti, onuru, dini vb. için verilen her görevi yapmaya
amadedir.
Ayrıca, ekonomik durumumuz, yanlış
uygulamalar ve sömürüler yüzünden hiç de iç açıcı değil; ama hamt olsun ki her
birimiz, her koşulda Türkiye Cumhuriyetinin bekası için uhdemize düşen görevi
yaparız.
9.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. Yıldönümü için çok farklı, çok
güzel etkinliklerin yapıldığını memnuniyetle görmekteyiz. Bu konuda yazan çizen
konuşan ve etkinliklerde bulunan herkese can-ı gönülden teşekkürler.
Ben bu bayram gününe farklı yönden
baktım. Yavaş yavaş, alıştıra alıştıra Atatürk’ü ve Onun önderliğinde kurulan
Cumhuriyeti yozlaştırmak isteyenlerin olabileceğini hatırlattım. Bu sinsice
çalışmaların ileride başımıza olmadık işler açabileceğini dolaylı olarak
hatırlattım. Yine, engelleri aşmak için bilinçli olarak çalışmak gerektiğini
vurguladım. Emperyalistlerin bizleri ayırmak için her çareye başvurduklarını hep
birlikte gördük. Bizi ayıramadılar. Ama korkarım ki bunlar bizi kan gruplarına
göre de ayırmaya da çalışırlar. Hiç gülmeyin 1000 yıldır aynı vatanda kardeşçe
yaşadığımız aynı kültürü paylaştığımız kişilerle ayırmaya kalkmadılar mı?
10. Cumhuriyet Bayramınızı candan tebrik
ederken nice bayramlara, nice yüzyıllara dileğiyle devamlı mutluluklar dilerim.
Saygı ve sevgilerimle...
Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul,
28. 10. 2023