23.10.23

Seninle 9 Dakika

 



İster misiniz? Seninle 9 dakika sohbet edelim?

Ben sensiz, sen bensiz sohbetimizin konusu ne olsun?

Doğru dürüst olsun, doğal ve samimimi olsun da ne olursa olsun.

“Ben” ve “sen” kavramlarını gerçek anlamda kullanıyoruz. Çünkü mecazın altından kalkamayız. Bu konudaki tecrübeme kısaca değineyim: Bizim Yunus demez miydi?

“Severim ben seni candan içeri

“Yolum vardır bu erkândan içeri

“Beni bende demem bende değilim

“Bir ben vardır bende benden içeri

“Nereye bakar isem dopdolusun

“Seni nere koyam benden içeri.”

Yunus Emre

Bazılarının da bildiği üzere Bizim Yunusla aramız çok iyidir. Dost sayılmayız belki; ama arkadaşlığımız hayli ileri. Ondan ilham alarak içimdeki BENLERİN temsilcileriyle birkaç kurultay düzenledim. Bayağı, Cemiyetler/Dernekler Kanununa göre çalışmalar yürüttük. Yönetim Kurulları, Denetleme Kurulları vb. derken işi bir hayli ilerlettik. Hatta bu çalışmayla bir yarışmaya bile katılmıştım. Ancak kimse takmadı bizi. Dernekler Kanunuymuş. O da ne. Bu memlekette Anayasayı bile takmayanlar çıkabiliyor... Anlayacağınız BENDEN İÇERÜ olanlar içerü olmaya devam ediyorlar.

“Sen” meselesine gelince, bilindiği üzere denemeci olabilme çabasındaydım bir zamanlar. Meğer deneme yazıyorum, diyenler denemeci olamazmış. Heyhat. Bunu sonradan öğrendim. Bir de denemelerde yazar kendine hitap etmeliymiş. Ben de aksine hep sana hitap etmek istiyorum. Öyle olunca yine deneme deneme olmazmış. Buna bir gerekçe uydurdum. Hz. Mevlâna diyor ya; “Ben sen oldum; sen de ben oldun! Ben ten oldum; sen de can oldun! Öyle bir hale geldik ki bundan sonra hiç kimse; 'Sen ayrısın, ben ayrıyım!' diyemez!"

Sen ben olunca, ben yine bana hitap etmiş olmuyor muyum? Gerekçeye diyecek yok. Ama gel bana sor: Bu ben, sen kavramlarından bir şey anladın mı? Empati yaparak seni ben yapabilirim: ancak ne malum sen empati yapacaksın da ben olacaksın. Hz. Mevlana’ya malum olan bize olmayabilir. Hem şunu da ekleyeyim: Bizim Yunusla olan senli benliliğiz Hz. Mevlana’ya sökmez. Hem bazı sözlerini hem anlamıyorum, hem de nedense kafam karışıyor. Zaten ortamın bozukluğundan kafalarımız iyice karışık. Onun için mecazları bir yana bırakarak seninle biraz söyleşelim mi?

Söz aramızda, sen hiç kendi kendinle konuşur musun?

Söz aramızda, dedik. Çekinmeden söyleyiver...

Hah, şöyle. Zaten kendi kendisiyle konuşamayandan ne köy olur ne kasaba. Siz ne şair olur, ne yazar, diyebilirsiniz.

Bilesiniz ki, kendi kendimizle konuşmak o kadar kolay olmayabilir. Bakın ben nasıl konuşuyorum.

Bu son yedi senedir, çalışma masamın tam karşısında büyük bir ayna var. Aynadakiyle konuşurken, bir bakıyorum ki aynadaki sen oluyorsun. Sonra sen ben oluyorsun. Aynadaki de o oluyor. Bu kez seninle onun konuşmasına da kulak misafiri oluyorum.  Ben, sen, o derken karışıyoruz birbirine... Tabii anlamıyoruz değil mi?

“Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var

“Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.” (NFK)

Anlar gibi yapalım; ama saçlarımızı yolmayalım. Yoksa sohbetimizi tamamlayamayız.

Konuşmaya nereden başlayalım?

Terorist devlet İsrail’den mi? Ondan beter ABD’den veya AB ülkelerinden mi?  Aman aman demeyelim. Batının, kapitalistlerin, emperyalistlerin yüzlerini ayan beyan gördük. Artık bundan böyle kendimize geliriz. Bu vahşiler var ya, bizim edebiyatımızı da yönlendirmeye kalktılar. İçten içe okul müfredatlarına da karışmış bu şeyler...

Peki, daha basit konulardan söz edelim:

Biliyorsunuz ki SaGen yazarlar Grubu’nun yöneticisiyim. (Reisi değilim). Sayfada, her halde robo,t iki de bir yeni üyelere hoş geldiniz, deyin. Şöyle yapın, böyle yapın. Daha etkili olur, şöyle olur, böyle olur. Önceden de söylemiştim. Ben bu robotların sözlerine uymayacağım. Dedim ya, ben içimden geldiği gibi davranacağım. Hem yazarlarımız çocuk mu?

Bir şey daha diyeyim mi? Kamu yönetimi derslerinde bize ne derlerdi biliyor musunuz? Bir sopa olacak, ucunda da bir havuç. Güdüleme araçları havuç ve sopa. Tövbe olsun ki, ben bu kurala uymam, dedim. Ben ne havuç gösteririm, ne de sopa. Ben insana insan gibi muamele ederim. Bugün okullarımızda da ödül ve ceza yöntemi o kadar çok kullanılıyor ki? Gerçekten bunun yararlı olduğuna inanalar da var... Bu konuyu da atlayalım.

Biraz da özelimize girelim mi?

Bilindiği üzere 28 Eylülde, SaGen Yazarlar Grubu sayfasını başlattık. “Edebiyatçı Olabilmek” yazısıyla açılışı yapmayı düşünüyordum. Yazıyı yükledikten sonra, birkaç dakika geçti geçmedi yazının yayından kaldırıldığı bilgisi iletildi. Aynı gerekçe; “toplum standarlarına uymuyormuşum.” Ben de toplum kurallarına uyarak HAYDİ MAÇA MAÇA başlıklı yazı yazdım. Yazı tarzıma uygun değildi; ama başlayalım dedim. Orada duruma değindim. Benim mimlenmiş olduğumu, korkanların yazmayabileceğini de söyledim.

Bu mimle yine karşılaştım ve anladım ki bu mim başka türlü bir mimmiş.

Ben Hâlâ Yeşil Bir Kurbağayım” başlıklı bir yazı yazdım. Ne olur ne olmaz diye yeni okur temsilcim Ahmet Gencal’a okuttum. Oluru aldım. Kendisine sordum. Ek olarak Kurbağa Sendromunu yazayım mı? Gerek yok. Çokları biliyordur, dedi. Bir de ilk başta “Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerine bir katkımızı olsun.” diye yazmıştım. Aaaa, bir dakika sürmedi. Yazı kaldırıldı. Yine toplum kurallarına uymamaktan... Daha fazlasına baktık, mealen diyor ki bilmem neleri aldatma var. Oo ben neymişim? Arama motorlarını, robotları aldatıyorum. Trend meselesi yani. Oysa ben bu meselelerden hiç anlamam. Bir tarih Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nin açtığı bir kursa gitmiştim. Bütün arkadaşlar konuya hâkimken ben anlamıyordum... Yine Ahmet’i çağırdım. Dedi ki bu “yüzyıl” çok kullanılıyor, bunu kaldır. Bir de “yeşil kurbağa” da ilginç onu da kaldır. Dediğini yaptım ve “İnsan Onuruna” yakışan başlıklı yazıyı yayınladım. Bereket kimse bir şey sezmedi. Ahmet ilave etti, sen mimlisin, çok dikkat etmelisin. Evet, ilginç, enterasan, ilgi çekici, normal dışı hiçbir şey yazmayacağım.  Tabii size sözüm yok nasıl yazarsanız yazınız.

Kum saatimiz boşaldı mı? Boşalmadı mı? İyi, boşalana kadar devam:

Napolyon’a atfedilen fıkra gibi bir hikayecik varmış:

Napolyon bir savaşta topçu birliğini teftiş ediyormuş. Bir topun sustuğunu görünce yanına gider. Çavuşa, topun neden ateşlenmediğini sorar. Çavuş da bunun 5 sebebi var, der. Say bakalım: 1. Barut bitti... Tamam, diğerlerini sayma.

Bu anlatı birçok örnek için kullanılıyor. Bu kez de biz kullanalım:

Şimdi sen izle beni. SaGen yazarlarına tek tek soruyorum:

Niye susuyoruz? 41 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Korkuyorum. Peki, diğerlerini saymaya gerek yok.

Başka bir yazara soruyorum:

Niye susuyorsunuz? 31 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Yazma isteğim yok. Peki, diğerlerini saymaya gerek.

Aynı minval üzere devam:

Niye susuyorsunuz? 11 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Sipariş üzerine yazmam ben. Peki, diğerlerini saymaya gerek.

Niye susuyorsunuz? 5 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Öyle küçük grup için yazmam ben. Peki, diğerlerini saymaya gerek.

Niye susuyorsunuz? 4 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Eleştiriye dayanamam ben. Peki, diğerlerini saymaya gerek.

Niye susuyorsunuz? 3 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Yöneticilerin motivesi eksik de ondan. Peki, diğerlerini saymaya gerek.

Niye susuyorsunuz? 2 sebebi var. Sayar mısınız? Bir: Önce başlamam ben. Peki, diğerlerini saymaya gerek.

Niye susuyorsunuz? 1 sebebi var. Söyler misiniz? BEN DE BİLMİYORUM.

Bu uydurmasyonlar oldu mu? Bu anda Prof. Dr. Niyazi Kahveci’yi hatırladım. Bir söyleşisinde, bizde düşünürlerin olmadığından bahisle yazarların atmasyon, tutmasyon, uydurmasyon vb. masyonlarla kendilerini aldattıklarını söylemişti.

Evet, ben baştaki bildirimlerimde de vurguladığım gibi hiç bir yazara; ŞU ZAMAN YAZ, ŞU KONUDA YAZ, ŞÖYLE YAZ, ŞU KADAR YAZ vb. demem. Demek de haddim değildir. Sonra evde “evlad ü ıyal” var. Hayalde mevki var, statü var...

Yalnız şunu diyebilirim: Zamanımızda müthiş bir dezenformasyon var. Tabii bunları takip edenler de...  Yazılarımıza öyle dikkat edelim ki bizleri dezenformasyon yapanlardan sanmasınlar. Yani kanunlara ve de Facebook kurallarına uymaya çalışalım.

Görüşmek dileğiyle  saygı ve sevgiler...

Sabahattin Gencal, Çekmeköy-İstanbul, 23. 10. 2023

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder