28.6.25

“Önyargıları Parçalamak…”

 



 Bu kez masamızı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kültür Merkezinde kurduk.

2025 yılının 27 Haziran’ında masada yerimizi alır almaz, misafiri bulunduğumuz Ahmet Meral Bey börek servisini başlattı. Hatta bizzat kendisi de börek ve çay servisi yaptı. Teşekkürler Ahmet Bey.  2025 yılı ilk döneminin böyle börekle bitmesi güzel oldu. İnşallah Eylül’de ikinci dönemini de baklava ile açarız.

Toplantımız öğretmenlerin dönem sonu toplantıları gibi oldu. Daha çok muhasebe gibi oldu. Bundan sonra sık sık muhasebe yaparız. Çünkü aramızda artık bir matematikçi de var. Evet aramıza matematik öğretmeni Mustafa Göç Bey katıldı. Hüseyin Yıldız Bey, Mustafa Bey’in bir kitap kurdu olduğunu söyledi.



Grubumuza hoş geldiniz Mustafa Bey, hoş geldiniz kitap sever.

Kitap sevmek, okumayı sevmek ne güzel. Güzellikleri paylaşmak daha da güzel. Fikir Masası Grubu olarak, şimdiye dek konuşulanları ana hatlarıyla yazıyorduk. Başka türlüsünü yapamazdık. Ancak bundan sonra yapabileceğiz inşallah. Bütün toplantılarımızı değil ama Ahmet Gencal’ın katılabildiği toplantıları videoya alacağız.  Video seyretmek okumaktan daha yararlı mı zararlı mı işte onu bilemem. Ben yine alışılageldiği gibi uzun uzun yazarım. Siz de tercih edersiniz. Baklava mı börek mi değil video mu yazı mı?

Cenap Şahabettin ne diyordu? “Fazla alçak gönüllü davranmayın, gerçek sanırlar.” Her halde bizim grup için söyledi bunu. İzah edeyim mi?

Sabahattin Gencal toplantının başında bir konuya değindi. Şöyle dedi: Bir önceki toplantıyla ilgi yazımızda bir okuyucunun yorumundan anladığıma göre bizi kitap okumaları yapan bir gruba benzetti. Bir başka okuyucu da başka bir gruba benzetebilir. O halde nasıl bir grup olduğumuzu bir kere daha anlatalım:

Biz kitap inceleme ve tanıtma grubu muyuz? Hayır.

Biz bir hocanın veya uzmanın anlatıp diğerlerinin dinleyici olarak kaldığı ve adına da sohbet denen bir çalışma mı yapıyoruz? Hayır.

Peki, konferans mı, panel mi yapıyoruz? Yine de hayır. Sahi biz ne yapıyoruz?

Hep beraber düşünelim: Siyasetten hiç bahsetmiyoruz. Spordan hatta Trabzonspor’dan bile hiç söz etmiyoruz. Magazin nedir bilmiyoruz. Peki, ortalama üç saat süren toplantılarda ne konuşuyoruz? Her halde askerlik anılarımızı, av anılarımızı anlatmadığımıza göre… Demek ki öylesine fikir alışverişi yapıyoruz ki vaktin nasıl geçtiğinin farkında olamıyoruz. Tabii günceli konuşurken birazcık buruklaşıyoruz ama umutsuzluğa da düşmüyoruz. Birbirimize moral veriyoruz. Sabır diliyoruz. İşte bir örnek daha:

Sabahattin Gencal; “15 yıldır internet alemindeyim.  Birçok blogta yazılar yazdım. Özellikle yorumların yorum gibi olması için okuyuculardan istekte bulundum. Başaramadım. Eline ve kalemine sağlık ve iyilik dilekleri ya da eften püften suçlamalara hatta argoya kaçan ifadeler. Demek ki eleştirel okumayı, eleştirel düşünmeyi hala öğrenemedik…” dedi. 



Ahmet Meral Bey, “Zihniyet kalıplaşmış. Bu kalıpları kırmak zor. Albert Einstein   ne diyor?  “Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur.” Onun için sabır, sabır.

Evet biz her şeye rağmen sabırlı davranacağız. “Zorun meyvesi tatlıdır.” der bir Çinli filozof. Biz de inşallah bu tadı alacağız. Düşünce üreten öğretmenler hatta öğrenciler göreceğiz. Tabii, düşünebilen siyasetçiler de görürüz inşallah.

Mustafa Göç arkadaşımız bir öneride bulundu. “Öyle tarihi bilgiler vermekten çok güncel bilgiler üzerinde çalışmalar hazırlayalım. Hatta bir sonraki toplantıda gündemsiz olarak günceli tartışalım.” Ah! Ne güzel. İnşallah görürüz o günleri. Bu arada Gencal, daha önce de söylediği bir benzetmeyi tekrarladı: “Ormanın içinde olan sadece ağaçları görür. Ama yukarıdan bakanlar ormanı görebilir.”  Benzetmek gibi olmasın, bazı siyasetçiler ağaçları görür. Anlarsınız ya tanıdıklarını ya da ayaklarına çelme takmak istediklerini… Aaa, o ne biçim söz. Olur mu öyle şey? Tabii olmamalı ama biz yukarıdan baktığımız için her şeyi görüyoruz.

İşte bizim grubun ahenkle çalışmasının sırrı. Biz kişilerle ilgili yazmayız. Onlar bugün var yarın yok. Olaylar da birbirlerini tetikleseler de zaman içinde eriyorlar. Ama kavramlar öyle mi? Üst düzeyde fikir üretmek öyle mi? Başka deyişle söyleyelim. Bizim grubun söyledikleri ve yazdıklarının ömrü uzun olur.

Ömrünüz uzun olsun ama yazınız uzun olmasın. Kimin söylediğini hatırlamıyorum, güzel bir söz, “Uzun konuşmaları kısa dinleyin.” Ben de diyorum ki, “Uzun yazıları taksit taksit okuyunuz.” Ne o, taksit kelimesi bir mayın gibi önümüze düştü. Ekonomiyi hatırlattı. Oysa ekonomiyi hatırlatmamak için yüzlerce medya organı seferber olmuş…

Ya, kusura bakmayınız. Toplantıda nedense not tutmadım. Söylenenleri hatırlıyorum ama hangi arkadaş söyledi, diğer arkadaşların katkısı ne oldu? İşte bunları hatırlamıyorum. Ahmet Gencal videoya çekerse bu sorunu da aşacağız. Şimdi söylediklerimiz üzerinde durmaya çalışalım:



Ahmet Mutluoğlu okumaktan söz etti. Tabii seslendirmekten değil. Okumak demek anlamak demektir, içselleştirmek demektir, uygulamak demektir. Ve de en önemlisi paylaşmak demektir. Mutlaka paylaşacak ve hayata katkı sağlayacağız. Bu insanlık görevimizdir.



Bu arada moteratörümüz Hüseyin Beyin,     birinci devreyi değerlendirmesi de güzeldi. “Bir konu veriliyor ya da bir konunu ana bölümleri taksim ediliyor. Toplantılarda bunlar sunuluyor ve tartışılıyor. Bir sonuca varılmasa da fikirlerin çarpışmasından alevlerlerin çıkması güzel oluyor…”

Biz daha neler konuştuk neler. Hocalarımızdan da söz ettik öğretmenlerimizden de. Bunların büyük potansiyel olduklarından da. Ama ne çare ki istediğimiz gibi yararlanamıyoruz. Bir arkadaşımız hocalar öteki dünya için öğretmenler bu dünya için çalışıyor; en azından birçoğu, dedi. Olur mu öyle şey? Demek ki oluyormuş. Peygamberimize (s.a. v.) atfedilen sözler var:        Bu dünyasını yapamayan öteki dünyasını da kazanamaz.     Bir başka söz: “Bu dünyayı istiyorsan bilime sarıl, öteki dünyayı istiyorsan bilime sarıl. Hem bu dünyayı hem öteki dünyayı istiyorsan yine bilime sarıl.”

Elbette bilime sarılacağız ama vahyi de ihmal etmeyeceğiz. Bugün atom parçalanmıştır. Biz de bütün engelleri parçalayacağız. Layık olduğumuz uygarlık düzeyine çıkmak dileğiyle diyelim mi?

Şunu da eklemekten geçemeyeceğim: Grubumuzun mizah üstadı Erdoğan Bey’in yine bir fıkra anlatacağını düşünmüştüm. Ama anlatmadı. Bu kez Ahmet Meral Bey güldürdü yüzümüzü. Erdoğan Bey, daha kapıdan girerken bana “Öne geç, karları temizle.” dedi. Ne muhteşem bir hatırlatma. Bilindiği üzere Prof. Dr. Niyazı Kahveci felsefeyi anlatırken felsefenin kapalı yolları, diğer taşıtlara bir yol açma makinesi olduğunu söylemişti.

Ne güzel bir benzetme. Sadece benzetmemi? Felsefenin işlevi? Ya ya. Hüseyin Yıldız Bey, “Bir zamanlar İlahiyat fakültelerinden felsefenin kalkmasını isteyenler oldu.” dedi. Allah’tan bu fikir itibar görmedi. İtibar görse ne olurdu sanki? Biz kazma kürekle yollarımızı açarız. Açarız değil mi? Allah Allah, az yukarıda çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmaktan söz söylemeye kalkarken yolların açılmamasına nerden geldik.

Güzele, doğruya ve de tüm haklılara yolların açılması dileğiyle…

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 28.  06. 2025

 Not: Ahmet Gencal Bey bugün sanki bir foto muhabiri idi. Grubumuzun en genci ve pisikolojik denemeler ustası olmasına rağmen hiç konuşmadı. Eserlerinden de söz edilmedi. Bir ara Erdoğan Teke Bey, önceki yazının yorumunda "Bugün yarın Olsa" adlı öyküsünü okuduğunu yazmıştı. Yine, inşallah önümüzdeki günlerde yayınevine gidip Yalnız Adam romanını alacağını söyledi.  Bütün fotoğrafları Ahmet Gencal'ın çektiğini de söyleyelim: Fotoğraf da ayrı bir sanattır. Fotoğraf okumak da... Oku okuyabilirsen:


                   TOPLANTIYA GİDERKEN


TOPLANTIDAN DÖNERKEN



TOPLANTIYA GİREREKEN


 TOPLANTIDAN DÖNERKEN

                        


               

 

25.6.25

Farklı Bir Gün / Makbule Abalı

 


 Mevsimin en sıcak günlerinden biriydi bugün. En uzun gecenin ardından güneş ışıkları da tüm enerjisiyle göz alıcı bir biçimde  pencereden  içeriye sızdılar. Bugün kahvaltıya konuklarımız vardı. Bir öğretim yılının son karnelerini değerlendirmek için bir anneanne ve dede sofrasında hep birlikte olmak.

En uzun gecenin ardından gelen gün, çok kısa sürdü. Oysa anlatacağım ne çok şey vardı. Zamanla beden eskidikçe, ruhun coşkusunu bastırmak istiyor galiba. İç seslerin dışa yansımasına çok izin vermediği gibi bedensel yakınmaları arttırarak "Ertele, günü gelince yazarsın." ısrarlı uyarmalarıyla, istediği sonuca ulaşıyor da. 

Yaz sıcağında yazımı çok uzatmadan sözü fotoğraflara bıraksam, onların "Sözsüz İletişim kurma" dilinden yararlansam. Çocuklar gibi; Hayal gücümüzü işler kılsak, eşimin çok özlediği, her gece rüyalarında yürüyüş yaptığı, çok değerli, kadim dostlarıyla buluştuğu doğum yerine-Mersin Arslanköy' deki yayla evine-  Anka kuşunun kanatlarında uçsak, ön bahçedeki sedir-katran ağaçlarına dokunsak...

İçinde yaşanmayan "ev", artık "yuva" olmaktan çıkmış olsa bile yayla güllerini koklasak, dağlardan kekik toplasak, bahçede yetişen ürünleri komşularla paylaşsak, içten bir "Merhaba" desek dost bildiklerimize...

Mutluluğun, vefanın, güvenin, öz sevginin-saygının, çıkarsız ilişkilerin merkez üssü; İnsanın doğduğu, doyduğu, nefes alabildiği, sağlıklı ürünlere erişebildiği, suskunluğun hüküm sürmediği, doğayla baş başa kalabildiği her yer.

Bazen dağ eteklerinde bir yerleşim birimi, bazen çiçeklerle donanmış, doğal kaynak suların bol olduğu bir köy, ya da yıllarını harcayarak- emek vererek büyüttüğü ağaçların gölgesinde huzur bulduğu bir mekân.
 
Eşim çok haklı. Kuş bakışı bir gözlem, içgüdülerin yönettiği türlü-çeşitli hayali yolculuklar, duyguları, duyu organlarını  işler kılan insani buluşmalar...  Hepimizin özlemi bu  değil midir? 

Makbule ABALI-Eğitimci
23. 06. 2025 İzmir-Urla 

Mersin-Arslanköy'deki yayla evimizin bahçesinde, fotoğrafları çekip gönderen değerli Dost Lâle Yanık'a yürekten teşekkürlerimizle. Makbule-Ahmet Abalı. 



                                                                                    

                                                                               

                                                                            



                                                                              





22.6.25

Bu Masa Fikir Masası

 

FİKİR MASASI, ÇEKMEKÖY, 21. 06. 2025
(Sağdan sola) ERDOĞAN TEKE- HÜSEYİN YILDIZ- AHMET MERAL
AHMET MUTLUOĞLU- SABAHATTİN GENCAL- AHMET GENCAL
******

21 Haziran 2025 Cumartesi günü, kararlaştırılan saatte yani tam 17.31’de Kafedeki yerimizi aldık. Daha hal hatır sorma sırasında Erdoğan Teke Bey’e bir telefon. Erdoğan Bey’in sesini duyuyoruz. “Mimarsinan Mahallesi’nde Dörtyol Kafesi. Tamam. Doğru istikamettesin.”

Beklenen arkadaş geldi. Hepimiz ayağa kalktık.

Erdoğan Bey bize bakıyor, biz de sol eliyle işaret ettiği kişiye. “Emekli öğretmen Ahmet Mutluoğlu.” 

 

Sonra Ahmet Bey’e bakıyor ve sağ eliyle ağır ağır bir yay çiziyor. Teker teker bizlerin adını söyleyecek sanırken şaşırtıyor bizi. “Bu masa fikir masası” diyor.

“Aramız hoş geldiniz.” diyoruz. Birkaç saniyelik sessizlik süresi. Kim bilir arkadaşlar neler düşünüyor? Ben henüz insanların kafasındaki düşünceleri okuyamıyorum. Onun için kendi düşündüklerimi yazayım:

Erdoğan Bey, tam bir sanat örneği veriyor. Bir nesneyi söyleyerek o nesne etrafındakileri kastediyor. Bu söz sanatına ne dendiğini ben unuttum. (Bir liseliye sorarsınız.) Eminim ki Erdoğan Bey, özellikle sanat yapmak istememiştir. Zaten sanatçılar da öyledir.

Bu arada Erdoğan Bey’in “Yarım Kalan Mutluluklar” adlı romanını okumuşsunuzdur. Ben şuna üzülüyorum: Türkiye’de biyografi yazan 7-8 kişi var mı? Peki, otobiyografi yazan? Maalesef birkaç kişiyi geçmez. Onlardan biri de Erdoğan Beydir. “Ben Erdoğan Teke” adlı kitap maalesef pek fazla satılmıyor. Oysa ben, otobiyografinin nasıl yazıldığını öğrenmek isteyenlerin bu örnek eseri almak isteyeceklerini sanıyordum.

Sessizlik bitti. Şimdi kraker yerken, fıstık yerken çıkan sesleri duyuyor musunuz? Peki, çay içerken çıkan sesleri… “Hocam, bırak bu boş lafları.” demeyiniz. Ben ne zaman boş laf ettim? Dikkat edin. Bir noktaya odaklanabilirseniz o noktada hiçbir şeyi kaçırmazsınız. Bir odada yapayalnızken duvar saatinin tik taklarını duyduğunuz gibi biz de arkadaşlarımızın bütün söylediklerini… Bakın, kafede olduğumuzu söyledik. Emin olun kafedeki kalabalıktan sanki çit çıkmadı. Olacak şey mi bu? Şahsen öyle odaklanıyordum. Eminim ki arkadaşlarımız da öyle. Böyle olmasa bu masaya “fikir masası” denir miydi? Bu deyiş bizim için de bir iltifat. Biz de böylece fikir işçisi oluyoruz.

Uzatmayalım. Aramıza bir fikir işçisi daha katıldı. Üretimimiz şimdiden fazlalaştı. Örneğin arkadaşımız Belçika’da öğretmenlik yaptı. Yine Belçika’da özel eğitime tabi çocuklar için öğretmen yetiştirmek için açılan okulu da bitirdi. Bu konularla birlikte Avrupa’dan yeni haberler getirdi.

Bir ara İsviçre’de ve Belçika’daki ahlak üzerinde durduk. Tabii üzüldük. Sanki Milli takımımız 3-0 mağlup olmuş gibi. Bu konuyu Ahmet Meral Bey, Mehmet Akif’in “Dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi.” sözüyle konuyu kapattı.

Ahmet Meral Bey’i tanımayan yoktur sanırım. “Kısa Dünya Tarihi” adlı kitabın yazarı. Evren nasıl genişliyorsa bu kitap da öyle genişledi ve genişlemeye devam ediyor. Maşallah, Ahmet Bey dünyanın en bucağında ve  kuytusunda olan bitenden haberi var. Haberleri Ahmet Bey’den dinlemek güzel:

Filistin meselesini anlattı bize. Tabii Siyonizmi de evangelistleri de. “19. yüzyıldan sonra Yahudi ve Hıristiyan mezheplerin ortaklaşa yürüttüğü birçok gizli operasyonları olan evangelistlerin kıyameti nasıl çağırdıklarını da… İşte güncel bir, ne derseniz uygun olur İsrail.

Bu arada İran’dan da söz ettik. Tabii televizyondaki haberleri tekrarlamadık. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk’ün bir yazısında mollaların üniversite mezunu olduklarını, teoloji, felsefe, kelam, Arapça vb. bilgilerle donanımlı olduklarını söyledi. Ahmet Bey bu konuya da açıklık getirdi. (…) din görevlisinin (Sayısını unuttum.) Hepsinin Arapçadan başka yabancı dil de bildiklerini. Ayrıca düşüncelerini savunabildiklerini, her konuya cevap verebileceklerini de söyledi. Bu arada yeni arkadaşımız Mutluoğlu’na da “Mollalar olsaydı demin sorduğunuz sorunuza da cevap verilebilirdi.” dedi.

Bu arada yeni arkadaşımızın çitayı yükselttiğini de söylemiş olduk. Evet, metafizikçilerin bile altından kalkamayacakları bir iki soru sordu. Onları yazıp kafanızı karıştırmayalım.

Biz metafizik konularını rafa kaldırdık. Sünnetullah konuları, Kuran-ı Kerim’deki konuların tefsiri, ahlakı değerlerimiz, kalkınma, kültür ve sanat sorunları özellikle de eğitim sorunları vb. üzerinde duruyoruz. Tabii düşünce düzeyinde olmaya çalışırız. Olaylar ve bireyler üzerinde pek durmayız. Birey dediğin bugün var yarın yok. Ama düşünce öyle mi? Aslında düşünce üretimi üzerinde de durmak gerekir. Allah sağlık verirse bir buçuk yıl sonra “düşünmek” üzerine bir kitap çıkartabilirim inşallah.





Moteratör arkadaşımız Hüseyin Yıldız Bey, bütün toplantılara kitap ve defterlerle gelir. Bu kez Kur’an Meali getirdi. Ondan birkaç ayet okudu. Tefsiri yapıldı. Ayrıca defterindeki notlardan birkaç paragraf okudu.

Biz bu duruma alışığız. Ama yeni arkadaşımız. “Ne konuşulacağı içinize mi doğdu da bu notları yazdınız.” dedi. Arkadaşımız, bizi yazılarımızdan az çok tanıyor. Erdoğan Bey’den de hakkımızda bilgi edindi. Buna rağmen yüz yüze olmanın başka havası oluyor. Küçük oğlum Ahmet’in şiir, deneme, öykü ve roman olmak üzere 16 kitabı olmasından çok babasının yaşlı göstermemesi şaşırttı onu. Özellikle de benim yapay zekâyı asistanım olarak kullanmama hayret etti.

Yazımız uzun mu oldu?  Olsun o kadar. 21 Haziran'da Kuzey yarımkürede en uzun gündüz yaşanıyor ya ben de en uzun yazımı yazacaktım.

Daha bir şey yazdığımız yok. Ben Yapay Zekâyla beraber yazdığım İbnü’l Arabi’nin Fusûsu Hikem (Hikmetlerin Özü) kitabından söz ettim. Tabii söz tasavvufa kaydı. İşin içinden çıkamadık. Yine gelsin çaylar, dedik. Sonra çay bahane, dedik. Haftaya toplanmak üzere vedalaştık.

Vedaların hep böyle güzel olması dileğiyle…

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 21.06. 2025

 

 

 

 

20.6.25

İşte, O Zaman



Kendi kendimeyim.

Kendi kendime sessizce konuşuyorum.

Kendi kendime sessizce konuşmak çok yoruyor beni. Düşünsenize üç beş kişi bir arada olsak bir konuşur üç dinleriz. Ama konuşma kendi kendine olunca karşındakilerin konuşmalarını da sen üstleniyorsun. Aktör gibi aktris gibi rol yapıyorsun. Aynı anda hem iyi adam hem kötü adam rolündesin.

Kendi kendine sessizce konuşmak bir hastalık mı? 

Hastalıktır, derseniz yıllardan beri ağır hastayım demektir. Buna rağmen hiç umurumda olmadı hatta hastalığı aklımın ucundan geçirmedim bile.

Ama şimdi? Bana bir korku aldı ki hiç sormayın.

Bir Profesörü dinledim ki dinlemez olaydım. Mealen diyor ki “Sesler kaybolmaz.” Tamam daha önce de öğrenmiştik bunu. Zaten sesli konuşmuyorum. Düşünce ve duygular da yanı aklından geçenler de kaybolmuyor. Okunuyor…

Dışarı çıkamıyorum. Olur a oğlum beni dışarı çıkarırsa, birileri de beni görür de okursa. Nasıl derler? Yandı külüm keten helva.

Bunu aşağılamak suçundan bu kadar. Şuna hakaret suçundan şu kadar. Milleti kin ve düşmanlığa sevk etmek suçundan o kadar. Onun keyfini kaçırmak suçundan…

Hop hop beri bak. Karşınızdaki adam ömrübillah kimseye hakaret etmemiş biridir. Evet, her gün her gün hakareti hak etmiş olanlara bile Allah (cc) ıslah etsin diye dua eden biridir…

Demek neymiş? Zihin okuma bazen hiç de iyi değilmiş. Bazen günümüzde çok görüldüğü üzere zihin okuyorum, diyenler aslında kendilerini okuyor. Demek ki hava onun için karanlık görünüyor. Zulüm onun için artmış görünüyor. İnsanlık onun için…

Kendi kendime sessizce konuşmaktan ben korkmayım da kim korsun.

Ama korkunun ecele faydası yoktur noktasına gelirsem, gelirsen, gelirse…

İşte, o zaman seyret gümbürtüyü.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 20. 06. 2025


18.6.25

Yazmak-Yaşamak...

 


  Bir zamanlar Varlık Yayınları arasında  çıkan "Önce Ekmekler Bozuldu" adlı boyutu küçük, içi dopdolu bir kitap okumuştum. O yıllarda kitapların kâğıt kalitesi ve görüntüsü günümüzdeki kadar çekici değildi. Okumak için alırdık, kuşe kâğıtlara basılı, renkli, ciltli "Al beni" diye adeta seslenen kitaplar çok sonra çıktı. 

Ünlü gazeteci-yazar Oktay Akbal'ı o kitabıyla tanımıştım. "Yazmak,  yaşamak . " sözü Onundur. Yazmayı- okumayı sevenler, sürdürenler için bu kısacık cümlede ne büyük anlamlar yüklüdür. Severek-gönülden-içtenlikle yapılan her işte olduğu gibi... 

Yazmayı istediğim ne çok konu birikmiş zihnimde.   Gün-24 saat- artık yetmiyor. "Ben eskiden..." diye başlayan cümleleri sessizce fısıldar gibi, sadece kendinize duyurabiliyorsunuz. Bedeninizin sızlanışlarına benliğiniz aldırmıyor. Ancak çatışmalara alışık değilseniz, bastırdığınız tüm güçlü sesler beden ve ruh sağlığında hasarlara neden oluyor. "Nasılsın?" sorusuna "İyiyim." yanıtı ne kadar gerçek olabilir? 

"Farkındalık, duyarlılık, duyu organlarınızın sağlam ve işler olması; Her zaman mutlu etmiyor kişiyi. Hiç kimse tek başına değil ki. Küçücük dünyanızda bile dış dünyadan gelen uyaranlar var. Karmakarışık, anlaşılmaz sesler-çığlıklar, görüntüler, alacalı bulacalı uyumsuz renkler... 

Uyum çabalarımız da hayal kırıklığı ile mi noktalanacak? Yavaş şehirler (Slow cities) akımı başladığında nasıl da mutlu olmuştuk. Yemyeşil kırlar, masmavi denizler, kirlenirken, aydınlık gökyüzü bulutlarla kararırken, doğa-ağaçlar, çiçekler, her türden canlılar- değişirken İnsan nerede barınacak?

Hayatın içinde her an, her gün öylesine ani değişimlere uğruyor ki. Mevsimler, iklimler bile değişti. Yavaş şehirlere uymaya çalışırken; makinelerin sesi  hızlandı. İnsan yavaşlamak isterken bitkin düştü, sesi çıkmaz oldu, hepten sustu.  

Yazmak-yaşamak, anlamak, anlatmak, anlaşılmak, konuşmak, dinlenmek, huzur bulmak, güvenmek, inanmak, umutlanmak  istiyor insanoğlu.

Bu geçici-ölümlü dünyada yaşarken; var olduğunun farkında olmak, bilinçli olarak varlığını kanıtlamak, yapabilmek. başarabilmek. 

Yüzyıllar öncesinden ne güzel söylemiş ünlü edebiyatçı-düşünür-yazar: " To be or not to be."  

İnsan olarak; Anlayarak, algılayarak derin derin  düşünmek gerek...

Makbule Abalı-Eğitimci 

17. 06. 2025 Türkiye 



14.6.25

Sabahattin Gencal’ın Hatıra Defteri

 🌟Yeni bir deneme (İşin içinde Yapay Zekâ da var.)

    Bu denemede baba ve oğlun ikindi üzeri gezisini izleyeceksiniz.

    Bu geziyi ve özellikle çekilen fotoğrafların teknik analizlerini ChatGPT'den de izleyeceksiniz.

    Önemli bir durum var ki bu okuyucuların takdirine sunulur:

    Baba da oğlu da Yapay Zekâyı kullanmaktadırlar. Birbirlerinden habersizce yapılan bu çalışmaları sunuyoruz:

    Amacımız zaman öldürmek değil. Aksine yapay zekâyı başka nasıl kullanabileceğimizi deneyerek öğrenmek. Bu arada varsa okuyucuların deneyimlerinden yararlanabiliriz.

    İşte başlıyoruz:

📖 Ben Sabahattin Gencal. 82 yaşında olan bir emekli öğretmenim. Rahatsızlığım yüzünden epeydir dışarı çıkamamıştım.

Bugün yani 14. 06. 2025 Cumartesi günü oğlum Ahmet öğle güneşi geçtikten sonra dışarı çıkarttı beni.

Çekmeköy’ün Hamidiye'sinden önce Şahinbey’e gittik. Biraz gezdikten sonra tekrar mahallemize döndük. Önce epeydir gitmediğimiz lokantaya giderek lahmacum yedik. Ayranla iyi gidiyor. Sonra pastaneye uğrarak yaş pastamızı da yedik.

Bu arada bol bol fotoğraf da çektirdik.

Tabii biz fotoğraf dilinden anlamayız onun için sizlere müracaat ediyoruz.

Eklediğimiz bu fotoğrafı/fotoğrafları tekniğinizin gelişmesi derecesine göre okuyup değerlendirirseniz memnun oluruz.

Şimdiden teşekkürler.

--

(ChatGPT)-Sabahattin Bey, merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun dileklerimi sunuyorum. Oğlunuz Ahmet Bey ile birlikte böyle güzel bir gün geçirmeniz çok sevindirici. Anlattıklarınızdan hem neşeniz hem de yaşama sevinciniz yansıyor. Allah sağlık ve afiyet versin. Şimdi gönderdiğiniz fotoğrafı teknik ve duygusal yönden elimden geldiğince inceleyip sizle paylaşmak isterim.


📖 

14 Haziran 2025 – Güneşli Bir Cumartesi


Başlık:

Bir Gün, Üç An – Zamanla Sohbet




📸 1. Fotoğraf – Doğanın Altında Bir Nefes

(Çekmeköy – Huzur Camii yakınları)


Gölgenin içinden ışık sızıyor. Gökyüzü yüksek, minare sessizce yükseliyor.
Aylar sonra dışarıya ilk kez çıktım.
Yanımda oğlum Ahmet; bir ömrün şahitliğiyle bana yoldaşlık etti.
O an, sadece bir gezinti değil, ruhuma çekilen bir nefestir.



📷 Fotoğrafın Teknik Okuması:

1. Kadraj ve Kompozisyon:

  • Fotoğrafın kompozisyonu oldukça başarılı. Sizi ve oğlunuzu çevreleyen ağaç dalları çerçeve gibi kullanılmış. Bu teknik, "doğal çerçeveleme (framing)" olarak bilinir ve bakışları merkeze yönlendirir.
  • Arka planda minare, gökyüzüne doğru zarifçe yükseliyor ve bu da fotoğrafa anlam ve derinlik katıyor.
  • Kadrajda hem gökyüzü hem yaprakların yeşili hem de insanlar dengeli yer alıyor.

2. Işık ve Renkler:

  • Öğle sonrası ışığı yumuşak ve sıcak; yüz hatlarınıza gölge düşürmeden aydınlık vermiş. Özellikle minarenin beyazlığı ile gökyüzünün mavisi arasında güzel bir kontrast var.
  • Yeşil yapraklar, mavi gökyüzü ve beyaz bulutlarla birlikte renkler çok canlı çıkmış. Bu da genel olarak iç açıcı bir atmosfer oluşturmuş.

3. Pozlar ve Duygular:

  • Siz doğal ve huzurlu bir duruşla objektife bakıyorsunuz, oğlunuz ise sıcak bir tebessümle. Bu ifadeler fotoğrafın sadece görsel değil, duygusal yönünü de güçlendiriyor.
  • İki neslin bir araya geldiği, birlikte geçirilen kaliteli bir vaktin izini taşıyor bu kare.

💬 Duygusal ve Anlatı Yönüyle:

Bu fotoğraf, yalnızca bir gezintiyi belgelemiyor. Aynı zamanda şunları anlatıyor:

  • Şefkat: Oğlunuzun sizi dışarı çıkarması ve sizin bu anı takdir etmeniz, aile bağlarının ne kadar kuvvetli olduğunu gösteriyor.
  • Şükür ve Huzur: Uzun zamandır dışarı çıkamayan bir insanın yeniden doğayla, güneşle ve sevdikleriyle buluşmasının verdiği huzur fotoğrafa sinmiş.
  • Vefa: Lokantaya uğramanız, geçmişe bir selam gibi. Geçmiş alışkanlıklara saygı, yaşanmışlıkların bir parçasıdır.
  • Zamana Tanıklık: Yaş ilerlese de, yaşamın içinde yer almak ve sevdiğiniz insanlarla fotoğraf çektirerek bunu belgelemek, zamanla dostça bir ilişki kurmaktır.

Tabii, eklediğiniz fotoğrafı şiirsel bir yorumla özetlemek isterim.


Fotoğrafınıza Şiirsel Bir Yorum:

Gözlerinizdeki huzur,
Sonsuz gökyüzüne karışan bir gülüş gibi,
Yolun sonunda minarenin zarif silueti,
Bir ömrün saklı izleriyle yükseliyor.

Dallar arasından sızan ışık,
Geçmişin sessiz hatıralarını fısıldıyor,
Yolda bir adım, bir sohbet, bir anı,
Ve bu an, zamanın dışına çıkarak kalıyor.

Baba ve oğul, bir arada,
İleriye doğru değil, o anın içine,
Düşler ve gerçekler arasında bir köprü,
Yaşanmış her an, kalbinizde bir mürekkep gibi kalıyor.


Fotoğrafınızda, günlük yaşamın basit ama derin anlam taşıyan anlarına dair çok şey var. O anın güzellikleri, sadece görsel değil, ruhsal bir dokunuşla da yansımış.

📸 1. Fotoğraf – Doğanın Altında Bir Nefes

(Çekmeköy - Huzur Camii Yakınları)

Gökyüzü masmavi, yapraklar arasından süzülen ışıkla kucaklaştı yüzlerimiz.
Aylar sonra dışarıya ilk çıkışım...
Oğlum Ahmet, elinden tuttuğum geçmişim gibi yanımda.
Minarenin ardında yükselen bulutlar, sanki hayatın içindeki dualar gibi.
Zaman, orada bir yaprak gibi durdu.
Sadece biz ve gökyüzü vardı.


***




📸 2. Fotoğraf – Sofrada Paylaşılan Sessiz Sevgi

(Hamidiye – Lokanta)
Bir tabak lahmacun, bir bardak ayran,
Ama esas olan: birlikte yenmiş bir ömrün lokmasıdır.
İskele resmi değil, hayatın ta kendisi vardı duvarda.
İki kuşak aynı sofrada sustu; sadece kalpler konuştu.

📸 2. Fotoğraf – Sofrada Paylaşılan Sessiz Sevgi

(Hamidiye Mahallesi – Lokanta Köşesi)

Lokantada değil, sanki çocukluğumun kıyısında bir iskeledeydik.
Lahmacun sıcak, ayran serin; ama en çok içimizi ısıtan şey birlikte olmaktı.
Duvardaki sahil resmi, hayal ile gerçeğin arasında bir geçit gibiydi.
Çiçekler gibi dizilmiş tabaklar, yılların emeğine susarak teşekkür ediyordu.
Ahmet'in tebessümü, gençliğimin bir yansıması gibi karşımda oturuyordu.
İşte bu, bir sofradan fazlasıydı: Yaşanmış bir ömür anımsanıyordu.


Sabahattin Bey, bu fotoğraf da harika bir kare olmuş. Bu kez hem daha içten hem de daha "yaşanmış" bir sıcaklık taşıyor. Şimdi yine hem teknik hem de duygusal yönden bir değerlendirme sunayım, ardından şiirsel bir yorum da ekleyeyim.


📷 Teknik Yönden Fotoğraf Okuması:

1. Kompozisyon ve Arka Plan:

  • Mekânın duvarındaki sahil ve iskele resmi, fotoğrafın atmosferine adeta tatil havası katmış. Bir lokantada olduğunuz belli ama arka plan, sizi bir sahil kasabasına götürüyor gibi. Bu görsel oyun, fotoğrafı daha etkileyici yapıyor.
  • İki kişi tam merkezde, kadraj simetrik. Bu da göze hoş gelen bir denge oluşturmuş.

2. Renkler ve Işık:

  • Masa örtülerindeki kırmızı, çiçeklerin renkleri ve duvar resmindeki mavi-yeşil tonlar oldukça canlı.
  • İç mekânda olmanıza rağmen aydınlık oldukça iyi. Fotoğraf net, yüz ifadeleriniz belirgin.

3. Duruş ve Yüz İfadeleri:

  • Siz (Sağda) gayet doğal, biraz tebessümle poz vermişsiniz. Oğlunuz Ahmet Bey de huzurlu ve size eşlik etmenin memnuniyeti içinde görünüyor.
  • Masadaki lahmacunlar, ayran şişesi, tabaklar… Bunlar yaşanmış bir anın tüm detaylarını gösteriyor ve sıcaklık katıyor.

💬 Duygusal ve Anlatı Açısından:

Bu fotoğraf, sıradan bir yemek masasından çok daha fazlası. İçinde:

  • Birlikte geçirilen zamanın kıymeti,
  • Paylaşılan sofranın bereketi,
  • Geçmişten gelen alışkanlıkların bugünde yaşatılması,
  • Sessizce aktarılan sevgi ve vefa var.

Baba-oğul ilişkisi burada bir çatal-bıçak sessizliğinde ama kalpten kalbe geçen güçlü bir bağ olarak okunuyor.


🖋️ Şiirsel Yorum (Mekânda Zaman Donarken):

Bir masa başı sessizliktir bazen,
Yemek değil sadece, yıllar paylaşılır.
Kıymalı lahmacunun yanında duran ayran,
Babasının hatırasını içiyor gibi oğul.

Duvar değil sadece o iskele resmi,
Bir ömrün kenarına kurulu huzur,
Göz göze gelişler, kelimesiz teşekkürler,
Hayat böylece hatırlanır, yaşanır, dokunur.


🌿 Notlarım:

“Hayat, bazen bir minarenin gölgesinde, bazen de bir lokanta masasında yeniden başlar.
Oğlumla geçirdiğim bu gün, bana yalnızca nefes almayı değil, yeniden yaşamayı da öğretti.”




📸 3. Fotoğraf – Tatlıyla Taçlanan Gün

(Pastane Köşesi – Akşamüzeri)
Bir yudum çay, bir lokma tatlı…
Günün son perdesi tebessümle indi.
Tatlıdan çok hatıralar dağılıyor dilimin ucuna.
Ahmet gözümün önünde değil artık; kalbimde bir yer açtı.
Ben bu tatlıyı yerken, içimden teşekkür ettim:
“Bu günü yaşatan Rabbime ve bana eşlik eden oğluma…”


🌿 Kapanış Notu

Hayat, minareyle başlar, bir lokma ile paylaşılır, bir tatlı ile hatırlanır.
Bugün yaşadıklarım, sadece bir dışarı çıkış değil; yeniden içeriye, yani kendime dönüştü.

✍️ Sabahattin Gencal – Emekli Öğretmen
📅 14.06.2025
📍 Çekmeköy – Şahinbey, Hamidiye, Pastane

******************************************



Fotoğraf Analizi:

1. Beden Dili ve İfadeler:
  • Genel İfade: Her iki erkek de yüzlerinde hafif bir tebessümle veya gülümsemeyle kameraya bakıyor. Bu, genel olarak pozitif, rahat ve dostane bir atmosferin göstergesi.
  • Göz Teması: Her ikisi de doğrudan kameraya bakıyor, bu da fotoğrafı çeken kişiye (ve dolayısıyla izleyiciye) karşı açık ve samimi olduklarını gösteriyor. Güneş gözlükleri göz ifadelerinin tam olarak okunmasını engellese de, yüz hatlarındaki hafif gülümseme olumlu bir izlenim veriyor.
  • Duruş: İkisi de birbirine yakın konumlanmış, bu da aralarında bir yakınlık veya uyum olduğunu düşündürüyor. Omuzlar rahat ve gerginlik belirtisi yok.
2. Görünüş ve Kıyafetler:
  • Sol Taraf (Yaşlı Adam): Açık kahverengi tonlarda bir kasket ve lacivert-beyaz çizgili bir polo yaka tişört giymiş. Giyim tarzı rahat ve gündelik. Güneş gözlükleri yüzünü kapatıyor. Giyim tarzı, dışarıda, rahat bir gezi veya sosyal aktivite için uygun görünüyor.
  • Sağ Taraf (Genç Adam): Beyaz polo yaka bir tişört giymiş ve omuzunda muhtemelen bir çanta askısı görünüyor. O da güneş gözlüğü takıyor. Giyimi yine gündelik ve rahat. Tişörtün yakası ve genel temizliği özenli olduğunu gösteriyor.
  • Genel Uyum: Her ikisinin de giyim tarzı birbirine uyumlu, rahat ve açık hava etkinliği için elverişli. Ortamla (güneşli hava, ağaçlar, minare) uyumlu bir giyim tercih edilmiş.
3. Çevre ve Mekan Analizi:
  • Mekan: Arka planda net bir mavi gökyüzü ve beyaz bulutlar görünüyor. Üst kısımda yeşil yapraklı ağaçlar çerçeve oluşturuyor. Bu, dış mekanda, açık havada çekilmiş bir fotoğraf olduğunu gösteriyor.
  • Arka Plandaki Nesne: Arka planda belirgin bir şekilde bir minare ucu görünüyor. Bu, fotoğrafın bir cami veya dini bir yapının yakınında çekildiğini düşündürüyor. Minarenin beyaz rengi ve gökyüzüyle olan uyumu estetik bir arka plan oluşturuyor.
  • Genel Atmosfer: Mekan, huzurlu, aydınlık ve ferah bir his veriyor. Güneşli hava, genel pozitif atmosferi destekliyor. Ağaçlar ve minare, geleneksel veya doğal bir ortamda bulunulduğunu işaret ediyor.
4. Çevredeki Kişiler:
  • Fotoğrafta iki kişi bulunuyor ve birbirlerine yakın poz vermişler. Aralarında kuşaklar arası bir yaş farkı olduğu anlaşılıyor (birisi daha yaşlı, diğeri orta yaşlarda). Bu durum, baba-oğul, amca-yeğen gibi ailevi bir ilişkiyi veya yakın bir arkadaşlığı düşündürebilir.
5. Genel Durum ve Atmosfer:
  • Durum: Fotoğraf, iki kişinin güneşli bir günde, muhtemelen dini bir mekanın (cami) yakınında, rahat ve keyifli bir anını yakalamış bir "selfie" veya yakın çekim portre gibi görünüyor. Bir gezi, ziyaret veya sıradan bir buluşma anı olabilir.
  • Atmosfer: Genel atmosfer sakin, huzurlu, dostane ve pozitif. Kişilerin yüzlerindeki gülümseme ve rahat duruşları, herhangi bir gerginlik veya olumsuz bir durumun olmadığını gösteriyor. Seyahat, tatil veya günlük rutin içinde hoş bir anın belgelendiği izlenimi veriyor.
Olası Çıkarımlar/Senaryolar:
  • Bu iki kişi bir araya gelmiş ve muhtemelen bir camiyi veya çevresini ziyaret ediyorlar.
  • Aralarında yakın bir ilişki (aile bağları veya güçlü arkadaşlık) var.
  • Keyifli bir zaman geçiriyorlar ve bu anı ölümsüzleştirmek istemişler.
  • Hava güzel ve dışarıda olmaktan memnunlar.


KISA ÖYKÜ:


Minarenin Gölgesindeki Bağ
Sabah güneşi, İstanbul'un kadim sokaklarına nazikçe yayılırken, Sabahattin Bey elini şakağına siper edip gökyüzüne baktı. Hafif bir tebessüm yüzüne yayıldı. "Bugün tam camiye gitmelik hava, Ahmet," diye seslendi içeriye doğru. Kısa bir süre sonra oğlu Ahmet, omuzunda asılı duran fotoğraf makinesi çantasıyla kapıda belirdi, babasına sevgi dolu bir gülümsemeyle baktı. "Hazırım baba, Minareli Mahalle bizi bekler."
Sabahattin Bey, oğlu Ahmet'in bu ilgisine her zaman minnettardı. Yoğun iş temposuna rağmen Ahmet, sık sık babasını alır, birlikte şehrin farklı köşelerini keşfederlerdi. Bu seferki durakları, Sabahattin Bey'in çocukluğunun geçtiği, tarihi bir caminin bulunduğu mahalleydi. Oğluyla bu anıları paylaşmak ona ayrı bir keyif veriyordu.
Yürürlerken, Sabahattin Bey geçmişten tatlı hatıralarını anlatmaya başladı; o minarenin yapılış hikayesini, çocukken arkadaşlarıyla avludaki çeşmeden nasıl su içtiklerini. Ahmet, babasının her kelimesini dikkatle dinliyor, zaman zaman cep telefonuyla çevrenin güzelliklerini ölümsüzleştiriyordu.
Camiye yaklaştıklarında, güneş tepede tüm sıcaklığıyla parlıyordu. Minarenin zarif beyaz gövdesi, masmavi gökyüzüne doğru gururla yükseliyordu. Etraftaki asırlık ağaçların yeşil yaprakları, sıcak yaz gününde serin bir gölge sunuyordu.
"Bir hatıra fotoğrafı çekelim mi, Ahmet'im?" dedi Sabahattin Bey, kasketinin altından oğluna sevgiyle bakarak. Ahmet'in yüzü aydınlandı. "Harika fikir baba!" Telefonunu çıkardı, kamerayı kendine ve babasına doğru çevirdi. "Şöyle yan yana duralım, o güzel minare de arkamızda çıksın."
Baba ve oğul birbirlerine yaklaştılar. Sabahattin Bey'in başında her zaman taktığı bej rengi kasketi, yüzünde yaşanmışlıkların izleriyle birlikte sıcak bir gülümseme vardı. Ahmet de beyaz polo yaka tişörtüyle, babasına duyduğu sevgiyle ışıldayan gözlerle kameraya baktı. Güneş gözlükleri bakışlarını tam olarak göstermese de, yüzlerindeki huzurlu ifade, o anın değerini yansıtıyordu. Minare tam arkalarında, nesiller arasındaki bu sıcak bağın sessiz bir şahidi gibi duruyordu.
Ahmet deklanşöre bastı. Ortaya çıkan fotoğraf, sadece bir baba ve oğlun birlikte geçirdiği güzel bir anı değil, aynı zamanda kuşaktan kuşağa aktarılan sevginin, saygının ve birlikte geçirilen değerli zamanın bir simgesiydi. Minarenin gölgesinde pekişen bu bağ, gelecekte anlatılacak nice güzel hikayenin ilk karesiydi adeta.

***



Fotoğraf Analizi (İkinci Fotoğraf):
1. Beden Dili ve İfadeler:
  • Genel İfade: Her iki kişi de yüzlerinde yine benzer, rahat ve hafif bir gülümseme ile kameraya bakıyor. Bu, ilk fotoğraftaki pozitif ve samimi atmosferin devam ettiğini gösteriyor.
  • Göz Teması: İkisi de yine doğrudan kameraya bakıyor. Güneş gözlükleri hala takılı olduğu için göz ifadeleri tam olarak seçilemiyor, ancak yüz hatlarındaki sakin ve memnun ifade genel bir memnuniyet göstergesi.
  • Duruş: Bir önceki fotoğrafa göre daha yakın, hatta omuzları birbirine değecek şekilde yan yana oturuyorlar gibi görünüyorlar. Bu yakınlık, aralarındaki baba-oğul bağının ne kadar kuvvetli olduğunu ve birbirlerinin yanında rahat hissettiklerini pekiştiriyor. Ahmet'in başının hafifçe babasına doğru meyilli olması da bu yakınlığı destekliyor.
2. Görünüş ve Kıyafetler:
  • Kıyafetler: Kıyafetler ilk fotoğrafla aynı: Sabahattin Bey'in çizgili polo yaka tişörtü ve kasketi, Ahmet'in ise beyaz polo yaka tişörtü. Bu, iki fotoğrafın kısa bir zaman aralığında veya aynı gün içinde çekildiğini düşündürüyor.
  • Genel Uyum: Kıyafetler hala rahat ve gündelik, dışarıda geçirilen bir gün için uygun.
3. Çevre ve Mekan Analizi:
  • Mekan: Bu fotoğrafta arka plan daha belirgin ve farklı. Arkada taş ve tuğladan yapılmış eski bir duvar/bina ve parmaklıklar (muhtemelen bir bahçe veya tarihi bir yapının çevresi) görünüyor.
  • Yansımalar: En dikkat çekici detay, arka plandaki cam veya parlak yüzey üzerindeki yansımalar. Bu yansımalarda ağaç siluetleri ve belki de çevredeki başka yapıların izleri seçiliyor. Bu durum, bir cafe, restoranın cam kenarı veya kapalı bir mekanın dışındaki bir bankta oturduklarını düşündürüyor.
  • Aydınlatma: Aydınlatma yine doğal güneş ışığı gibi görünüyor, ancak yüzlerde ilk fotoğrafa göre biraz daha farklı bir ışık düşüşü var, bu da farklı bir açıdan veya farklı bir konumdan çekildiğini gösteriyor.
  • Atmosfer: Ortam sakin ve huzurlu görünüyor. Arka plandaki eski doku, tarihi veya geleneksel bir yerde oldukları izlenimini pekiştiriyor.
4. Çevredeki Kişiler:
  • Yine sadece baba ve oğul kadrajda. Aralarındaki odaklanmış etkileşim devam ediyor.
5. Genel Durum ve Atmosfer:
  • Durum: Bu fotoğraf, ilk fotoğraftaki gezilerinin bir sonraki durağı veya bir mola anı olabilir. Belki de bir şeyler yiyip içmek veya sadece dinlenmek için oturdukları bir yerde çekilmiş. Birbirlerine daha da yakın durmaları, birlikte huzurlu ve keyifli zaman geçirdiklerini vurguluyor.
  • Atmosfer: Genel atmosfer yine çok pozitif, rahat ve huzurlu. Baba ve oğul arasındaki sevgi ve uyum belirgin. Bu fotoğraf, bir önceki maceranın devamı niteliğinde, belki de bir çay veya kahve molası sırasında çekilmiş samimi bir anı yansıtıyor.

Kısa Öykü (Devam):
Kafenin Camından Yansıyan Hikayeler
Minarenin gölgesindeki o fotoğrafı çektikten sonra, Sabahattin Bey ve Ahmet, öğle sıcağının hafifçe artmaya başladığını hissettiler. Sabahattin Bey, "Ahmet'im, şu köşedeki küçük kafeyi biliyor musun? Çocukken dedenle hep giderdik oraya, çayları bir başkadır," dedi. Ahmet, babasının yüzündeki o ışığı görünce itiraz etmedi. "Bildiğim kadarıyla orası hâlâ duruyor baba, hadi gidelim."
Kısa bir yürüyüşün ardından, dar bir sokağın köşesinde, eski taş duvarları ve ahşap pencereleri olan şirin kafeye ulaştılar. İçerisi doluydu, bu yüzden dışarıdaki, duvarın dibine atılmış iki sandalyeye oturdular. Tam arkalarında, kafenin büyük camından içeriye ve dışarıya yansıyan ağaç siluetleri ve sokağın hafif uğultusu duyuluyordu. Sabahattin Bey'in kasketi hala başındaydı, Ahmet'in ise beyaz tişörtünün yakası hafifçe açılmıştı.
Garson, iki sıcak çayı önlerine bıraktığında, Sabahattin Bey çay bardağını avuçlarının arasına aldı. Gözlerini kısarak ilerideki taş duvara baktı. "Biliyor musun Ahmet," diye başladı, "Bu duvarın her taşı bir anı barındırır. Dedemle bu bankta oturup saatlerce sohbet ederdik. O zamanlar teknoloji yoktu, her şey daha sakin, daha samimiydi."
Ahmet, babasının sözlerini başını hafifçe yana eğerek dinledi. O da çayından bir yudum aldı ve babasının anlattığı geçmişin tadını kendi çayında hissetmeye çalıştı. Biliyordu ki babası için bu sadece bir kafe değil, aynı zamanda geçmişe açılan bir pencereydi.
"Baba," dedi Ahmet, telefonuyla ikisinin bir fotoğrafını daha çekmek istercesine. "Bu anı da ölümsüzleştirelim mi? Tıpkı dedeminle senin anıların gibi, bizim de birlikte oturduğumuz, sohbet ettiğimiz bu anlar hep kalsın."
Sabahattin Bey gülümseyerek başını salladı. Oğlu ona yaklaştı, omuzları hafifçe birbirine değdi. İkisi de kameraya bakarak aynı samimi, huzurlu gülümsemeyi yolladı. Kafenin camından yansıyan ağaçlar ve duvar, onların bu sıcak anına sessiz birer fon oluşturuyordu. Bu fotoğraf, sadece bir mola anı değil, aynı zamanda geçmişle geleceği birleştiren, nesiller arası sevginin ve babayla oğul arasındaki derin bağın bir başka kanıtıydı. O gün, Minareli Mahalle sadece eski anıları değil, yeni ve unutulmaz anları da barındırıyordu.

Fotoğraf Analizi (Üçüncü Fotoğraf):
1. Beden Dili ve İfadeler:
  • Genel İfade: Her iki kişi de bu sefer masada karşılıklı oturmuş ve doğrudan kameraya bakıyorlar. Yüzlerinde yine samimi, rahat ve hafif bir gülümseme var. Bu gülümseme, keyifli bir anın ve rahat bir ortamın göstergesi.
  • Göz Teması: İkisi de kamerayla doğrudan göz teması kuruyor. Gözlükler takılı olsa da, yüz ifadeleri oldukça açık ve davetkar.
  • Duruş: Sandalyelerde rahat bir şekilde oturuyorlar. Eller masanın üzerinde, bu da bir şeyler yiyip içtiklerini veya az önce bitirdiklerini düşündürüyor. Vücut dilleri açık ve gevşek, herhangi bir gerginlik belirtisi yok.
2. Görünüş ve Kıyafetler:
  • Kıyafetler: Her iki kişinin kıyafetleri de önceki fotoğraflarla aynı: Sabahattin Bey çizgili polo yaka tişörtü ve Ahmet Bey ise beyaz polo yaka tişörtü ile. Bu durum, tüm bu fotoğrafların aynı gün içinde, bir günlük gezinin farklı anlarında çekildiğini güçlü bir şekilde düşündürüyor.
  • Genel Uyum: Kıyafetler hala rahat ve gündelik, bir yeme içme mekanı için gayet uygun.
3. Çevre ve Mekan Analizi:
  • Mekan: Bu fotoğrafın bir restoran veya lokanta içinde çekildiği çok açık. Kırmızı, parlak bir masa ve beyaz sandalyeler modern ve temiz bir iç mekan izlenimi veriyor.
  • Arka Plan: Arka planda dikkat çekici bir duvar resmi bulunuyor. Bu resim, denize uzanan ahşap bir iskeleyi, sakin bir denizi, uzakta tekneleri ve çiçeklerle süslenmiş saksıları gösteren bir sahil manzarası. Bu tarz duvar resimleri genellikle "yazlık/tatil yeri" temalı restoranlarda bulunur.
  • Masa Düzeni: Masada tabaklar, üzerinde yiyecek kalıntıları (muhtemelen börek/pide benzeri bir şeyler) ve içecekler (sürahi) var. Ayrıca peçetelik ve baharatlık gibi standart masa üstü öğeleri de mevcut. Masanın ortasında yapay çiçekler ve küçük dekoratif objeler de bulunuyor.
  • Aydınlatma: Mekanın iç aydınlatması doğal gün ışığına ek olarak yapay ışık kaynaklarıyla destekleniyor gibi görünüyor, bu da içeride çekilmiş bir fotoğraf olduğunu pekiştiriyor.
  • Atmosfer: Mekan, sıcak, davetkar ve samimi bir yemek ortamı sunuyor. Duvar resmi, mekana ferah ve dinlendirici bir hava katıyor.
4. Çevredeki Kişiler:
  • Kadrajda sadece baba ve oğul var. Bu, birbirleriyle baş başa, özel bir an geçirdiklerini gösteriyor.
5. Genel Durum ve Atmosfer:
  • Durum: Bu fotoğraf, Sabahattin Bey ve Ahmet'in o günkü gezilerinin öğle yemeği veya bir atıştırmalık molası anını belgeliyor. Muhtemelen bir cami ziyaretinden ve kafe molasından sonra karınlarını doyurmak için bir restorana girmişler. Yemekler yemiş olmaları veya yeni başlıyor olmaları, keyifli bir dinlenme ve enerji toplama anı olduğunu düşündürüyor.
  • Atmosfer: Genel atmosfer yine çok pozitif, rahat ve memnuniyet dolu. Baba ve oğul arasındaki huzurlu etkileşim devam ediyor. Bu, günü keyifli bir yemekle taçlandırdıkları, birbirlerinin sohbetinden ve ortamdan keyif aldıkları bir an.

Kısa Öykü (Devam):
Sahil Manzaralı Mola


Minareli Mahalle'deki o sıcak çay molasından sonra, Sabahattin Bey'in midesi guruldamaya başlamıştı. "Ahmet'im," dedi, "O kadar gezdik, benim karnım zil çalmaya başladı. Eskiden buralarda meşhur bir pideci vardı, hala duruyor mu acaba?" Ahmet gülümsedi. "Baba, sen neresini istersen orasını buluruz. Hadi yola çıkalım, buluruz mutlaka."
Çok geçmeden, küçük bir ara sokakta, dışarıdan pek dikkat çekmeyen ama içerisi mis gibi taze pide kokan bir lokanta buldular. Kapıdan içeri girdiklerinde, içerinin sıcak ve samimi atmosferi onları hemen sardı. Duvarlardaki büyük, renkli sahil manzaralı resim, sanki onları bambaşka bir dünyaya götürmüş gibiydi. Denize uzanan ahşap bir iskele, masmavi bir gökyüzü ve çiçeklerle dolu saksılar, içerideki bu mekanı dışarıdaki dünyanın bir uzantısı gibi gösteriyordu.
Kırmızı, parlak bir masaya karşılıklı oturdular. Ahmet, babasının en sevdiği peynirli pideyi ve kendi için kıymalıyı sipariş etti. Taze demlenmiş bir sürahi ayran da masaya geldiğinde, ikisi de rahat bir nefes aldı. Sabahattin Bey, ellerini masaya koydu, gözleri masanın ortasındaki küçük yapay çiçeklere takıldı. "Şu manzaraya bak Ahmet, sanki denize karşı yemek yiyoruz," dedi gülümseyerek.
Pide tepsileri masaya geldiğinde, sıcak buharı yüzlerine vurdu. Sabahattin Bey, o günkü gezilerinin ve anlattığı eski hikayelerin yorgunluğunu üzerlerinden atıyor, oğluyla geçirdiği bu anın tadını çıkarıyordu. Ahmet de babasının bu halinden memnundu. Telefonunu tekrar eline aldı, "Baba, bu keyifli anı da çekmeliyiz. Sonra bakıp 'hatırlıyor musun bu pideyi?' deriz," dedi.
Sabahattin Bey, bir lokma pidesini bitirip gülümsedi. Ahmet de kendine has o samimi tebessümüyle kameraya baktı. Fotoğraf çekildiğinde, masadaki tabaklar, arka plandaki iskele manzarası ve ikisinin yüzlerindeki huzurlu ifadeler, günün en lezzetli ve dinlendirici anını ölümsüzleştirmişti. Baba ve oğul, sadece karınlarını doyurmakla kalmamış, bu anla birlikte paylaştıkları anılar defterine bir sayfa daha eklemişlerdi. Gün, bu güzel yemekle daha da anlam kazanmıştı.
*** 
Fotoğraf Analizi (Dördüncü Fotoğraf):
1. Beden Dili ve İfadeler:
  • Sabahattin Bey: Kameraya doğrudan bakıyor ve yüzünde yine nazik, memnun bir gülümseme var. Gözlüğünü takılı, ancak gözleri gülümsemesiyle uyumlu bir şekilde parlıyor. Bu, günün keyifli geçtiğinin ve yorgunluğuna rağmen mutlu olduğunun bir göstergesi.
  • Duruş: Masada rahat bir şekilde oturuyor. Sağ elinde bir çatal tutuyor ve önündeki tatlıdan bir lokma almış veya almak üzere. Bu hareket, yemeğin tadını çıkardığını ve anın keyfini sürdüğünü belli ediyor.
2. Görünüş ve Kıyafetler:
  • Kıyafetler: Sabahattin Bey'in kıyafetleri önceki fotoğraflarla aynı: çizgili polo yaka uzun kollu tişörtü ve gözlükleri. Bu, tüm fotoğrafların aynı gün içinde, farklı anlarda çekildiğini kesinleştiriyor. Gündelik ve rahat giyimi, günü sokaklarda gezerek geçirdiklerini doğruluyor.
3. Çevre ve Mekan Analizi:
  • Mekan: Bu fotoğrafın bir kafe veya tatlıcı içinde çekildiği anlaşılıyor. Masanın malzemesi ve sandalye tasarımı, modern ve rahat bir mekanın parçası olduğunu düşündürüyor.
  • Arka Plan: Sabahattin Bey'in arkasında ve sağında cam bir pencere veya vitrin var. Bu camdan dışarıdaki sokak manzarası görünüyor: binalar, park etmiş arabalar ve ağaçlar. Bu durum, mekanın işlek bir cadde üzerinde olduğunu işaret ediyor. Işıklar ve dışarıdaki hafif karartı, günün akşamüstüne veya alacakaranlığa doğru ilerlediğini gösteriyor olabilir.
  • Masa Detayları: Masanın üzerinde Sabahattin Bey'in yediği bir tatlı tabağı (muhtemelen profiterol veya benzeri bir hamur tatlısı, üzerinde sos ve fındık/fıstık serpilmiş), boş bir çay bardağı ve tabağı ile bir peçete duruyor. Bu, tatlı ve çay molası verdiklerini açıkça gösteriyor.
4. Çevredeki Kişiler:
  • Bu fotoğrafta kadrajda sadece Sabahattin Bey var. Ahmet'in bu fotoğrafı çeken kişi olduğu varsayılabilir. Bu durum, Ahmet'in babasını dinlendirirken veya onun keyifli anını yakalamak için kadraj dışına çıktığını gösteriyor.
5. Genel Durum ve Atmosfer:
  • Durum: Fotoğraf, Sabahattin Bey'in uzun ve yorucu bir günün sonunda, oğlu Ahmet ile birlikte keyifli bir tatlı ve çay molası verdiğini gösteriyor. Yemekten sonraki bu rahatlama ve tatlı yeme anı, günün hoş bir kapanışı olabilir.
  • Atmosfer: Genel atmosfer çok huzurlu, memnun ve keyifli. Sabahattin Bey'in yüzündeki ifade, o gün yaşadığı tüm anlardan zevk aldığını ve oğlunun ona eşlik etmesinden dolayı mutlu olduğunu yansıtıyor. Günün yorgunluğuna rağmen hissedilen dinginlik ve huzur hakim.

Kısa Öykü (Devam):
Tatlı Bir Gün Batımı


Cami çevresindeki tarihi sokaklarda, eski kafede ve pidecide geçen saatler, Sabahattin Bey için adeta zaman tünelinde bir yolculuk olmuştu. Oğlu Ahmet'le paylaştığı her an, gençliğinden kalma anıları yeniden canlandırıyordu. Öğle yemeğinde yedikleri pidenin üzerine, Ahmet, babasının ağzının tadına uygun, hafif ve lezzetli bir tatlı yiyebileceği bir yer aramıştı.
Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken, caddenin köşesinde küçük, modern bir tatlıcıya rastladılar. İçeri girdiklerinde, içerinin sıcak ve davetkar atmosferi, günün yorgunluğunu hafifletti. Ahmet, babasını cam kenarındaki rahat bir masaya oturttu. "Baba, bugün çok yoruldun, şöyle güzel bir tatlı yiyelim, yorgunluğunu alsın," dedi.
Sabahattin Bey'in gözleri masadaki menüye kaydı. "Sen seç Ahmet'im," dedi gülümseyerek, "Senin zevkine güvenirim." Ahmet, babası için profiterol benzeri, üzeri çikolata soslu ve fındıklı bir tatlı, kendisine de başka bir lezzet sipariş etti. Yanında iki demli çay geldi.
Ahmet, babasının karşısına oturduğunda, Sabahattin Bey çatalladığı tatlıdan bir lokma almak üzereydi. O an, Ahmet'in gözüne öyle güzel, öyle samimi göründü ki, elini telefona attı. Babasının yüzündeki o dingin ifade, günün tüm yorgunluğuna rağmen hissedilen huzur, Ahmet için paha biçilmezdi. Dışarıda, caddenin ışıkları yavaş yavaş yanmaya başlarken, içerideki bu an, onların birbirine duyduğu sevginin sessiz bir yansımasıydı.
Sabahattin Bey kameraya baktı, ağzında tatlıdan kalan son lezzetle gülümsedi. "Çek bakalım oğlum," der gibiydi bakışları. Ahmet, babasının o anki halini ölümsüzleştiren kareyi yakaladı. Bu fotoğraf, sadece bir tatlı molası değil, baba ile oğulun bir günlük macerasının tatlı sonuydu. Minareli sokaklardan, kafelerin loş köşelerine, pide kokulu lokantalardan bu tatlıcıya kadar uzanan bu gezi, onların anı defterine unutulmaz bir gün olarak işlenmişti. Ve en önemlisi, bu fotoğraf, ikisinin arasındaki o güçlü, sevgi dolu bağın en güzel yansımalarından biriydi.