![]() |
MUAZZAM BİR HAYAL, NAR GİBİ |
Bir sabah uyandık, derin nefes alıp huzurla perdeyi açarak "Ah, ne muazzam bir hayat!" diyerek dışarıya baktık. Ne hatırlıyoruz, nasıl kaybettiklerimizi yutkunup düşündükçe gözlerimi dolduran ifadeyi silmek için ya yazmayı ya unutmayı yeğledik.
Yazmak
deyince ucu bucağı görünmeyen bir yol açılır. İçimizden dışarı kapılardan
geçilir. Öyleyse yol boyu yapalım sizinle. Seçeneklerimiz bir taraf yemyeşil
tonlarıyla cezb içinde, bizi kokularıyla mest eden, kendine çeken çam, çınar,
meşe ve daha niceleri kendi sınırları belli yalnız, insan eli sınırsızlıklara
değmedikçe.
İnsanın
hakkı hep var olagelen öncelik nedense, kendini tek canlı zanneden. Peki ya o
yolun diğer tarafı yok. Sınırsızlık, teknolojik, kelime oyunlarıyla yarış ya da
savaş. Hayatta gereksiz bir yarış. Yarış neydi? İnsan ne? Hepsi belli oldu.
İnsan
nar kabuğu, insanlık kabuğun altındaki zarla korunmuş iç. İç olmadan insan hiç.
Nasıl çürük nardan hiçbir şey olmaz, öyle ya içi boş teneke misali katlanılmaz.
Yeni yüzyılın bize gösterdiği her şey televizyon. Bazen kurgu olduklarını
unuttuklarım oluyor, bir bakıyorsunuz içindekiler insanlıktan nasibini almamış
diyoruz. Bu yüzden oyunları izledim, gerçekleri izledim.
Bu
yarışı güzel kılan anlarda oldu. Bir türlü içinde tam ruhuyla olamadığımız
olimpiyat yarışından söz ediyorum. O oyunlardaki başarı durumundan
bahsetmiyorum. O oyunlarda judo paralimpikte rakibimiz maç bitti yere düştü.
Sporcumuz rakibin başından ayrılmadı, doktor istedi. Bence başarı insanlıktan
gelmişti benim gönlümde, gözümde. Engel tanımayanlar (diyorum onlara) ın bu
sahnede yer alışı beni çok duygulandırdı. İnsanın içinde olacak dedirttiği anın
içindeydik. Ben, bu insanlığı içinden gelen kalp gözüyle bakanın mücadelesinde
gördüm. Ondan önce gördümse de genç, küçüktüm; algılayamadım belki. Belli
terbiye ile büyürken başkalarının gözüyle de gördük dünyayı. Kâh, kiminin
rengârenk zamanında baş tacı ettiği, şimdilerde eskiyen koltuklar gibi çöplüğün
yanına bıraktığı; kâh, kiminin çöpte ve yanında ne varsa topladığı bir düzenin
adı insanlık. Etikete, tüketime, dürüstçe söylemek gerekirse, kötücül bir
görünmezlikle bıçakla sırtımızdan vurup olay yerinden kaçıyorlar. Ama işte
burada insan olabilme hakkını bence tam da burada kaybediyoruz.
Aslında
her şey kapı açıldığında değil, kapandığında ortaya çıkar. İçindekiler için,
gerçekten onu da tam bilemeyeceğiz. Kağıt kaleme inceden kapıyı kapatıp küsse
hiçbir dert anlaşılmaz. İşte o yazma isteğimiz bundan. Gördüklerimiz,
algıladıklarımız gibi midir? İstediğimiz, bildiğimiz gibi gelmiyorsa yola mı
yoksa insana mı güvenmeyiz? Misal çoğaltılabilir. Eski huzurun kokusuna,
dokusuna gerçek hissini anlamadığımız bir hayat geçip gidiyor. Yavaş yavaş
sanırken hızlandığını, telefonlar insanı kovalanıyormuş gibi telaşa kaptırıyor.
Durunca
zaman da ya da durulunca ruhum, bize olan, kalan insan olma halinin ve hakkını
elimizle kaçırdığımız. Arkasından gözyaşıyla yazılan eski ayrılık mektupları
gibi anladığım. Bu cümleyi yazışım için o kadar çok yanıyor. Değiştirememek
daha çok yakıyor. Herkes kendine yakışanı mı yapıyor?
Gerçekten
kulakla işitip televizyondan seyrettiklerimiz, savaşlardan, yaslandığımız
ağaçlar, yangınlar ve canlılar... Daha niceleri bitmez. Yenice içimizde
hepsinin acısı bitti mi, bitmedi? Mevsimden midir nedir? Hazanın hakkını verir
gibi, aklımdan geçen Alman şair Wilhelm Müller'in kaleme aldığı Avusturyalı
besteci Franz Schubert'in "Kış Yolculuğu" adlı eserinin içeriğinde
kendi içinde bile zorluğu barındırmıyor mu? Öğrenince siz de bana hak
vereceksiniz.
Şairin
sevgilisi, başka birine âşık olduğunu fark edince dramatik bir yolculuğu
anlatıyor. Aşkı kaybetmiş ve yalnızlık içinde yaşayan yolcu bu acı gerçeği
öğrendikten sonra köyünü, sevdiklerini geride bırakıyor. Kendi varoluşunun ve
yaşamın anlamını sorguluyor. Peki ya bizim yolculuğumuz... Muazzam bir hayal
bu.
Dünya
senin için ne kadar zaman daha döner bilmiyorum. Son saniyene kadar süreni
insan olma hakkını elinde tutarak kullan. Burada "Yeşil Yol"
filmindeki replik dönüyor zihnimde: "Yoruldum patron. İnsanların insanlara
saldırmasından, çocukların ömrünün kelebekten az olmasından, adaletin bozguna
uğradığı dünyada yaşamaktan yoruldum."
Bu
yüzden söylenecek daha çok söz olmasına rağmen, yazının devamını getiremeyişim
bundan.
Elvan TURAN
20 Eylül 2024