Makbule Abalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Makbule Abalı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15.2.25

Makbule Abalı/ Farkındalıklarımız- Hayatta Güzellikler de Var

 


 


Yeni bir yılın birinci ayı da bitti. Nasıl geçti habersiz demesek de; takvim yapraklarında 1 Şubat "Artık ben varım." dedi bile. Eşimin rahmetli annesi, Şubat Ayına "Güdük Ay" derdi. Ancak 4 yılda bir 29 çeken Şubat, bu yıl da 28 gün. Başlangıçlar hep güzel gelir insana. Umut vardır içinde,  nasıl geçeceğini bilmeseniz de beklentileriniz vardır.  Hayat sürprizlerle doludur diyerek, gökyüzünde kayan yıldızlara bakarak dilek dilersiniz çocuklar gibi... 

Sabahın ilk saatlerinde kuşlar korosu başlayınca; "Şubat'ın ilk günü bugün, yeni bir yazı yazmalıyım mutlaka!" dedimse de akşam oluverdi birden. Kendime sözüm vardı. Yazım 2 Şubat Günü yayınlansa bile bugün başlamalıydım, takvim yaprağı belge niteliğindedir. 1 Şubat miadını doldurdu. Bugün 2 Şubat. Günaydın doğa, günaydın insanlar ve tüm canlılar, günaydın dünya. Zaman -mekân nasıl ve nerede olursa olsun; Günaydın, merhaba sayılır aynı zamanda. İyilik, güzellik ve hoşgörü taşır.

Yaşadığımızın, nefes aldığımızın, var olduğumuzun "farkında olmadan", algılamadan, düşünmeden, fikir yürütmeden değerlendirme yapmak bize çok şey kaybettiriyor. Dün sabahın ilk dersini ben, 9-10 yaşlarında iki çocuktan aldım. Kahvaltı sonrası küçük bahçemizdeki bitkilerin-çiçek ve ağaçların halini gözlemek için dışarı çıkmıştık. Pencere camının üzerine yapışmış salyangozu içeriden de görmüş ama önlem alamamıştım. 

Buralarda yağan yağmurlar sonrasında salyangozların çok çoğaldığı ve bahçelere zarar verdiği söyleniyor. Biraz ürkerek, ayaklı süpürge ile faraşa topluyor, bahçe dışına atıyordum. Can almak bana göre değil. Kaktüs köşesinin ve dikenli begonvilin yanından  geçip bu işlemi yapabilirdim ancak. Ama o köşenin bende kötü bir anısı var. Birkaç ay önce boylu boyunca düşüp çok kötü anlar yaşadığım yer.



Sağ olsun komşum Nur, tereddüdümü fark edip, sesleniyor: "Siz girişmeyin, kızlar geliyor." İki tatlı kızdan oluşan yardım ekibi (Doğa ve Nil) yıldırım hızıyla geldi, bir jimnastikçi çevikliğiyle eğilip bükülerek bir anda işlem tamamlandı. Sopaya bile gerek kalmadan, salyangozu eliyle oradan çekip alan Doğa çok sakin bir ses tonuyla bana günün ilk dersini verdi; "Biliyor musunuz, yaralara çok iyi geliyormuş ."Hiç ürkmeden salyangozu elinin üstüne koyuşunu şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla izledim. Biraz zaman aldı ama,  artık ben de bahçeye zarar veren kabuklu salyangozları ellerimle toplayıp  dışarı atabiliyorum. 

Bahçe içinde küçük dekoratif eşyalarla düzenlemeler yapmayı seviyorum. Çiçekler ve farklı bitkiler arasında görüntüleri ile bir başka dünya yaratıyorlar sanki. Çok severek kullandığımız iki obje hasar görmüşler ne yazık. Alçıdan yapılmış, kollarında iki sepet taşıyan bahçıvan kız heykeli çok hoştu. Mersin'den buraya kadar bizimle birlikte yolculuk yaptı. Taşınırken bir bacağını kaybetmiş. yanında duran çok sevimli bir kuşun da gözü zarar görmüştü. Japonların onarım sanatının inceliklerini tam bilmeyince iyileştiremedik de. Sonuçta istemeden veda ettik ikisine de.

Birkaç gün önce beni çok mutlu eden bir şey oldu; Urla-Zeytinalanı Kavşağında hep görüp de uğrayamadığımız bir heykel atölyesi vardı. Alçıdan değil de beton dökülerek can bulmuş yüzlerce küçüklü-büyüklü heykeller, şadırvanlar, Uzakdoğu felsefesini simgeleyen heykeller. Önce köpeğiyle sonra Serdar Usta ile tanışıyoruz. Ön bahçenin merkezinde artık bir çift güvercin heykelim var. (Küçük ama emek ürünü bu eserin gönlümdeki yeri kocaman.)



Çocukluktan itibaren küçük şeylerle mutlu olabiliyorsa  insan, çok büyük beklentileri yoksa, maddeden çok manevi değerlere önem vermişse hayatında; zor günlerde bile mutluluk kaynakları bulabiliyor. Her şeye sahip olmak, giderek artan istekler, doyumsuzluk da yaratabiliyor. "Al-tüket-at" sloganı durmadan değişen teknolojiye bile zor ulaşabiliyor. Moda ikonları gibi giyinmek, en sağlamı değil de en revaçta olanı alma isteği en'ler sıralamasını da altüst ediyor, hatta bazen ulaşılmaz kılıyor. 

En büyük, en lüks, en çok rağbet gören, en donanımlı değil de; en güvenilir, en sağlam, en doğal, en taze, en sağlıklı ürünler ya da mallar arıyoruz. Gerçi onların da orijinalini, hasını bulmak zaman alıyor. Bulunca da vaz geçemiyorsunuz. Gerçek el emeği- göz nuru ürünler, ve eşyaların değerbilir alıcısı her zaman var galiba.


 

Urla'da Malgaca Çarşısını o yüzden çok seviyorum. Dededen toruna, babadan oğula geçen, çok eskilerden kalan bir düzenin hüküm sürdüğü bir toplu çarşı. AVM'lerle yarışır mı, sanmıyorum. Ama belki fiyatlarda yarışan birkaç dükkân var. Mağaza değil-dükkân.  "Malgaca adı nereden geliyor?" diye sorduğunuzda: "Mal kaça?" sorusu halk dilinde Malgaca olmuş" diyenler var.  Bahçemizdeki kuşlu rüzgâr çanını da burada satış yapan tatlı dilli, orta yaşlı (belki de ben öyle sandım.)  bir  kadın, kuşları sevdiğimi anlayınca, yok fiyatına vermişti. Benim için çok değerli. Bambuların çıkardığı ses öyle rahatlatıcı ki.


Malgaca Pazarı'nda minicik bir dükkânda unutamadığımız iki insan, iki çok değerli usta tanıdık. Hakan Bey ve Mehmet Bey. İnsanlar yaş alırken: zamanın akışına uyarak piller de eskisi kadar dayanıklı çıkmıyor. Ancak Hakan Ustanın elinin değdiği saatlerimiz tıkır tıkır işliyor. Bizim için en büyük jest; eşimin göz rahatsızlığı nedeniyle görüşü azaldığında aradığımız rahat okunabilir saati de orada bulmamız oldu. Çok uygun fiyata aldığımız saat her zaman eşimin kolunda. Ustalarla birlikte  kalfalar, çıraklar da yetişiyor mu acaba...? 






Eskiden sadece tek kanal varken; Programlarda seçme özgürlüğümüz yoktu. Ancak unutamadığımız ne güzel program,  sunucu, sanatçı, yorumcu adı kalmış hafızamızda. Gece saat 21.30'dan sonra "Haydi Çocuklar Uykuya" diyerek uyaran bir ses yoktu ama doğrusu programları çocukların kısa bir süre daha izlemesi çok da olumsuz sayılmazdı. Belgeseller, tiyatrolar,  diziler, filmler, yarışma programları çok kaliteliydi. 

"Günümüzde güzel program hiç yok." demek haksızlık olur. Belki de bizler ulaşamıyoruz. İnsanları hayata bağlayan, yaşama sevinci aşılayan, eğiten, düşündüren, çocuk ve gençlerin yararlı alışkanlıklar kazanmasını sağlayan programlar olmasını gönülden arzu ediyoruz. Radyoda TRT Nağme dinlemek bizi de, evimize gelen konukları da çok mutlu ediyor. TRT Spor yıldız; Gençlerin başarı öykülerini, engelli sporcuları, öyle güzel aktarıyor ki. 

Bir özel TV. kanalında; Cumartesi-Pazar günleri yayınlanan, çocuklara güzel alışkanlıklar kazandırmayı amaçlayan; bilgilendirici, eğitici, eğlendirici, kaliteli müzikler sunan bir program var. Başarılı bir ekip çalışması ile sunulan program çok sayıda izleyici tarafından ilgi ve beğeni ile izleniyor, alışkanlık yaratıyor. Güzel ülkemizin gidip- göremediğimiz farklı yörelerini çok yönlü olarak tanıyoruz.

Yarın 3 Şubat. Okulların iki haftalık tatil dönemi bitti. Yarın yeni bir gün, yeni bir hafta, yeni bir dönem başlıyor. "Z kuşağı " olarak adlandırılan bu kuşakta yer alacak olan her birey ; aklıyla, yetenekleriyle, davranışları, duygu ve kişilik özellikleriyle geleceğin yetişkinleri olarak toplumda yer alacaktır. Büyük ya da küçük, her ülkenin yetişmiş insan gücüne, ülkesini seven- çalışkan-dürüst-sorumluluk sahibi kişilere ihtiyacı vardır. 

Yarın yeniden okullarda ders zilleri çalacak,  çocuklar ve gençler okullarında- sınıflarında yer alacaklar. Onların; Hak ettikleri gibi, sağlıklı-huzurlu-güvenilir insanlar  olarak yollarına devam etmelerinden hepimiz sorumluyuz. Başarıları bizleri onurlandırıp mutlu ederken toplumumuz ve ülkemiz için de yarınlarımıza büyük katkı sağlayacaktır. Yolları açık, gelecekleri güvenceli olsun. 

2024-2025 Eğitim- Öğretim Yılı , Yeni Dönemi: Ülkemize: yeni umutlar, hayaller ve güzellikler taşısın. Olumlu ve yararlı çalışmalara yol açsın.  İçten dileğimizdir.

Makbule ABALI- eğitimci

2.02.2025 






Kaynak:

https://ucunkuslar.blogspot.com/2025/02/farkindaliklarimiz-hayatta-guzellikler.html


12.2.25

Makbule Abalı/Duyarlılıklarımız-Yaşama Tat katan Güzellikler..

 



Kış mevsiminin son ayı Şubat'ın da ilk haftasının 8. günündeyiz. Ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde mevsim normallerinin üstünde soğuk hava dalgası yaşanıyor.  Doğa adeta mevsimsel geçişlerde alışılmışın dışında sürprizler yapmaya hazırlanıyor. Her yıl bu ayda kar beklenen yerlerde bile  bu yıl kar yok. Ya da çok farklı değişimlere tanık oluyoruz. Bilim insanları deprem ve yanardağ patlamaları olabileceği konusunda uyarıyorlar. Bu yılın Şubat Ayında her günden dörder tane olması farklılık olarak nitelendiriliyor. 

Hayatın koşturmacası- telâşı içinde bazı güzellikleri, özellikleri, başarı ve incelikleri fark edemiyoruz. Ya da çok geç farkına vardığımız öyle çok şey var ki; Yaşama anlam katan, farkına varılabilseydi tecrübeler sandığında zamanı gelince bizi uyarabilecek, daha sağlıklı düşünmemizi sağlayabilecek bir dolu şey... 

"Şey" sözcüğü yaşamdan ne çok  birikimi, yaşanmışlığı, parçaları ya da bütünü kapsıyor. Sevinci, mutluluğu, coşkuyu, güzellik ve iyilikleri, inançlarımızı, değerlerimizi... Ama aynı zamanda yaşadığımız olumsuzlukları, acıyı, hüznü, kırgınlıklarımızı, utancımızı, duygularımızı, gerçekleşmeyen beklentileri anlatmak istediğimizde; "şey, şeyler" ne çok anlam yükleniyorlar. Cankurtaran simidi gibi.

Duyarlılık da farkındalık gibi gönül verdiğim sözcüklerden. Keşke uygulamada da sık kullanılsa, benimsense, sadece sözcüklerde-sözlüklerde kalmasa. Özellikle soğuk günlerde sıcacık sözcükler, iyi insanlar, güzel davranışlar içinizi ısıtıyor. Tıpkı 5 Şubat Çarşamba Günü-UTK- Urla Kitap Kulübü'nün toplantısında çok değerli Eser Köker Hocamızı  dinlerken olduğu gibi. 

Üç yıldır bulunduğumuz İzmir-Urla'da  yaşadığımız en soğuk gündü sanırım.
Soğuk hava ve fırtına, insanlara dayanıklılık testi uygular gibiydi adeta. Deniz bile kabarmış, coşmuş, her zamanki mavisinden uzak, ürkütücü bir görüntüye bürünmüştü. Toplantılar; deniz kenarında, iki katlı, zevkle dekore edilmiş bir mekânın üst katında oluyordu. "Çok az kişi gelmiştir herhalde" diye düşündüğüm salon neredeyse dolmuştu bile. Soğuktan korunmak amacıyla bedenler tam korumaya alınmıştı. Ülkemizde ve dünyanın birçok yöresinde-her türlü iklim koşullarında- kadınlar; savunma, koruma ve paylaşma konularında çok hassas ve duyarlılar.



Marilynne Robinson'un "Evlerden Uzak " adlı eserini pür dikkat dinlemeye hazırlansak da, Eser Hocamız kitaba adeta can kazandırırcasına anlatıma başlasa da, üst tavandan yansıyan, kulakları sağır edercesine, duymayı engelleyen fırtına yüzünden alt kata indik. O an küçücük bir mikrofon nasıl da işe yarardı. Her şeye rağmen; "Evlerden uzak" o korkunç gürültüde bile,  hocamızın olağanüstü çabası ile mükemmel işlendi. Çok duyarlı-paylaşımcı  kadınlardan oluşan bu kulüpte olmaktan çok mutluyum. Oradaki izlenimlerimi bir başka zamanda paylaşacağım. Katıldığım her toplantıda, küçük defterimle de çok şey paylaşıyorum.  Başta Eser Hocamız, tüm kitap dostlarına yürekten teşekkürler. 



Bazen çok yakınımızdaki güzellikleri, doğadaki çok yararlı bitkileri, çiçekleri, ağaçları yeterince tanımıyoruz. Değerini bilmeden tükettiğimiz, yeterince koruyamadığımız, sahiplenemediğimiz öyle çok şey var ki.  Tıpkı insanlar gibi. Tanıdıkça değer kazanan veya tanıdıkça değer kaybeden kişiler. Sadece duygularımızla değil, akıl ve mantığımız eşliğinde düşündüğümüzde ya yaklaşıyoruz ya uzaklaşıyoruz o kişilerden. Hatalarımız-yanılgılarımız, pişmanlıklarımız  olmasaydı; egolarımız bugüne nasıl uyum sağlardı? Kırılsak da, üzülsek de "paramparça" olmadan toparlanıyoruz. O yüzden soranlara "İyiyim., iyiyiz.." diyoruz.  "İyilik" sözcüğünün kapsama alanı öylesine geniş ki. Hep  birlikte iyi olabilmek, büyük mutluluk olur elbette.

Kötülükleri görmemek için gözlerimizi sımsıkı kapasak da; çevremizde "Gör beni-Duy beni, fark et beni" diyen çok iyi şeyler de var. "Şey" deyip geçmemek lâzım. Bir hastane ortamında-kısa bir konuşma anında tanıştığınız bir insan, yıllar öncesinden tanıdığınız bir dost gibi olabiliyor. Omurilikle ilgili çok özel bir hastalığı var. Dünyayı algılama tarzına hayran olmamak mümkün değil. Gerçekçi, sorgulayıcı, eleştirici ama yeri geldiğinde bağışlayıcı da. Dünyanın karmaşası  içinde kendi kendine sağlıklı bir denge kurabilmiş Sıdıka Hanım. Saygılarımı, sevgilerimi iletiyorum yürekten. 

Hastaneler; toplu taşıma araçları veya çarşı-pazar gibi insan gözlemleri için çok uygun yerler. Duruştan, bakışlardan, yüz ifadelerinden esinlenerek onlarca hikâye oluşuyor zihnimde. Ama en güzeli "Gerçek insan öyküleri." Hikayeyi  bizzat yaşayandan öğrenmek. En inanılır ve doğru öyküler onlarınki. Çok temiz yüzlü, adeta gözlerinin içi gülen, herkese aynı nezaket ve sabırla yetişmeye çalışan bir danışma görevlisiydi.  (iznini almadığım için adını yazmıyorum.) Öğretmen olma hayaliyle 4 yıllık bir fakülteden mezun. Kamu Personeli Seçme Sınavında (KPSS) puanı yeterli olmamış. Ama hayata küskün değil, görevini sorumluluk bilinci içinde yapıyor. O'nu bir sınıfta öğrenciler arasında hayal etmek; beni mutlu ettiği kadar karmakarışık duygular da yaşattı. Anlık mutluluklar da yaşıyoruz bazen. 

Artık çok güvenerek, cesaretle gidebildiğim, soru sormaya bile gerek kalmadan gerekli açıklamaları yapan bir diş hekimim var. Başlangıçta; "Ben bu konuda zor bir hasta sayılırım." desem de, Naci Bey rahatlatıcı bir yüz ifadesiyle gülümsüyor. Genç yardımcısından geliyor yanıt:" Biz öyle hastalar gördük ki..." Normaller grubunda olduğuma sevindim sevgili İlknur. Ekip çalışmasına uyumunla, nazik davranışlarınla eski bir öğretmenden tam puan aldın.

Beni çok  mutlu eden bir başka şey; Orada bekleme salonunda gördüğüm, evde okumak için izin isteyerek aldığım bir dergide, eski bilgilerimi tazelemem oldu. Hayatta umutların hepten yitirilmeyip yeni ufuklar açılması; muhteşem bir mutluluk kaynağı değil midir? İlkokul 4. sınıf öğretmen ve öğrencileri için ne güzel bir haber. 



Darüşşafaka nice öğrenciyi çağdaş-bilimsel yöntemlerle hayata hazırlayan köklü bir Eğitim Kurumu. Bu yıl ; 25 Mayıs'ta 42 ilimizde yapılacak sınavla 50 kız, 50 erkek öğrenci yatılı olarak okula yerleştirilecek. 6 Ocak-20 Mayıs  arası, 2025 yılı için  son başvuru tarihi. Darüşşafaka bağışlarla yaşayan bir kurum. Başvuru koşulları, İnternetten öğrenilebilir. Her yıl haberi okuduğumda içim aydınlanır. Maddi durumu uygun olmayan, anne veya babasını ya da her ikisini kaybetmiş öğrenciler için; umudun her zaman var olduğunu kanıtlayan örnek bir Eğitim Yuvası. 


Çocukların çeşitli konum ve durumdaki hallerini gözlemek, izlemek; yetişkinler için  bitmez tükenmez bir kaynak adeta. Hiç bilgiçlik taslamadan bize hayat dersi veriyorlar adeta. Duyarlı olduğumuz sürece çocukların kabullendikleri veya reddettikleri pek çok şeyle de tanışıyoruz. Oynadıkları oyunlar, anlattıkları masallar, çizdikleri resimler, anlatımları, gelecekte ne olmak istediği, nelere öfkelenip-kızdığı, rüyaları, korkuları, hayal kırıklıkları... Onların zihinsel-ruhsal- sosyal durumlarının büyük bir boy aynasına yansıması gibi. 



Çocukların her biri ayrı bir dünya. O dünyaların kapısını aralamak, her zaman çok da kolay olmuyor. Çok benzer ortamlarda benzer etkilerle büyüyen çocuklarda hatta kardeşlerde  büyük farklılıklar gözlenebiliyor. "Sevgi, ilgi, anlayış" bereketli tohumlar gibi.  Ama korku, nefret, kin gibi duygularla beslenen çocukların, sadece kendilerine değil- tüm çevrelerine zararları dokunabiliyor.



"Ben" değil, "Biz" kavramıyla yetiştirilen, yetenekleri doğrultusunda iyi bir eğitim-öğretimle birlikte güzel sanatların, sporun, edebiyatın çeşitli  dallarına yönlendirilen çocukların ruhsal dünyaları, sosyal ilişkileri  çok farklı olduğu gibi özgüvenleri de yüksek oluyor. Duyarsızlık; boş vermişlikten umursamazlığa, aldırmamaya, unutmaya itiyor kişileri. Öylesi davranışların kabul gördüğü bir dünya kötülerin, kötülüklerin çoğaldığı "mutsuz insanlar dünyası" haline dönüşüyor.

Duyu organlarımızı işler kılabiliyorsak; Duyarlılığımızı koruduğumuz sürece çevremizde fark edilebilecek, yaşama tat katan öyle güzellikler var ki... Ceviz onlardan biri. İnanın, köpek demeye dilim varmıyor. Aramızda öyle bir dostluk oluştu ki, paha biçilmez. Adeta gözünüzün içine bakan, sanki mimikleriyle iletişim kurmaya çalışan, kulakları ve kuyruğuyla meramını anlatmaya çalışan içten bir dost. Bahçe kapısı açık olsa bile içeriye adım atmayacak kadar saygılı. Yeri geldiğinde yiyeceğini komşu kedilerle, kuşlarla  paylaşacak kadar anlayışlı. Bazen hastalık  veya yorgunluğumuzu hissedecek kadar duyarlı.  Kapımızın önünde nöbet tutuyor adeta. Göremediğimiz gün biz de kaygılanıyoruz.



Sabahları genellikle güne erken başlıyoruz. Her sabah kuşlar korosu başladığında Ceviz de bahçe kapısında oluyor. Günaydın diyorum, konuşuyoruz. Ekmek doğranmış çorbayı seviyor, hiçbir yemeğe hayır demiyor. Biz de ona gereken özeni gösteriyoruz tabii. İnce kemik olursa tek tek ayıklıyorum. Dikkatimi çekiyor, çok sevdiği bir şey olursa onu evine-yuvasına taşıyor.  Doğa'dan duydum, toprağa gömüyor, zamanı gelince yiyormuş. Tüketmek kadar saklamayı, üretmeyi de biliyor, kendini güvenceye alıyor.




Çok soğuk havalarda tüm canlıları; insanları, çiçekleri, ağaçları, kuşları düşünürken içiniz titriyor mu? Haksızlıklara karşı duyarlı mısınız? Yaşamınızda sadece evet ya da hayır mı geçerli ? "Belki, bazen, kim bilir, yüzde yüz doğru, yüzde yüz yanlış" mı her şey? Yaşama tat katan güzellikleri, insanları, olayları durumları hiç fark etmiyorsak, fark yaratmaya çalışmıyorsak kendimizi "Dünyalı" sayabilir miyiz? Daha güzel bir dünya özlemiyle... 

Makbule ABALI- Eğitimci

8 Şubat 2025 



 




Kaynak:

https://ucunkuslar.blogspot.com/2025/02/duyarliliklarimiz-yasama-tat-katan.html



2.1.25

“Geçerli doğrular çerçevesinde yola devam ederim”

 


Merhaba Değerli Üyelerimiz,

Bugün de bir mektubunuz var.

31.12.2024 tarihli yazımız üzerine Sagen Yazarlar Grubu üyesi sayın eğitimci, yazar ve şair Makbule Abalı’dan 01.01. 2025’te bir yorum aldım. Bence en güzel yorumlardan biri. Her şeyden önce samimi, açık, açıklayıcı, bilgi verici ve düşündürücü bir yorum.

Pedagog ve Rehberlik öğretmeni olduğundan olacak bizi bizden daha iyi anlayan hoca hanımın yorumunu, kendisinin de müsaadeleriyle aynen alıyorum. Kendisinden öğreneceğimiz çok şeyler vardır: Samimiyet, incelik, zarafet, anlayış ve bu güzelliklerle sunulan bilgiler grup üyelerimizi de ziyadesiyle memnun edecektir sanırım. Yorumunda açıkça; “Bir sonraki yazınız bir "ironi "veya kapalı sitem" ise; tabii ki geçerli doğrular çerçevesinde yola devam ederim.” diyor.  Ah ne güzel.        Yola devam edebilecek arkadaşlarla 2025 yılında da sessiz, sakin, sabırlı, devamlı ve etkili ve de verimli çalışmalarımız olur inşallah. Hayırlı günler dileğiyle saygı ve sevgiler…

29.12.24, Sabahattin Gencal / Çağrı Yapmak Bana mı Kaldı? Yazısına; Makbule Abalı tarafından 01.01.2025 20:04’te gönderilen yorum:

Geçen haftalarda eşim ve ben sağlık sorunlarımızla ilgili olarak hastane ziyaretlerinde bulunurken, yorgun günlerin ağırlığı ile bu yazınızı okuyamamışım. Bir sonraki yazınızı okuyunca doğrusu kafam karıştı. Herhalde ben yanlış yerdeyim dedim kendi kendime.

Davetiniz ve duyurunuz üzerine; okumayı-yazmayı seven emekli bir eğitimci olarak grubunuza katılmıştım. Sağ olun, geçmiş yıllarda da yazılarımı ad belirterek bloğunuzda paylaşmış, her defasında teşekkürü ihmal etmemiştiniz.

Sorumluluğunu bilen her insan gibi yazılarımı yazarken özen gösteririm. Bilgi sahibi olmadan fikir yürütmemeye, kişi ve kurumları aşağılayıcı, hakaret içeren sözcükler ve cümleler kullanmamaya dikkat ederim. Kimse beni zorladığı için değil, mantığım ve vicdanım öyle uygun gördüğü için...

Övgü de yergi de yerinde kullanılmalı ifrata kaçılmamalıdır elbette.

Bütün içtenliğimle dile getirdiğim bu görüşlerimden sonra beni çok iyi anladığınıza eminim. İyi ki dün bir sonraki yazınıza yorum yazmamışım. Her zaman bir süre bekleyip- anlamaya çalışmak sonra anlatmak, doğruya ulaşmayı sağlıyor.

Bir sonraki yazınız bir "ironi "veya kapalı sitem" ise; tabii ki geçerli doğrular çerçevesinde yola devam ederim. Değilse lütfen haberdar ediniz; Kurallara uyum sağlayamayanlardan olmak istemem,

Sağlıklı, huzurlu günlerle dolu bir yıl dileyerek selam ve saygılarımı iletiyorum.

*

Hoca hanım, biz de sağlık ve mutluluk dolu yeni yıllar ve hayırlı uzun ömürler dileriz.

Yazılarınızı her zaman bekleriz. Yazılarınız her zaman özellikle de bu günlerde bizim için çok önemlidir.

Saygılarımızla.

Not: Bu yazıyı izniniz olursa yayınlayacağım.

Sabahattin Gencal, Emekli öğretmen, 02. 01. 2025

Yazınıza yaptığım yorum elbette yayınlanabilir. 

Selam saygılar. (02.01.2025 Per. 14:22)

 

15.12.24

Makbule Abalı / İnsan Olmak

 



Pek acele etme küçüğüm;
                         Elbet büyüyeceksin
                                       Anlayacaksın sen de 
Dünyanın kaç bucak olduğunu.


Göreceksin; 
                      Bizim gördüklerimizi
                                    Yaşayacaksın yaşadıklarımızı
                                             Öğrenmek isteyeceksin, soracaksın
Kaygılanma, cevaplandıracağız elbette.


Önce tanıyacaksın;
                       Çevreni, yöreni, doğayı
                                   Anlayacaksın; 
                                               Suyun neden aktığını,
Ateşin yaktığını, taşın sertliğini...


Sonra yavaş yavaş öğreneceksin
                      Topluma katılmayı, sosyalleşmeyi,
                                   Birey olmayı.

                                              Dürüst, güvenilir, yalansız,
 Vefalı, sevgi dolu, insancıl olmayı,

                    Hakkını aramayı, sorumluluklarını bilmeyi
                                   Öğreneceksin zamanla

Unutma;
                Zordur insan olabilmek,
                                Zordur insan kalabilmek...


Makbule Abalı-Eğitimci 
10 Aralık 2016 Mersin






Güncelleme:10 Aralık 2024 
İzmir-Urla

"10 Aralık İnsan Hakları Günü" tüm dünyaya barış ve insanlık adına iyi ve güzel şeyler düşündürsün, duyarlılık ve farkındalığı arttırsın. 
                               


Kaynak:https://ucunkuslar.blogspot.com/2016/12/insan-olmak.html

30.10.24

Makbule Abalı / Farkındalıklarımız- Hayata Anlam Kazandırmak...

 



Yaşamak bir nevi "farkındalık" değil midir? Çevremizin, insanların, canlıların, çiçeklerin, ağaçların, hayvanların farkında olmak. Onların da varlığına duyarlı olmak, tepkilerini yok saymamak. Acılarını, ağıtlarını duyabilmek, kulak vermek, gözlemek, gönül vermek...

 Bazen yanı başımızdaki güzelliklerin farkında olmayız: Bir tomurcuk açarken, bir fidan boy verirken, bir yağmur damlası düşerken değişimin farkında olmak. İyinin-kötünün, doğrunun-yanlışın, güzelin-çirkinin bilincine varmak. Estetik bir sanat eserinin ya da zevksiz bir görüntünün ayrımında olabilmek...

 Bakmak-görmek-dikkat etmek-farkında olmak... Ruhsal yapımıza göre bir gün fark ettiğimizi bir başka gün fark etmeyebiliriz. Bir gün bir anda dikkatimizi çeken bir şey, bir başka zamanda hiç de ilgi alanımıza girmeyebilir. Algılarımızda seçici davranırız, bize "anlamlı" geleni algılarız; Çocuk bekleyen bir anne adayı çocuk arabalarını gözleriyle tarayabilir. Düğünü olacak bir genç kız, vitrinlerdeki gelinliklerden gözlerini alamaz. Bazen bizim fark ettiğimiz bir şey, bir başka arkadaşımızın hiç de gözüne çarpmaz.

 "Yol boyundaki erikler, şeftaliler çiçek açtı mı?" diye sorarsanız; "Hiç dikkat etmedim ki farkında bile değilim." diyebilir karşınızdaki kişi. Her gün yanından geçmiş ama binaların arasından boy veren o güzellikleri önemsememiştir bile.

  Bir hastalık sonrası birkaç kilo veren, görüntüsü değişen arkadaşımızın bu durumunu fark etmemek ona üzücü gelebilir. Ev dekorasyonunda güzel değişiklikler yapmış bir komşunuzun evinde bu değişimleri görmemeniz, ona kendisini önemsemediğiniz anlamına gelebilir. Farkı fark etmenizi bekliyordur.

 Yıllarca öğretmenlik yaptıysanız "emekli" olduğunuzda bile, çalan zillere kulağınız hep aşinadır. Hastanede zor günler yaşadıysanız ya da bir hastanız varsa, her ambulans sireni içinizi titretir. Bir şarkı sizi duygulandırırken bir başkasına hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Duygulu bir insansanız, içten yapılan her davranış yüzünüzde güller açtırır. Karanlık bir gecede kaç kişi başını gökyüzüne çevirip ışıldayan yıldızları fark eder ya da önemser? Yüksek sesle, bağırarak yapılan bir konuşma neden kimilerini hiç rahatsız etmez ama bazılarına da çok itici, huzursuz edici gelir.

 Nezaketi, saygıyı özleyen bir insan, çevresindeki kavganın farkında olurken nasıl da rahatsız olur. Oysa bu durumu kanıksamış bir insan belki kavganın farkında bile olmaz. Televizyon ekranında bile olsa, yerde sürüklenerek götürülen bir genç, duyarlı bir insanın nasıl da içini acıtır.

 


Farkındalıklarımız bizi biz yapan etkenler değil midir aslında? Farkında olmamız gerekirken farkında olamadığımız öyle çok şey var ki yaşantımızda. Bazen de bir ses ve görüntü bombardımanına uğruyoruz. Duymak istemediğimiz sesleri duyuyor, görmek istemediğimiz görüntüleri görüyor, algılıyoruz. Zihinlerimiz yorgun düşüyor.

 Hayat akıp giderken, saatler, dakikalar, saniyeler hızla tükenirken farkında oluşumuz kişilere, kişiliklere, zamana, duruma göre değişiyor. Hayatın farkında olmak belki pür dikkat olmak değil. Ama her konuda duygularımızı, mantığımızı dengeleyerek; çevremizi, dünyamızı gören gözlerle, sağlam bir yürekle, düşünebilen bir beyinle, gördüklerini algılayabilen bir zihinle izlemeyi bilebilmek... Yolda bastonuyla yürümeye çalışan yaşlı bir insana yardımcı olup karşıya geçirmek kaçımızın aklından geçer? Bir parkta 1 m. ileride çöp kutusu varken yere atılmış sigara izmaritleri kaç kişiyi rahatsız eder?

 Farkında oluşumuz ne kadar artarsa, çevremize uyumumuz ya da olumsuzluklara tepkimiz o denli isabetli oluyor. Çevremizde olup bitenlerin farkında değilsek, ülke ve dünya gündeminden haberdar değilsek yaşamın ne anlamı olur?

 

                      Makbule ABALI- Eğitimci