KALEM OYNATABİLMEK
Allah’a (cc)
şükürler olsun ki kalem tutabiliyorum ve oynatabiliyorum da…
İnsanoğlu,
farkında olamadığı nice becerileri için şükürden aciz kalıyor. Bu üzerinde
durulması gereken hususun farkına tesadüfen vardım. Böyle tesadüflere ne
denildiği de ayrı bir konu. Neyse sadede gelelim:
2025’in temmuz
ayında Akyazı’nın Kuzuluk mahallesindeki bir pastanede arkadaşlarla akşam
serinliği sohbetindeyiz.
Sevdiğimiz değerli
bir edebiyat öğretmeni satın aldığı bir kitabımı sohbet sırasında bana
imzalatmak istedi. Biz de altına imza atabilecek bir iki söz karaladık. Anı
olur inşallah…
Biraz sonra, daha
doğrusu öğretmen arkadaşımız ve onun tanımadığı yanımızdaki, bir gün önce
tanıdığımız kişi kalktıktan sonra oğlum Fuat beni etkileyen ve bol bol şükre
sevk eden bir konuşma yaptı:
Konuşma yaptı,
derken sanki konuya bir ağırlık vermiş olduk. Duyduklarını söyledi diyelim ki
daha anlaşılır olsun:
Ben kitabıma
birkaç satır yazarken Fuat’ın yanındaki yeni tanıdık (yetmişinde var yok) Fuat’a
eğilerek: “Baban yazabiliyor. Maşallah maşallah.” deyiverdi.
Yazabiliyor maşallah,
deyişi kitap yazdığımız için değil, kalem tutabildiğimiz, çiziktirebildiğimiz
ve oynatabildiğimiz içindi…
Bir an sustum.
Oğlum Ahmet de sustu. O zaten genellikle susar. Ben anlıyorum onu. Onda
düşünürlüğün ilk belirtileri baş gösteriyor. Neyse buna da bir mim koyup devam
edelim:
Fuat, adamın
söylediklerini teyit edercesine devam etti…
Bir ay kadar önce
beni hastaneye götürmüştü. Doldurulması gereken birkaç evrakı, beni yazamaz
zannettiklerinden olacak ona verdiler. Evrakları aldım. Bir güzel doldurdum ve
imzaladım. Daha ölmedik, der gibi bir halim mi vardı bilemem. Fuat’ın dediğine
göre ilgililer yazılarıma bakıp bakıp durdular. Bu satırlarda övgü (ö)sünü
gösteriyor gibi. Ama ben bambaşka duygulara kapılmıştım… Bu da başka bir konu
ama yine de değineyim:
Ben, evet, kalem
sevdalısı ben aşağı yukarı 25 yıldır klavye ile yazıyorum. Ehh, klavyeye de
alıştık ama… ya, ben kalemi nasıl olur da bırakırım. Sorsan, köy enstitüleri
mirası üzerinde kurulan ilköğretmen okulu mezunuyum. Diğer öğretmen okullarını
küçümsediğim falan yok. Yalnız mazimizin derinliğine işaret ediyorum.
Klavyeye söz yok.
Onunla çalışmalarımız devam edecek inşallah. Ancak ondan önce kalemi elime
almam gerekir. Tabii, iyi olur, diyeceksiniz ve ekleyeceksiniz; bir nevi temize
çekmek gibi olur. Hayır. O “temize çekme” işini ta 1964’te bıraktık. Bursa Eğitim
Enstitüsünde Coğrafya öğretmenimiz rahmetli Prof. Dr. Ferruh Sanır: “Hayatın
karalaması olmaz.” demişti. Bu söz üzerine karalama defteri tutmayı bıraktık.
Yani bu yazdıklarım karalama değil. Klavyeyle de bir kelimesini bile
düzeltmeden yazacağız.
Ee, peki. Bu
zahmet niye?
Önce aklıma kalemin
hatırı geldi. Gerçekten, anlayabilenler için kalemin büyük hatırı vardır. Öyle ki
bu yazının başlığını “Kalemin Hatırı” koyacaktım. Bu da başlı başına ayrı bir
konu. Ona da mim…
Bir video izledim.
Doğru yanlış bilemem. Adam parmaklarını oynatıyor ve her gün şu kadar oynatırsanız
kalp sağlığına iyi gelir, diyor. Ben niye bunu düşünmedim? Her gün kalem
oynatmak da kalp sağlığına iyi gelir, tecrübeyle sabit. Boşuna “günlük” tutun,
demiyorlar. Şimdi de ilmi bir konunun yanından geçer olduk.
Farkında mısınız:
Sözde bir konuyu, bir maşallahı anlatacaktık, araya, saymadım ama epeyce konu
sıkıştırdık.
Bu sıkıştır
kelimesine alerjim var. Milletçe önemli konuları araya sıkıştırıyoruz, torba
kanunlar çıkartıyoruz anlamında söylemiyorum. Bu özel bir anının aklıma gelmesi…
Bir değerli ağabeyimiz, arkadaşımız bir anısını anlatmıştı da…
Sonuç olarak;
İnşallah, bundan
böyle kalemi bırakmayacağız. Eski dostluğumuz, sevdalığımız devam edecek.
Yanlış anlaşılması
için bir iki kelâm…
Kalemi oynatmaktan
muradımız bayağı yazmak. Yoksa dans ettirmek değil. O iş sanatkârların işi.
Ehh, biz de belki horon oynatırız. Tabii kemençeci bulabilirsek. Ah, can çıkar
huy çıkmazmış. Çaktırmadan yine bir mim koymuş olduk.
Kalemimle birlikte
önünüzde, eğilmek kitabımızda olmadığı için saygı duruşuna geçiyoruz.
Saygı ve
sevgilerimizle.
Sabahattin GENCAL, 01. 09. 2025