Türkiye
Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde (TODAİE) Kamu Yönetimi Uzmanlık Programında
(KYUP) bir hocamızın bir zincir benzetmesi zaman zaman, özellikle de bugünlerde
aklıma gelir. İnsanın her aklına geleni paylaşması sakıncalı olabilir. Ama ben “güllerin
dikenlerini atarak” paylaşacağım. Dikensiz gül olmaz.” demeden paylaştığımı
okursanız memnun olurum. Hele anlarsanız siz de memnun olursunuz. Hele de
uygulama/uygulatma olanağı bulursanız toplum da memnun olur.
Toplum
dedim de aklıma geldi. Toplumumuza borcum büyüktür. 8 yıl yatılı okudum. Bir
yıl maaşlı izinli olarak okudum. Gerçi mecburi hizmetlerimi yaptım ama bu
millet için, insanlık için son nefesimize kadar ne yapsam ne söylesem azdır.
Azımızı çok sayın leb demeden leblebiyi anlayın:
Bir Zincirin Gücü/Kuvveti En Zayıf Halkası
Kadardır
Biri
dışında tüm halkaları çok kuvvetli olan bir zincir düşünün. Elinize alıyorsunuz
çekiyorsunuz ve kopuveriyor. Bu benzetmeyi bir örgüt için de düşünebiliriz.
Örgüt şu olmuş bu olmuş fark etmez. Ben öğretmen olduğum için okuldan örnek
vereyim.
Bir
okulun gücü okulun bireylerinin (Müdür, müdür yardımcısı, öğretmen, memur,
yardımcı Elemanlar, öğrenciler, okul aile ve koruma birlikleri vb.) en
zayıfının gücü kadardır. Bunu bildiğim için yöneticilik yaptığım okullarda
zayıf halkaları bulup, onlara sezdirmeden kuvvetlendirmeye çalıştım. Kolayına
kaçıp zayıf halkayı atıp yeni bir halka taktırmadım. Allah’ın (cc) yardımıyla
yasal çerçeve sınırları içinde herkese eşit davrandım. (Bu arada övünmek gibi
olmasın. Çalıştığım bir okulun Koruma Derneği Başkanı seçim çalışmaları yürüten
partisinin belediye başkan adayına; “Siz de okul müdürümüz gibi olun.” demişti.
Bundan zerrece pay çıkarmak, kibirlenmek gibi olur ki Allah korusun.) Tabii
konu şahsım değil. Konu yöneticilerde olması gereken özelliklerdir. Hatta
insanlarda en az düzeyde bile olsa olması gereken ahlak, erdem, değer vb. özelliklerdir.
Yazıyı
uzatmaya niyetim yok. Yukarıda da dediğimiz gibi “leb” deyip gerisini size
bırakacağım.
Günümüzde
en çok hangi konulardan söz ediyoruz? Hukuktan, eğitimden, ekonomiden,
yönetimden vb. değil mi? Yine, “Ben demiştim, öngörmüştüm vb.” gibi havalara girmeden 2011’lerde internet
dünyasına bloglarımla girdiğimde sorunlarımız için bir çözüm masası önermiştim.
Masaya ilkin Gencal Masası demişken övünmek gibi olmasın diye HEEY Masası
dedim. (Hukuk+Eğitim+Ekonomi+Yönetim = HEEY) HEEY bu sorunları aynı anda
birinci öncelikle ele almaktır. Önce birini sona ötekini vb. değil. Bugün bazı
uzmanlar hukuk olmadan ekonomi düzelmez, yerli ve yabancı yatırımcılar yatırım
yapmaz demiyor mu? Bazı uzmanlar da eğitim olmadan hiçbir şey olmaz, demiyor
mu? Bu uzmanların hepsi alanlarının en iyisi ama bizim ülkeye sorunlara
bütüncül açıdan bakan doğu ve batı medeniyetlerinin filtrelerinden süzülen
bilgilerle donanmış uzmanlar gerekir. (Burada yanlış anlaşılmaktan yine
korkuyorum. Evet, Köy Enstitüleri mirası üzerinde kurulan ilköğretmen okulu
mezunuyum. Evet, uzun yıllar milli eğitimin belkemiği görevlerini üstlenen
eğitim enstitüsü mezunuyum. Hak deyince akan sular durur denilen zamanda hukuk
fakültesini bitiren, liyakatın öncelikli olması gerektiğinin düşünüldüğü
yıllarda amme enstitüsünü bitiren biriyim. Belki de en önce saymam gereken bir
gerçek şudur ki doğduğum köyün dini atmosferini hiç kaybetmeyen biriyim…)
Rahmetli
eşim “Bitirdiğin okulları, kursları, üzerinde çalıştığın konuları sayma, yazma,
derdi bana. Ebu Hanife de “Mezhebini herkese söyleme.” derdi. Ben de uzun zaman
sorulmadıkça söylemedim. İyi mi ettim kötü mü bilmiyorum. Şimdilerde söylememe gelince söylesen de fark
etmez söylemesen de. Çünkü artık ben ben değilim. Her şeyi unutuverdim. 82
yaşında beden ve ruh sağlığı bozuk bir yaşlının, kendime saygımı kaybetmeden zırvaları
demeyeyim; yakınmaları diyeyim.
Yakınıyorum,
yakınıyorsun, yakınıyor. Doğru mu yanlış mı?
Yakınıyoruz,
yakınıyorsunuz, yakınıyorlar. Doğru mu yanlış mı?
Yakınmakla
işlerin düzeldiği görüldü mü?
1980’deki
mastır tezime bunalımda olduğumuzu belirten bir cümle ile başlamıştık. Bunalım
bunalımları kovaladı ama çok şükür gemimiz batmadı. İnşallah hiçbir zaman batmaz.
Bu fırtınalı havalardan istifade edenler gemimizin rotasını da güya çaktırmadan
değiştirmeye kalkanlar görülmüyor değil. Bu arada fırsatçıların da kol gezdiği
de söylenmekte…
2025
yılı mayısının 26’sında yazdığım bu yazımda da, dolaylı da olsa gemimizin
fırtınalı sularda olduğunu yazmış bulunuyorum.
Be
kardeşim, senden çözüm üretmeyi bekliyoruz. Durumu herkes görüyor.
Aslında
çözüm önerilerini uzmanlarımız zaman zaman ferdi olarak çok güzel de
veriyorlar. Örneğin bugün bir televizyon kanalında Türkiye Barolar Birliği
Başkanının konuşmasını dinledim. Baştan sonra hukuksuzlukları anlatıverdi. Bu
hukuksuzlukların kimsenin yanında kâr kalmamasını da dilerim. Tabii Allah’a
havale etme aklımıza geliyor. Gelmesin. Allah (cc) kul hakkıyla gelmeyin,
diyor. Yani haklarımızı alacağız. (Bu arada Kendi haklarını alamayan biri
olduğumu hatırlayarak böyle yazdığım için mahcup oldum ve de üzüldüm.)
Sözün
kısası çözümler için uzmanlara danışmamız gerekir.
Ben
örgütlerin zayıf halkalarına/bireylerine seslenmek istiyorum.
Sayın
beyefendi /hanımefendi,
Sizin
yaptıklarınız yüzünden bağlı bulunduğunuz kurumlara, örgütlere güven diye bir
şey kalmadı. Hangi saiklerle, hangi baskılarla yapmış olursanız olun izleri
kolay kolay geçmeyecek kötülüklere sebep oldunuz. Lütfen kendinize gelin.
Toplumumuzun kaderi ile oynamayın…
Benim
taktiğim öteden beri halkaları söküp atmak değil kuvvetlendirmektir. Ama şu da biline; herkes benim gibi olamaz.
Kim
bilebilir ki... Belki de benim gibi olmamak daha iyi.
Allah
milletimizi ve devletimizi korusun.
Sabahattin
Gencal,
Çekmeköy-İstanbul,
26. 05. 2025