26.5.25

Bir Zincirin Gücü/Kuvveti En Zayıf Halkası Kadardır

 



Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde (TODAİE) Kamu Yönetimi Uzmanlık Programında (KYUP) bir hocamızın bir zincir benzetmesi zaman zaman, özellikle de bugünlerde aklıma gelir. İnsanın her aklına geleni paylaşması sakıncalı olabilir. Ama ben “güllerin dikenlerini atarak” paylaşacağım. Dikensiz gül olmaz.” demeden paylaştığımı okursanız memnun olurum. Hele anlarsanız siz de memnun olursunuz. Hele de uygulama/uygulatma olanağı bulursanız toplum da memnun olur.

Toplum dedim de aklıma geldi. Toplumumuza borcum büyüktür. 8 yıl yatılı okudum. Bir yıl maaşlı izinli olarak okudum. Gerçi mecburi hizmetlerimi yaptım ama bu millet için, insanlık için son nefesimize kadar ne yapsam ne söylesem azdır. Azımızı çok sayın leb demeden leblebiyi anlayın:

 Bir Zincirin Gücü/Kuvveti En Zayıf Halkası Kadardır

Biri dışında tüm halkaları çok kuvvetli olan bir zincir düşünün. Elinize alıyorsunuz çekiyorsunuz ve kopuveriyor. Bu benzetmeyi bir örgüt için de düşünebiliriz. Örgüt şu olmuş bu olmuş fark etmez. Ben öğretmen olduğum için okuldan örnek vereyim.

Bir okulun gücü okulun bireylerinin (Müdür, müdür yardımcısı, öğretmen, memur, yardımcı Elemanlar, öğrenciler, okul aile ve koruma birlikleri vb.) en zayıfının gücü kadardır. Bunu bildiğim için yöneticilik yaptığım okullarda zayıf halkaları bulup, onlara sezdirmeden kuvvetlendirmeye çalıştım. Kolayına kaçıp zayıf halkayı atıp yeni bir halka taktırmadım. Allah’ın (cc) yardımıyla yasal çerçeve sınırları içinde herkese eşit davrandım. (Bu arada övünmek gibi olmasın. Çalıştığım bir okulun Koruma Derneği Başkanı seçim çalışmaları yürüten partisinin belediye başkan adayına; “Siz de okul müdürümüz gibi olun.” demişti. Bundan zerrece pay çıkarmak, kibirlenmek gibi olur ki Allah korusun.) Tabii konu şahsım değil. Konu yöneticilerde olması gereken özelliklerdir. Hatta insanlarda en az düzeyde bile olsa olması gereken ahlak, erdem, değer vb. özelliklerdir.

Yazıyı uzatmaya niyetim yok. Yukarıda da dediğimiz gibi “leb” deyip gerisini size bırakacağım.

Günümüzde en çok hangi konulardan söz ediyoruz? Hukuktan, eğitimden, ekonomiden, yönetimden vb. değil mi? Yine, “Ben demiştim, öngörmüştüm vb.”  gibi havalara girmeden 2011’lerde internet dünyasına bloglarımla girdiğimde sorunlarımız için bir çözüm masası önermiştim. Masaya ilkin Gencal Masası demişken övünmek gibi olmasın diye HEEY Masası dedim. (Hukuk+Eğitim+Ekonomi+Yönetim = HEEY) HEEY bu sorunları aynı anda birinci öncelikle ele almaktır. Önce birini sona ötekini vb. değil. Bugün bazı uzmanlar hukuk olmadan ekonomi düzelmez, yerli ve yabancı yatırımcılar yatırım yapmaz demiyor mu? Bazı uzmanlar da eğitim olmadan hiçbir şey olmaz, demiyor mu? Bu uzmanların hepsi alanlarının en iyisi ama bizim ülkeye sorunlara bütüncül açıdan bakan doğu ve batı medeniyetlerinin filtrelerinden süzülen bilgilerle donanmış uzmanlar gerekir. (Burada yanlış anlaşılmaktan yine korkuyorum. Evet, Köy Enstitüleri mirası üzerinde kurulan ilköğretmen okulu mezunuyum. Evet, uzun yıllar milli eğitimin belkemiği görevlerini üstlenen eğitim enstitüsü mezunuyum. Hak deyince akan sular durur denilen zamanda hukuk fakültesini bitiren, liyakatın öncelikli olması gerektiğinin düşünüldüğü yıllarda amme enstitüsünü bitiren biriyim. Belki de en önce saymam gereken bir gerçek şudur ki doğduğum köyün dini atmosferini hiç kaybetmeyen biriyim…)

Rahmetli eşim “Bitirdiğin okulları, kursları, üzerinde çalıştığın konuları sayma, yazma, derdi bana. Ebu Hanife de “Mezhebini herkese söyleme.” derdi. Ben de uzun zaman sorulmadıkça söylemedim. İyi mi ettim kötü mü bilmiyorum.  Şimdilerde söylememe gelince söylesen de fark etmez söylemesen de. Çünkü artık ben ben değilim. Her şeyi unutuverdim. 82 yaşında beden ve ruh sağlığı bozuk bir yaşlının, kendime saygımı kaybetmeden zırvaları demeyeyim; yakınmaları diyeyim.

Yakınıyorum, yakınıyorsun, yakınıyor. Doğru mu yanlış mı?

Yakınıyoruz, yakınıyorsunuz, yakınıyorlar. Doğru mu yanlış mı?

Yakınmakla işlerin düzeldiği görüldü mü?

1980’deki mastır tezime bunalımda olduğumuzu belirten bir cümle ile başlamıştık. Bunalım bunalımları kovaladı ama çok şükür gemimiz batmadı. İnşallah hiçbir zaman batmaz. Bu fırtınalı havalardan istifade edenler gemimizin rotasını da güya çaktırmadan değiştirmeye kalkanlar görülmüyor değil. Bu arada fırsatçıların da kol gezdiği de söylenmekte…

2025 yılı mayısının 26’sında yazdığım bu yazımda da, dolaylı da olsa gemimizin fırtınalı sularda olduğunu yazmış bulunuyorum.

Be kardeşim, senden çözüm üretmeyi bekliyoruz. Durumu herkes görüyor.

Aslında çözüm önerilerini uzmanlarımız zaman zaman ferdi olarak çok güzel de veriyorlar. Örneğin bugün bir televizyon kanalında Türkiye Barolar Birliği Başkanının konuşmasını dinledim. Baştan sonra hukuksuzlukları anlatıverdi. Bu hukuksuzlukların kimsenin yanında kâr kalmamasını da dilerim. Tabii Allah’a havale etme aklımıza geliyor. Gelmesin. Allah (cc) kul hakkıyla gelmeyin, diyor. Yani haklarımızı alacağız. (Bu arada Kendi haklarını alamayan biri olduğumu hatırlayarak böyle yazdığım için mahcup oldum ve de üzüldüm.)

Sözün kısası çözümler için uzmanlara danışmamız gerekir.

Ben örgütlerin zayıf halkalarına/bireylerine seslenmek istiyorum.

Sayın beyefendi /hanımefendi,

Sizin yaptıklarınız yüzünden bağlı bulunduğunuz kurumlara, örgütlere güven diye bir şey kalmadı. Hangi saiklerle, hangi baskılarla yapmış olursanız olun izleri kolay kolay geçmeyecek kötülüklere sebep oldunuz. Lütfen kendinize gelin. Toplumumuzun kaderi ile oynamayın…

Benim taktiğim öteden beri halkaları söküp atmak değil kuvvetlendirmektir. Ama şu da biline;  herkes benim gibi olamaz.

Kim bilebilir ki... Belki de benim gibi olmamak daha iyi.

Allah milletimizi ve devletimizi korusun.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 26. 05. 2025