29.12.24

Sabahattin Gencal / Çağrı Yapmak Bana mı Kaldı?

 


“Müflis bezirgân/tüccar eski defterleri karıştırır.” atasözünü sanki doğrular gibiyim bugünlerde.

Bulduğum yazılar hem birbirlerinden ilginç hem de  şaşırtıcı.

Hayret, bugünlerde sayfamızın üyelerine çağrı yapmaya çekinirken bir zamanlar bütün Türkiye’ye çağrı yapıyor muşum.

Çok toymuşum, çok cahilmişim, çok safmışım demek. Halkımızın eğitim düzeyini yükseltme çabası içinde oldum. Ama kendimi unuttum. Kendimizi yetiştirme çabasında olsaymışım 82 yaşında doğru dürüst bir yazı yazabilirdim belki.

Düşündüklerimi yazamadığım için başka deyişle yazmaya cesaret edemediğim için tarihi geçmiş, modası geçmiş, tesiri geçmiş bir yazı yayımlıyorum.

Hayret bugünlerde herkes gelmekte olan yılı karşılamak için Mersin bileti alırken ben tersine gidiyorum.

Ah o eski günler…

ÇAĞRI YAPMAK BANA MI KALDI?

Yirmi bir yaşında bir öğretmen adayı olarak 1963’te bir mahalli gazete aracılığı ile başta öğretmenlerden ve gazetecilerden olmak üzere tüm aydınlardan, tüm halkımızdan kültürel kalkınmaya katkı sağlamalarını istiyordum.

Bugün düşünüyorum da değil bir Eğitim Enstitüsü son sınıf öğrencisi rektörler bile böyle çağrıda bulunamıyor. TV kanalları, gazeteler birilerinin tekelinde olduğu sürece de aydınların sesi kısık olacağa benzer. Biz bir mahalli gazete aracılığı ile çağrı yapmıştık. “Cahil atak olur olur.” demeyin. O günkü şartlarda düşünelim. Her öğretmen adayı ideallerle yüklüydü. Umutlarla doluydu. O güzelim duygular, düşünceler hâlâ içimde. Bu duyguları başkalarına aktaramadıktan sonra neye yarar?

Kültürel kalkınma hızımızı bilen var mı? İçinizden geçiyordur: “Bu da ne diyor? Ne kültürü ne kalkınması? Bizde Kültür Bakanlığı var ya, yetmiyor mu?” Sahi, Bakanlığımızda “kültürel kalkınma” kavramı oluşmuş mu? Oluşmuşsa ne aşamadayız?

58 yaşında 34 yıllık bir öğretmen olarak 1998’de, genel yayın yönetmeni olduğum bir okul dergisi aracılığı ile kültürümüze tahrip kalıpları yerleştirilmiş olduğunu; patlama olmadan bu kalıpları bulmamız gerektiğine işaret ediyordum. Kültürümüzün daha çok yozlaşmaması için, ulusal nitelikleri kaybetmememiz için kısaca çökmememiz için ilgilileri uyarıyordum…

Ve bugün 2007, 64 yaşında emekli bir öğretmen olarak kendi kendimle konuşuyorum. Acayip değil mi? Yirmi bir yaşında tüm kamuya sesleniyordum, 58 yaşında öğrencilere ve ilgililere, 64 yaşımda da kendime. Hâlbuki bunun tersi olmalı değil miydi?

Gençken daha çok kendimle konuşarak kendimi yetiştirebilsem, orta yaşlılıkta çevreme yol gösterebilsem, yaşlıyken de bir bilge gibi tüm kamuya seslenebilsem, yararlı olabilsem… “İş işten geçti.” mi dersiniz. Söylemem boşuna mı, “Artık hiçbir şeyi değiştiremezsin.” mi dersiniz?

Belki haklısınızdır; ama bir kere daha deneyeceğim. Sizin aracılığınızla tüm ilgililerden, ulusal kültür konusunda düşünmelerini isteyeceğim. İstemek benden…

Clarence Darrow şöyle der: “Yirmi yaşındaki genç, dünyayı değiştirmek ister; yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını da anlar. Fakat önemli olan denemektir!”

Bozuk olanı düzeltmeyi denemek başlı başına bir devrimdir esasen…

Devrim kelimesi geçti de aklıma geldi; Atatürk devrimleri bitti mi? Bitmediyse benim uyarılarıma ne gerek var?

Genç, orta yaşlı, ihtiyar demeden; şu meslekten, bu meslekten demeden; şu görüşten, bu görüşten demeden Ulusal kültürümüzü kurtaralım. Daha doğrusu kendimizi kurtaralım.

Sabahattin GENCAL,

Yuvacık, Mayıs 2007