İlk klavyem…
Cefakâr ilk klavyem sizlere ömür…
Klavyem dün, yani 03. 01. 2025 Cuma
günü saat 08.30 sıralarında aniden bilgisayardan, dünyadan ve benden koptu…
Bu beklenmedik kopuştan, bu ayrılıktan
sonra içimde doğan düşünce ve duygular buğulanarak hafiften hafiften kıvrılarak
yükseliyor gökyüzüne. Gökyüzü yakında karabulutlarla kaplanmaz inşallah.
2002’lerde geldi İzmit’teki avukatlık
büroma. Birçok fonksiyonu vardı. O zamanın en iyilerindendi. En güzellerinden
de diyebiliriz. Ne var ki avukatlık yapmayınca veya yapamayınca fonksiyonlarını
gösterme fırsatı bulamadı. Onun için birçok özelliğini göremedim. Doğrusu bir
sitemi de olmadı bana. Beni anlıyor gibiydi. Gibisi fazla diyebilirsiniz.
Çünkü;
Yayınlanan 62 kitabımın ilk
dizgilerini onunla beraber yaptık. O beni anlamayacaktı da başka kim
anlayacaktı. Hem benim kitaplarımın amacı, hatta bütün yazdıklarımın amacı “Kendimi
tanımak”tır. “Kendini bilen Allah’ı (cc) da bilir.” (el-İnfitâr, 6-8) ayetini öğrendikten sonra
hep kendimi bilmeye çalıştım durdum. Montaigne, “Bir insanda görülen haller
bütün insanlarda da görülebilir.” sözünü duyduktan sonra yazdıklarımı
yayınlamakta bir beis görmedim. Ayrıca, bütün yazarlardan çok farklı olarak ilk
yazdıklarımı hiç değiştirmedim. Eğrisiyle doğrusuyla, artısıyla eksisiyle;
günahıyla sevabıyla vb. işte ben buyum, diyebildim. Yalnız maddi hataları düzeltmeye
çalıştım.
İlk sekiz kitabımı, maddi hataları
düzetmek için yeniden ele aldım. Sekizinci kitabın son sayfasına kadar dayandı
klavyem. Sadece birkaç saniyelik işi kalmıştı ki elveda dedi. Vazife başında
terk i diyar etti.
Duygularımı aksettiremiyorum. Bu anda
da gözyaşlarımın aktığı belirtmem yeterli. Göz yaşımın yeni klavyeye
düşmemesine gayret ediyorum. Oysa ilk klavyem yağmur gibi gözyaşlarıma şahit
olmuştu. Annem, kız kardeşim, dayım, teyzelerim, kayın biraderlerim,
yengelerim, halalarım vb. birçok yakınım, arkadaşım bu son yirmi yılda vefat
ettiler. Ayrıca vefakâr, cefakâr, bütün güzel erdemleri örnek olarak taşıyan
sevgili eşim de bu süre içinde vefat etti. Büroyu kapattıktan sonra eve
gelmişti kavyem de. Eşim ona da toz kondurmazdı.
İlk klavyemle kalemle yazdıklarımı
yazdım bir de doğrudan yazdım. Hazır metinlerden pek haz almazdı gibime
geliyor. Doğrudan yazdıklarıma sanki eklemeleri olurdu. En azından esintisi,
etkisi…
Dün, ikindi üzeri oğlum okuldan
gelince; “Biliyor musun, ne oldu?” deyiverdim. “Klavyem sizlere ömür öldü…”
Oğlum, elimi öperek, ah çok korktum. Size bir şey oldu sandım.” dedi. Ahmet birkaç
senedir yeni klavye almak istiyordu bana. Ama ben ayrılamıyordum ondan. Daha fonksiyonlarını
öğrenemeden ayrılmak olur muydu? Ne zaman ne olacağı belli olmuyor. Oğlum, dün
siparişini verdi. İşte bugün yeni klavye ile yazıveriyorum.
Yeni yılda, yeni klavye. Oğlum, hoparlör
ve mikrofon aksamları için de siparişlerini verdi. Bugün yarın onlar da gelir.
Bilgisayar aksamlarını daha önce torunum değiştirmişti.
Açıkçası durum şu: eşim rahmetli
olduktan sonra mahalleydi, daireydi, eşyalardı, bilgisayardı vb. her şey yeni.
Tek eski ben kaldım.
Ne yapmalıyım? Düşündüm taşındım ve
kesin kararımı verdim: Ben ben olarak kalmaya devam edeceğim. Tabii Allah 8cc)
izin ederse ve de şartlar elverirse. Bir de yeni klavyemle anlaşabilirsem.
Bir de not yazayım: Oğluma, “İlk
klavyemden birkaç poz al.” dedim. Bir ara yanlarına gittim. Yan yana poz vermek
için ama dayanamadım. Ben böyleyim işte.
Bir not daha. Böyle de olmaz ki,
nedir bu sulu gözlülük derken kendi kendime sabahleyin ilâçlarımı almadığımı hatırladım.
Ya, ilk klavyem böyle anlarıma çokça
şahit olmasına rağmen hiç ses vermezdi…
Bu yazdıklarım bir duygu durumudur,
gelgittir. Yani çoklarına göre hükümsüzdür.
Ama gel de bir bana sor…
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 04.01.2025