11.9.25

Dikkat! Radyasyon Tehlikesi!

 


Dikkat! Radyasyon Tehlikesi!

Uzun yıllardan sonra bugün bir hastanede MR çektirdim. MR tüneli darlaştırıldı mı? Yoksa ben mi şişmanladım? Artık tünel de dünya da dar gelmeye başladı bana. Nedenini anlatmadan önce bir uyarı yapmalıyım:

Bedenim radyasyonlu bu kesin. Acaba beynim de radyasyonlu mu? Açık deyişle bu yazdıklarımızda … %0’de bir ihtimal varsa yazımızı okumadan hemen uzaklaşın diyorum. Sizler cep telefonlarından, bilgisayarlardan, televizyonlardan vb. alışığız demeyiniz. Bu söylediğim tehlikeli.

Evet, radrasyonun tehlikesi tecrübeyle sabittir: 15 yıl kadar önce rahmetli eşim MR çektirdi. Aynı gün ultrasona da girdi. Çıkışta eline tuttum. Parmaklarından parmaklarıma öyle bir cereyan geldi ki, işte cereyan bu! Elektriklenme bu! demiştim. O zamanlar karşı cinsten elektrik aldın mı? Cereyan geçti mi vb. yaygın sözler dolaşırdı…

Hastaneden eve gelince banyoya girdim. Bursa hamamlarında olsaydım 40 tas su dökerdim. Ama evde suyu ölçemiyoruz ancak 40 tastan fazla su döktüğümüz kesin. İnşallah bedende radyasyon kalmadı. Ama beynimiz için bir şey söyleyemiyoruz. Onun için ben ihtiyatlı davranacağım, eğer bu yazıyı okumaya devam ediyorsanız siz çok daha dikkatli davranmalısınız. Benden söylemesi.

Başta ne demiştik? Dünyanın dar gelmesi konusu üzerinde duracaktık.

Dünyanın dar gelmesi: Birçok sorundan dolayı bunalmak, bıkma içi içini yemek anlamındadır. Birçok sorun? Hangi birini anlatsam. Özel sorunlarımızı pas geçelim. Toplumumuzu yakından ilgilendiren eğitim sorunundan söz edeyim. Benden bu beklenir değil mi? Hem uzun yıllar öğretmenlik yapmış biriyim hem de okullar yeni açıldı…

Zaten yazılı ve sözlü medya her saat başı bu sorunla ilgileniyor, demeyin. Ben bir başka açıdan bakacağım:

Hz. Ali diyor ki: “Çocuklarınızı, onların yaşayacağı zamana göre yetiştiriniz.” Bu ne demektir? Çocuklara düşünce üretmeyi (= Düşünmeyi=Akıl mekanizmasını çalıştırmayı) öğretmeli. Günümüz konularını ezberletmekle yetinmemek vb.

Soru? Beslenme yetersizliği çeken çocukların beyin gelişimleri normal olabilir mi? Bu ne demek? Sayısı milyonu geçen öğretmenlerin çabalarının sıfırlanması demek. Evet, bu sözümde bir hilaf, bir yanlışlık yok. Beyin gelişimi tam olmayan çocuklara düşünce üretebilme becerisi vermeyi Sabahattin Gencal bile başaramaz. Siz bunun sonunu, yirmi yıl sonrasını düşünün, tabii bu devran böyle devam ederse evlatlarımız iktidar sahiplerinin, daha doğrusu emperyalistlerin ya da ortaklarının gönüllü kölesi olmaya mahkûm olacaklardır. Bu üzücü durumu fark edip de tedbir almamak akıl kârı mı? İşte onun için bunalıyorum. Sanki MR tünelindeyim. Sıkılıyorum. Zaman zaman darrrdarrr sesleri hoookkkkuuuurr sesleri korkutuyor insanı MR’da bir bozukluk mu var acaba? Cereyana mı kapılıyoruz?

İçinde bulunduğumuz sorunlar karşısında böylesine daralıyorum. İnsanların böylesi durumları unutmaları için çeşitli kurgu sorunlarla oyalanıyoruz gibime geliyor…

“Bak kardeşim, elini ver bana, daha doğrusu kulağını ver bana” tüm öğretmenlerin, aydınların emeklerinin zayi olmasına sebep olmadan en kısa zamanda milletten özür dileyerek gereğini yapıver…

Aman, radyasyonlu sahaya mı girdik? Ben demiştim, dikkatli olun, diye.

Bebelerimize, çocuklarımıza, gençlerimize yazık etmeme adına herkes anayasada ve yasalarımızda belirtilen yurttaşlık haklarını kullanmaktan çekinmesin. Diyeceksiniz ki, sen niye çekiniyorsun?

Bana bakmayın, dedik ya radyasyonluyum ben.

Sabahattin Gencal, İstanbul, 08. 09. 2025

 

 

 

1.9.25

Kalem Oynatabilmek

 


KALEM OYNATABİLMEK


Allah’a (cc) şükürler olsun ki kalem tutabiliyorum ve oynatabiliyorum da…

İnsanoğlu, farkında olamadığı nice becerileri için şükürden aciz kalıyor. Bu üzerinde durulması gereken hususun farkına tesadüfen vardım. Böyle tesadüflere ne denildiği de ayrı bir konu. Neyse sadede gelelim:

2025’in temmuz ayında Akyazı’nın Kuzuluk mahallesindeki bir pastanede arkadaşlarla akşam serinliği sohbetindeyiz.

Sevdiğimiz değerli bir edebiyat öğretmeni satın aldığı bir kitabımı sohbet sırasında bana imzalatmak istedi. Biz de altına imza atabilecek bir iki söz karaladık. Anı olur inşallah…

Biraz sonra, daha doğrusu öğretmen arkadaşımız ve onun tanımadığı yanımızdaki, bir gün önce tanıdığımız kişi kalktıktan sonra oğlum Fuat beni etkileyen ve bol bol şükre sevk eden bir konuşma yaptı:

Konuşma yaptı, derken sanki konuya bir ağırlık vermiş olduk. Duyduklarını söyledi diyelim ki daha anlaşılır olsun:

Ben kitabıma birkaç satır yazarken Fuat’ın yanındaki yeni tanıdık (yetmişinde var yok) Fuat’a eğilerek: “Baban yazabiliyor. Maşallah maşallah.” deyiverdi.

Yazabiliyor maşallah, deyişi kitap yazdığımız için değil, kalem tutabildiğimiz, çiziktirebildiğimiz ve oynatabildiğimiz içindi…

Bir an sustum. Oğlum Ahmet de sustu. O zaten genellikle susar. Ben anlıyorum onu. Onda düşünürlüğün ilk belirtileri baş gösteriyor. Neyse buna da bir mim koyup devam edelim:

Fuat, adamın söylediklerini teyit edercesine devam etti…

Bir ay kadar önce beni hastaneye götürmüştü. Doldurulması gereken birkaç evrakı, beni yazamaz zannettiklerinden olacak ona verdiler. Evrakları aldım. Bir güzel doldurdum ve imzaladım. Daha ölmedik, der gibi bir halim mi vardı bilemem. Fuat’ın dediğine göre ilgililer yazılarıma bakıp bakıp durdular. Bu satırlarda övgü (ö)sünü gösteriyor gibi. Ama ben bambaşka duygulara kapılmıştım… Bu da başka bir konu ama yine de değineyim:

Ben, evet, kalem sevdalısı ben aşağı yukarı 25 yıldır klavye ile yazıyorum. Ehh, klavyeye de alıştık ama… ya, ben kalemi nasıl olur da bırakırım. Sorsan, köy enstitüleri mirası üzerinde kurulan ilköğretmen okulu mezunuyum. Diğer öğretmen okullarını küçümsediğim falan yok. Yalnız mazimizin derinliğine işaret ediyorum.

Klavyeye söz yok. Onunla çalışmalarımız devam edecek inşallah. Ancak ondan önce kalemi elime almam gerekir. Tabii, iyi olur, diyeceksiniz ve ekleyeceksiniz; bir nevi temize çekmek gibi olur. Hayır. O “temize çekme” işini ta 1964’te bıraktık. Bursa Eğitim Enstitüsünde Coğrafya öğretmenimiz rahmetli Prof. Dr. Ferruh Sanır: “Hayatın karalaması olmaz.” demişti. Bu söz üzerine karalama defteri tutmayı bıraktık. Yani bu yazdıklarım karalama değil. Klavyeyle de bir kelimesini bile düzeltmeden yazacağız.

Ee, peki. Bu zahmet niye?

Önce aklıma kalemin hatırı geldi. Gerçekten, anlayabilenler için kalemin büyük hatırı vardır. Öyle ki bu yazının başlığını “Kalemin Hatırı” koyacaktım. Bu da başlı başına ayrı bir konu. Ona da mim…

Bir video izledim. Doğru yanlış bilemem. Adam parmaklarını oynatıyor ve her gün şu kadar oynatırsanız kalp sağlığına iyi gelir, diyor. Ben niye bunu düşünmedim? Her gün kalem oynatmak da kalp sağlığına iyi gelir, tecrübeyle sabit. Boşuna “günlük” tutun, demiyorlar. Şimdi de ilmi bir konunun yanından geçer olduk.

Farkında mısınız: Sözde bir konuyu, bir maşallahı anlatacaktık, araya, saymadım ama epeyce konu sıkıştırdık.

Bu sıkıştır kelimesine alerjim var. Milletçe önemli konuları araya sıkıştırıyoruz, torba kanunlar çıkartıyoruz anlamında söylemiyorum. Bu özel bir anının aklıma gelmesi… Bir değerli ağabeyimiz, arkadaşımız bir anısını anlatmıştı da…

Sonuç olarak;

İnşallah, bundan böyle kalemi bırakmayacağız. Eski dostluğumuz, sevdalığımız devam edecek.

Yanlış anlaşılması için bir iki kelâm…

Kalemi oynatmaktan muradımız bayağı yazmak. Yoksa dans ettirmek değil. O iş sanatkârların işi. Ehh, biz de belki horon oynatırız. Tabii kemençeci bulabilirsek. Ah, can çıkar huy çıkmazmış. Çaktırmadan yine bir mim koymuş olduk.

Kalemimle birlikte önünüzde, eğilmek kitabımızda olmadığı için saygı duruşuna geçiyoruz.

Saygı ve sevgilerimizle.

Sabahattin GENCAL, 01. 09. 2025