BM Genel kurulunda İslam İşbirliği teşkilatı adına
Türkiye ve Pakistan’ın girişimiyle kabul edilen 15 MART ULUSLARARASI
İSLAMOFOBİYLE MÜCADELE GÜNÜ’nün ardından bir yıl geçti.
İslam dinine ve Müslümanlara karşı bir akım haline
gelen ve İslam korkusu olarak tanımlanan İslamofobi giderek İslam karşıtlığı ve
İslam nefretine dönüştürülerek küresel düzeyde dünyayı tehdit eden bir hastalık
haline gelmiştir.
ABD’deki 11 Eylül 2001 olaylarının ardından İslam’ın
bir şiddet ve terör dini olduğu Müslümanların da eli kanlı birer terörist
olduğu şeklinde bir algı yaratıldı. Tarihçi David Miller bu algının Siyonist
aydınlar tarafından icat edildiğini ifade eder. Terörizmin özellikle bir
Müslüman biçimi olduğu ve Müslümanların terörizme yatkın olduğu algısı başta
Batılı aydınlar olmak üzere tüm dünya kamuoyuna, görsel ve işitsel tüm iletişim
kanallarıyla servis edildi ve edilmeye de devam ediyor.
Siyonist İslamofobi projesi ABD başta olmak üzere
Batı’lı ülkelerin iç ve dış politikalarında kullanılan ‘ayrımcılık ve
ötekileştirme’ stratejilerinin zeminini oluşturmuştur. Dışlanma ve ayrımcılık,
Batı Dünyasında yaşayan Müslümanların gündelik yaşamını son derece olumsuz
etkilemektedir. Şiddete uğrayış ve kamusal haklardan yararlanamama sorunu
özellikle Batı Avrupa’da iç barışı tehdit eden önemli bir sorun haline
gelmiştir.
Biden, Macron ve Wilders’in başını çektiği Siyonist
aktörler, İslamofobik dalgayı körükleyerek dünya ve ülkelerindeki Müslümanları
yok saymıştır. Siyonist efendilerinden ödül bekleyen bu kör siyasiler şunu iyi
bilsinler ki;
İslamiyet, Avrupa’nın da Dünya’nın da bir gerçeğidir.
Üstelik Batı Medeniyetinin geldiği nokta itibariyle tıkanan boyutuna, özellikle
aile ve değer düşmanı yozlaşma ve zehirlenmelere karşı İslam, alternatif yaşam
modeli sunabilme potansiyeline sahip güçlü bir birikime sahiptir.
Bugün İslamofobi’nin uğursuz yüzünü bütün
çıplaklığıyla Filistin’de görüyoruz. Bu yüzde Batı’nın tüm çelişki ve
ikiyüzlülüğü güneş gibi parlıyor. ABD ve Batılılar muazzam askeri güçlerini,
milyonlarca insanı haritadan silecek katliamcı Siyonistlerin emrine vererek kan
içen vampirlerle özdeşleştiler. Böylesi bir büyük insanlık faciasına imza
atarak Batı Dünyasının haklı övüncünü teşkil eden demokrasi, insan hakları,
hukukun üstünlüğü gibi medeni kavramları yok saydılar.
Öte yandan İslam dünyasının ivedi bir biçimde imaj
restorasyonuna ihtiyaç duyduğu yadsınmaz bir gerçektir. Sadece mazeret ve
slogan üretmemeliyiz. Gerekçesi ne olursa olsun teröre, kaba kuvvete mesafeli
olmalıyız. Kadına ikinci sınıf muamele ve şiddetin zerresine bile geçit
vermeyen bir duruşu tavizsiz sergilemeliyiz. Fikir hürriyetine daha çok ağırlık
verelim. Cehalete, nobranlığa ve bencilliğe karşı kararlı bir tavrı kuvveden
fiile geçirelim.
Geçmişte yüz binlerin Haçlı yürüyüşüne göğüs gerdik.
Bu günde Müslümanlar bünyelerinden yeni Kılıçarslan’lar, Selahattin’ler
Fatih’ler çıkaracak güçtedir. İki milyar iki yüz milyonu geçmiş genç nüfusuyla
İslam Dünyası, bugün belki çalkalanıyor ancak sevgi yolu Hz. Peygamber yolunun
daima yolcusu olmuş ve olmaya da devam edecektir.
İslamophilia ve İslamolove daima nefrete galip
gelecektir.
Ahmet MERAL, (Eğitimci, Tarihçi, Yazar)