Ahmet
Gencal Hayatım Çaykara ile girdi edebiyat bulvarına. Çaykara, çay kenarında
yeraltı katmanlarından süzülerek yüzeye çıkan su, göze, kaynak demektir. Bu
doğal arıtılmış suya benzer Hayatım Çaykarada’ki denemeler. Yaşar Kemal
"Çaykaraların suyu o kadar soğuktur ki dişleri tıkırdatır." der.
Ahmet’in çaykaraları dişleri tıkırtatmaz yürekleri etkiler. Bu çaykaralar bilinçaltından,
yürekten süzülerek çıktığı için simsıcacıktır. İnsanın ruhunu sarar,
psikolojisini etkiler. Belki de bunun için Ahmet’in denemelerine psikolojik
denemeler dendi. Bu denemeleri şiirler ve öyküler takip etti. Artık Ahmet
Psikolojik denemeler, öyküler ve şiirler ustası olarak tanındı.
Ahmet
edebiyat bulvarında şov yapmadı, öne çıkmayı tercih etmedi; hep bir adım
geriden ama durmadan ilerlemeye başladı. Çaykaralar içilebilme, ferahlatma,
düşündürme, hissettirebilme vb. özelliklerini kaybetmeden çay olup akmaya
başladı. Şiirler şiirleri, öyküler öyküleri kovalarken ünlü Rehveç romanını
yazdı Ahmet.
Bir
çaykara iken dere olan sonra da çay olup akmaya başlayan Ahmet artık bir ırmak
gibi. Böylesine istikrarlı tekâmül etme nadir görülür. Ancak Ahmet bu gelişmeyi
ve olgunlaşmayı son on senede başardı. Artık bir evrimleşme eşiğine geldi
Ahmet. İnsan üzerine inceleme ve araştırmaya da başladı, felsefe yazılarına da
yer verdi.
Yazarlık,
ileri yazarlık, drama ve senaryo vb. kurslarına da giden Ahmet edebiyat
bulvarındakileri daha iyi tanımaya başladı. Hiçbir akımı ötelemedi ama
hiçbirine de kapılmadı. Kendine özgü bir olgunlaşma gösterdi. Olgun bir meyveyi
düşünelim. Bu olgunluğu sağlayan ağacın ta köklerinden gelen sular ve maddeler,
yine atmosfer içindekiler değil mi? Tabii bu Allah’ın (cc) marifeti. İşte
sanatkârlar da Allah’ın izniyle ve çabalayarak böylesi yetenekli olabilirler…
Ahmet
bu kısa zaman içinde “hayatın derinliklerinden gelen sözlerin ustası” oldu.
Böyle psikolojik denemeler ve öyküler ustamızdaki bu gelişme onun vakarında bir
değişiklik yapmadı. Yani hiç egoist olmadı. Aksine, yanlış anlamlara sebep
olacak kadar alçakgönüllüğünü devam ettirdi.
Ahmet’i
çok yakından tanıyorum. Daha doğrusu onu yakından tanıyanlardan biriyim
diyebilirim; çünkü birini, hatta kendimizi bile tam olarak tanımak mümkün
değil. Ahmet’in özel yaşamı, karakteri hiç ama hiç benzememesine rağmen onda
Dostoyevski'yi gördüm. Bilindiği üzere dünya edebiyatını en çok etkileyen ve en
çok okunan yazarlardan biri olan Dostoyevski'nin eserleri birçok düşünürün
fikirlerini de derinden etkilemiştir.
Dostoyevski
ırmağının debisi çok daha fazla kuşkusuz. Bu ırmak suları da bin bir dereden.
Ama Ahmet’in ırmağı ise kendisi gibi ağır ağır akıyor. Peki, bu ırmağı besleyen
ne? Evet, ta küçüklüğünden beri ta içinden gelen kaynaklar var Ahmet’te. Yayla
sularına benzetirdim onu. Düşünebiliyor musunuz 2500 metre yükseklikteki
yaylanın tepe noktasının eteklerinden soğuk soğuk sular akıyor… Bunun nasıl
olduğunun bilimsel açıklaması var kuşkusuz. Ahmet’teki kaynak konusunun da izahı
yok değil. Anlatmaya çalışalım:
Bir
insanın içinden günde ortalama 60 bin- 70 bin düşünce ve duygu geçermiş. Dikkat
ediniz 60 veya 70 demiyoruz. Binlerden söz ediyoruz. Demek ki bilinç altımızdan
çok çok sular akar durur. Çocukluğumuzda içme sularımızı (mesirelerde)
güğümlerle dereden alırdık. Hz. Mevlâna benzer bir söz söylüyor. Tabii mealen
hatırlatıyorum “Deryadan herkes kendi kovası kadar su alır.” Böyle iç kaynaklarını yüzeye çıkaranlar da
kendi kapasiteleri kadar çıkarabilir. Örneğin aklıma geleni yazarken yüzlerce
duygu ve düşünce geçip gidiyor. Ahmet’in farkı burada işte. Bu duyguları nasıl
da kavrayabiliyor ve güzel güzel eserlerinde sergileyebiliyor. Ağır ağır akan
hatta akmıyor mu akıyor mu dedirten derin bir ırmak gibi…
Su
uzmanı değilim ama gözelerden, kaynaklardan, sülenlerden, pınarlardan,
çeşmelerden, derelerden, çaylardan, ırmaklardan vb. su içmiş biriyim. Derelerin
akışını bana sorun. Taşlara çarpa çarpa beyazlara bürünerek ve adeta köpürerek
akan dereler. Küçük büyük çağlayanları olan dereler, kıvrıla kıvrıla akan bazen
güneşle yıkanan bazen tabiatla çamurlanan dereler… Ala balıklı dereler,
kenarlarında kurbağalar öten dereler… Kısaca bu gözlerin gördükleri sayılıp
bitirilemez. Irmaklar da gördüm. Ama Yeşilırmak’tan daha çok etkilendim.
Yeşilırmak’la Karadeniz'in kucaklaşmasını izledim Samsun’da. Ne muhteşem.
Akıyor mu akmıyor mu belli olmayan geniş mi geniş, derin mi derin bir ırmak ve
Karadeniz. Yeşilırmak’ın taşanda sürüklediği ağaçları, şunları bunları
karıştırmayalım.
Ahmet’in
eseri Yalnız Adam (Yüzleşmeyi) okumamaya başladığımda onu Yeşilırmak’ın
Karadeniz’le kucaklaşmasına benzetir oldum. Daha doğrusu aklıma o geldi. Başka
ne gelebilirdi. Öyle ya bir saliselik duygu ve düşünce akışını beş altı sayfaya
yayabilmek herkesin harcı olamaz. Kitabı bitirince Yeşilırmak benzetmesinden
vaz geçtim. Niçin mi?
Niçin
olacak, Avrupa’nın dört yanını kulaçlayan, Uzakdoğu’nun, kendi deyimiyle mistik
topraklarında gözlemler yapan ve İngilizce eserleriyle şimdilik Amazonla dünya
arenasına çıkan Ahmet’i Yeşilırmak’a benzetmem haksızlık olur. Hem her sanatçı
kendine benzer. Herkes biriciktir.
Edebiyat
bulvarında sessiz, sakin, sabırlı, istikrarlı, planlı, kararlı ve ağır ağır
ilerlemesini sürdüren, hiçbir kişiye, kurum ve kuruluşa minnet etmeyen Ahmet
Gencal’a başarılar diliyoruz. Şimdilik hayatın derinliklerinden gelen sözlerin
ustası, yarının bilge yazarı olarak gördüğümüz Ahmet Gencal’ı okumak yaşamı
okumaktır; belki de insanın kendisini okumasıdır.
Okumak
güzel, tabii yazmak da…
Sabahattin
Gencal,
Çekmeköy-İstanbul,
12. 05. 2025
https://www.mirathaber.com/ahmet-gencal-nefes-alip-vermek-en-guzel-siiri-yazmaktir/
________________________
Ahmet
Gencal’ın Eserlerini sipariş adresleri
https://cinius.shop/writer/ahmet-gencal/
https://www.istanbulkitapcisi.com/ahmet-gencal