Yaşamak bir nevi
"farkındalık" değil midir? Çevremizin, insanların, canlıların,
çiçeklerin, ağaçların, hayvanların farkında olmak. Onların da varlığına duyarlı
olmak, tepkilerini yok saymamak. Acılarını, ağıtlarını duyabilmek, kulak
vermek, gözlemek, gönül vermek...
Bazen yanı başımızdaki güzelliklerin
farkında olmayız: Bir tomurcuk açarken, bir fidan boy verirken, bir yağmur
damlası düşerken değişimin farkında olmak. İyinin-kötünün, doğrunun-yanlışın,
güzelin-çirkinin bilincine varmak. Estetik bir sanat eserinin ya da zevksiz bir
görüntünün ayrımında olabilmek...
Bakmak-görmek-dikkat etmek-farkında
olmak... Ruhsal yapımıza göre bir gün fark ettiğimizi bir başka gün fark
etmeyebiliriz. Bir gün bir anda dikkatimizi çeken bir şey, bir başka zamanda
hiç de ilgi alanımıza girmeyebilir. Algılarımızda seçici davranırız, bize
"anlamlı" geleni algılarız; Çocuk bekleyen bir anne adayı çocuk
arabalarını gözleriyle tarayabilir. Düğünü olacak bir genç kız, vitrinlerdeki
gelinliklerden gözlerini alamaz. Bazen bizim fark ettiğimiz bir şey, bir başka
arkadaşımızın hiç de gözüne çarpmaz.
"Yol boyundaki erikler,
şeftaliler çiçek açtı mı?" diye sorarsanız; "Hiç dikkat etmedim ki
farkında bile değilim." diyebilir karşınızdaki kişi. Her gün yanından
geçmiş ama binaların arasından boy veren o güzellikleri önemsememiştir bile.
Bir hastalık sonrası birkaç kilo
veren, görüntüsü değişen arkadaşımızın bu durumunu fark etmemek ona üzücü
gelebilir. Ev dekorasyonunda güzel değişiklikler yapmış bir komşunuzun evinde
bu değişimleri görmemeniz, ona kendisini önemsemediğiniz anlamına gelebilir.
Farkı fark etmenizi bekliyordur.
Yıllarca öğretmenlik yaptıysanız
"emekli" olduğunuzda bile, çalan zillere kulağınız hep aşinadır.
Hastanede zor günler yaşadıysanız ya da bir hastanız varsa, her ambulans sireni
içinizi titretir. Bir şarkı sizi duygulandırırken bir başkasına hiçbir anlam
ifade etmeyebilir. Duygulu bir insansanız, içten yapılan her davranış yüzünüzde
güller açtırır. Karanlık bir gecede kaç kişi başını gökyüzüne çevirip ışıldayan
yıldızları fark eder ya da önemser? Yüksek sesle, bağırarak yapılan bir konuşma
neden kimilerini hiç rahatsız etmez ama bazılarına da çok itici, huzursuz edici
gelir.
Nezaketi, saygıyı özleyen bir insan,
çevresindeki kavganın farkında olurken nasıl da rahatsız olur. Oysa bu durumu
kanıksamış bir insan belki kavganın farkında bile olmaz. Televizyon ekranında
bile olsa, yerde sürüklenerek götürülen bir genç, duyarlı bir insanın nasıl da
içini acıtır.
Farkındalıklarımız bizi biz yapan
etkenler değil midir aslında? Farkında olmamız gerekirken farkında olamadığımız
öyle çok şey var ki yaşantımızda. Bazen de bir ses ve görüntü bombardımanına
uğruyoruz. Duymak istemediğimiz sesleri duyuyor, görmek istemediğimiz
görüntüleri görüyor, algılıyoruz. Zihinlerimiz yorgun düşüyor.
Hayat akıp giderken, saatler,
dakikalar, saniyeler hızla tükenirken farkında oluşumuz kişilere, kişiliklere,
zamana, duruma göre değişiyor. Hayatın farkında olmak belki pür dikkat olmak
değil. Ama her konuda duygularımızı, mantığımızı dengeleyerek; çevremizi,
dünyamızı gören gözlerle, sağlam bir yürekle, düşünebilen bir beyinle,
gördüklerini algılayabilen bir zihinle izlemeyi bilebilmek... Yolda bastonuyla
yürümeye çalışan yaşlı bir insana yardımcı olup karşıya geçirmek kaçımızın
aklından geçer? Bir parkta 1 m. ileride çöp kutusu varken yere atılmış sigara
izmaritleri kaç kişiyi rahatsız eder?
Farkında oluşumuz ne kadar artarsa,
çevremize uyumumuz ya da olumsuzluklara tepkimiz o denli isabetli oluyor.
Çevremizde olup bitenlerin farkında değilsek, ülke ve dünya gündeminden
haberdar değilsek yaşamın ne anlamı olur?
Makbule ABALI- Eğitimci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder