12.5.25

Ahmet Gencal Edebiyat Bulvarında

 



Ahmet Gencal Hayatım Çaykara ile girdi edebiyat bulvarına. Çaykara, çay kenarında yeraltı katmanlarından süzülerek yüzeye çıkan su, göze, kaynak demektir. Bu doğal arıtılmış suya benzer Hayatım Çaykarada’ki denemeler. Yaşar Kemal "Çaykaraların suyu o kadar soğuktur ki dişleri tıkırdatır." der. Ahmet’in çaykaraları dişleri tıkırtatmaz yürekleri etkiler. Bu çaykaralar bilinçaltından, yürekten süzülerek çıktığı için simsıcacıktır. İnsanın ruhunu sarar, psikolojisini etkiler. Belki de bunun için Ahmet’in denemelerine psikolojik denemeler dendi. Bu denemeleri şiirler ve öyküler takip etti. Artık Ahmet Psikolojik denemeler, öyküler ve şiirler ustası olarak tanındı.

Ahmet edebiyat bulvarında şov yapmadı, öne çıkmayı tercih etmedi; hep bir adım geriden ama durmadan ilerlemeye başladı. Çaykaralar içilebilme, ferahlatma, düşündürme, hissettirebilme vb. özelliklerini kaybetmeden çay olup akmaya başladı. Şiirler şiirleri, öyküler öyküleri kovalarken ünlü Rehveç romanını yazdı Ahmet.

Bir çaykara iken dere olan sonra da çay olup akmaya başlayan Ahmet artık bir ırmak gibi. Böylesine istikrarlı tekâmül etme nadir görülür. Ancak Ahmet bu gelişmeyi ve olgunlaşmayı son on senede başardı. Artık bir evrimleşme eşiğine geldi Ahmet. İnsan üzerine inceleme ve araştırmaya da başladı, felsefe yazılarına da yer verdi.

Yazarlık, ileri yazarlık, drama ve senaryo vb. kurslarına da giden Ahmet edebiyat bulvarındakileri daha iyi tanımaya başladı. Hiçbir akımı ötelemedi ama hiçbirine de kapılmadı. Kendine özgü bir olgunlaşma gösterdi. Olgun bir meyveyi düşünelim. Bu olgunluğu sağlayan ağacın ta köklerinden gelen sular ve maddeler, yine atmosfer içindekiler değil mi? Tabii bu Allah’ın (cc) marifeti. İşte sanatkârlar da Allah’ın izniyle ve çabalayarak böylesi yetenekli olabilirler…

Ahmet bu kısa zaman içinde “hayatın derinliklerinden gelen sözlerin ustası” oldu. Böyle psikolojik denemeler ve öyküler ustamızdaki bu gelişme onun vakarında bir değişiklik yapmadı. Yani hiç egoist olmadı. Aksine, yanlış anlamlara sebep olacak kadar alçakgönüllüğünü devam ettirdi.



Ahmet’i çok yakından tanıyorum. Daha doğrusu onu yakından tanıyanlardan biriyim diyebilirim; çünkü birini, hatta kendimizi bile tam olarak tanımak mümkün değil. Ahmet’in özel yaşamı, karakteri hiç ama hiç benzememesine rağmen onda Dostoyevski'yi gördüm. Bilindiği üzere dünya edebiyatını en çok etkileyen ve en çok okunan yazarlardan biri olan Dostoyevski'nin eserleri birçok düşünürün fikirlerini de derinden etkilemiştir.

Dostoyevski ırmağının debisi çok daha fazla kuşkusuz. Bu ırmak suları da bin bir dereden. Ama Ahmet’in ırmağı ise kendisi gibi ağır ağır akıyor. Peki, bu ırmağı besleyen ne? Evet, ta küçüklüğünden beri ta içinden gelen kaynaklar var Ahmet’te. Yayla sularına benzetirdim onu. Düşünebiliyor musunuz 2500 metre yükseklikteki yaylanın tepe noktasının eteklerinden soğuk soğuk sular akıyor… Bunun nasıl olduğunun bilimsel açıklaması var kuşkusuz. Ahmet’teki kaynak konusunun da izahı yok değil. Anlatmaya çalışalım:

Bir insanın içinden günde ortalama 60 bin- 70 bin düşünce ve duygu geçermiş. Dikkat ediniz 60 veya 70 demiyoruz. Binlerden söz ediyoruz. Demek ki bilinç altımızdan çok çok sular akar durur. Çocukluğumuzda içme sularımızı (mesirelerde) güğümlerle dereden alırdık. Hz. Mevlâna benzer bir söz söylüyor. Tabii mealen hatırlatıyorum “Deryadan herkes kendi kovası kadar su alır.”  Böyle iç kaynaklarını yüzeye çıkaranlar da kendi kapasiteleri kadar çıkarabilir. Örneğin aklıma geleni yazarken yüzlerce duygu ve düşünce geçip gidiyor. Ahmet’in farkı burada işte. Bu duyguları nasıl da kavrayabiliyor ve güzel güzel eserlerinde sergileyebiliyor. Ağır ağır akan hatta akmıyor mu akıyor mu dedirten derin bir ırmak gibi…

Su uzmanı değilim ama gözelerden, kaynaklardan, sülenlerden, pınarlardan, çeşmelerden, derelerden, çaylardan, ırmaklardan vb. su içmiş biriyim. Derelerin akışını bana sorun. Taşlara çarpa çarpa beyazlara bürünerek ve adeta köpürerek akan dereler. Küçük büyük çağlayanları olan dereler, kıvrıla kıvrıla akan bazen güneşle yıkanan bazen tabiatla çamurlanan dereler… Ala balıklı dereler, kenarlarında kurbağalar öten dereler… Kısaca bu gözlerin gördükleri sayılıp bitirilemez. Irmaklar da gördüm. Ama Yeşilırmak’tan daha çok etkilendim. Yeşilırmak’la Karadeniz'in kucaklaşmasını izledim Samsun’da. Ne muhteşem. Akıyor mu akmıyor mu belli olmayan geniş mi geniş, derin mi derin bir ırmak ve Karadeniz. Yeşilırmak’ın taşanda sürüklediği ağaçları, şunları bunları karıştırmayalım.

Ahmet’in eseri Yalnız Adam (Yüzleşmeyi) okumamaya başladığımda onu Yeşilırmak’ın Karadeniz’le kucaklaşmasına benzetir oldum. Daha doğrusu aklıma o geldi. Başka ne gelebilirdi. Öyle ya bir saliselik duygu ve düşünce akışını beş altı sayfaya yayabilmek herkesin harcı olamaz. Kitabı bitirince Yeşilırmak benzetmesinden vaz geçtim. Niçin mi?

Niçin olacak, Avrupa’nın dört yanını kulaçlayan, Uzakdoğu’nun, kendi deyimiyle mistik topraklarında gözlemler yapan ve İngilizce eserleriyle şimdilik Amazonla dünya arenasına çıkan Ahmet’i Yeşilırmak’a benzetmem haksızlık olur. Hem her sanatçı kendine benzer. Herkes biriciktir.

Edebiyat bulvarında sessiz, sakin, sabırlı, istikrarlı, planlı, kararlı ve ağır ağır ilerlemesini sürdüren, hiçbir kişiye, kurum ve kuruluşa minnet etmeyen Ahmet Gencal’a başarılar diliyoruz. Şimdilik hayatın derinliklerinden gelen sözlerin ustası, yarının bilge yazarı olarak gördüğümüz Ahmet Gencal’ı okumak yaşamı okumaktır; belki de insanın kendisini okumasıdır.

Okumak güzel, tabii yazmak da…

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 12. 05. 2025

 _______________________




https://www.mirathaber.com/ahmet-gencal-nefes-alip-vermek-en-guzel-siiri-yazmaktir/

 

________________________

Ahmet Gencal’ın Eserlerini sipariş adresleri

https://cinius.shop/writer/ahmet-gencal/

https://www.istanbulkitapcisi.com/ahmet-gencal

 

https://www.google.com/search?sca_esv=e62aff6ab256d97c&sxsrf=AHTn8zr46Id4FYotmyaitX1WfbHmj00otQ:1747045362195&q=Ahmet+Gencal,+cinius&udm=2&fbs=ABzOT_

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder