18.4.25

Yıllar Öncesinden Örnek Bir Model: Köy Enstitüleri

 


" Bir varmış bir yokmuş " diye başlar çoğu masal. Oysa  kuşaktan kuşağa anlatılan gerçek bir Eğitim Öyküsü keşke hep var olsaydı. Geçmişten günümüze gelişerek ama aslına, ilkelerine sadık kalınarak bugünlere ulaşabilseydi.

Dünyanın neresinde olursa olsun; bir kişi ya da bir kurum zaman aşımına uğramadan yıllar sonra da övgüyle, saygıyla anılıyor, değerini koruyarak  benimseniyorsa bir efsane veya saygınlık abidesi olarak söz edilebilir. 

Bugün 17 Nisan. Köy Enstitülerinin 85. Kuruluş Yıldönümü. Tüm dünyada bir savaş sonrası zor koşullarda başlatılıp aydınlanma yolunda çok büyük bir eğitim seferberliğini gerçekleştiren başka bir örnek yok. Ancak daha sonraları  o modeli örnek alarak eğitimde çok üst düzeyde başarılara imza atan ülkeler var. Biz yok ederken onlar yeniden var etmişler.

Her insanın yaşamında olduğu gibi toplumların da pişmanlıkları, keşke'eri , mutluluk ve mutsuzluk dönemleri, acı deneyimleri olacaktır elbette. Güvenilir kayıtlar, sağduyu ve mantıkla değerlendirilmiş günler yıllar, dönemler yıllar sonra bile tarafsız değerlendirmelerle aydınlanacak,  gerçek yerini bulacaktır herhalde...

Eğitime gönül vermiş bir eğitimci olarak Köy Enstitüleri ile ilgili çok kitap okudum, konferanslara katıldım, anılar dinledim, yazılar yazdım.   Sonuçta her zaman iç sesimin özlemle seslenişini duydum adeta. "Keşke o yıllarda öğretmen ya da öğrenci olarak ülke kalkınmasında görev alabilseydim." Ama doğum yılım ve doğum yerim bu isteğin gerçekleşmesine izin vermedi. 

Eşim Ahmet Abalı Mersin Arslanköy doğumlu. Köy Enstitüleri hakkında bizim için en güvenilir canlı kaynak oldu. O ve arkadaşları 17 Nisan'ı bir bayram gibi düşünürler. Ancak buruk bir bayram. Keşke daha farklı izlerle daha coşkulu kutlanabilse, daha fazla katılım sağlanabilseydi. Bugün de o yıllardan arkadaşları ile konuştu, özlem giderdi, duygulandı. 

Eşimin eğitim öyküsü ilginçtir: 1950 yılında Arslanköy İlkokulu'nu bitirir. Babasının çocuklarına paylaştırdığı küçük bir tarlayı elma bahçesi oluşturmak için hazırlar. Öte yandan küçük baş hayvanları otlatır. Sınıf arkadaşları okumak için köyden kente gidince o da sınavlara girmeye karar verir. 

Köy Enstitüleriyle ilgili fotoğrafları görmek için
lütfen tıklayınız. 

2 yıl aradan sonra Aksu Köy Enstitüsü'nü kazanır. Köy Enstitüleri 5 yıldır. 1954 de okul Aksu İlköğretmen Okulu adını alır, eğitim-öğretim 6 yıla çıkarılır. Mezuniyetten iki ay sonra Diyarbakır Silvan İlçesi'ne atanır. Daha sonra Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü'nü bitirip İlköğretim Müfettişi olarak atanacaktır. Mezuniyetten bir gün sonra atama yapılıp o ay maaşlarını alırlar. 

Yoksul  köy çocukları için Köy Enstitüleri bir başka dünyadır. Hatta köyden dünyaya açılmış bir penceredir. Çok değerli eğitmenler -öğretmenlerle birlikte hayata hazırlanırlar. Üretime dönük eğitim esastır. Sabahları derse girmeden öce 500 kişinin katıldığı sabah sporu vardır. Yöresel oyunlar oynanır, halaylar çekilir. Kültür dersleri ve uygulamalı iş dersleri vardır. Gerektiğinde yapı yaparlar, bataklık kuruturlar, sebze meyve yetiştirirler, arıcılık, hayvan bakımı, dikiş, el sanatları gibi türlü alanlarda eğitilir, yetişirler. 

Dünya klasiklerinden çevrilmiş kitaplar okurlar, mutlaka bir enstrüman çalmayı öğrenirler, spor müsabakalarına birçok branşta katılırlar. Ezberciliği değil, üretmeyi, kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Öğrencilerden seçilen okul başkanları, öğrenci temsilcileri vardır. Hak aramayı, uygun biçimde eleştirmeyi bilirler. Köylüyü bilinçlendirmek, kalkındırmak amaçlarındandır. Sınıflar arasında abla- abi  saygı ve koruyuculuğu esastır. 

Ülkemizde 1940 yılından itibaren kuzeyden güneye, batıdan doğuya 21 Köy Enstitüsü açılmıştır. Tüm öğrenciler köy kökenli yoksul çocuklardır. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü ise 1942 yılında, enstitülerde başarılı öğrencilerden adil bir seçimle seçilen öğrencileri Köy Enstitülerine öğretmen olarak yetiştirmek amacıyla kurulmuştur. Yüksek Köy Enstitülerinde 8 bölüm bulunurdu: Tarım, ziraat, madencilik, güzel sanatlar,  müzik, resim, heykel, zootekni, kümes hayvanları, el sanatları. 

(Köy Enstitüleri hakkında geniş bilgi almak isteyenler lütfen tıklasın.)

Eşimin ilkokul ve sonrasında gittiği Aksu Köy Enstitüsü'nden birçok arkadaşını tanıma fırsatım oldu. Hepsi çok saygın, vatansever, idealist , hümanist insanlardı.  Halâ sık sık arayıp dakikalarca konuştuğu dostlara sahip. Bugün birlikte YouTube'da Köy Enstitüleri ile ilgili olarak hazırlanmış çok güzel videoları birlikte izledik, duygulandık. Benim o yılların idealist eğitimcilerine saygım, hayranlığım, özlemim bir kat daha arttı. (Bir YouTube kanalı izlemek isteyenler Lütfen tıklayınız) 

(Köy Enstitülerinin açılış ve kapanış öyküsünü dinlemek için lütfen tıklayınız.)

Merak ettiğim bir konuyu dile getirmek isterim; Acaba bugün ülkemizde 18-40 yaş arası bireylerden Köy Enstitüleri hakkında bilgi sahibi olan kaç birey var? Bu konuda bir istatistik ya da araştırma var mıdır? Eğitim Fakültelerimizde, Sosyal Bilimlerle ilgili programlarda ders konuları arasında ne kadar yer verilebiliyor, kaç öğrenci bitirme tezine konu  olarak seçiyor? Eski okul binaları, işlikleri, tarım bahçeleri, uygulama alanları bugün ne durumda? Bir Eğitim Müzemiz var mıdır?

Vefamız, değerbilirliğimiz, insana saygımız, duyarlılığımız, farkındalığımız ölçülebilse sonuçlar yüzümüzü güldürüp içimizi ferahlatabilir mi...?  Köy Enstitüleri modeli temel alınarak günümüz koşullarına uygun eğitim projeleri geliştirilip uygulamaya konabilir mi ?

17 Nisan Köy Enstitüleri Kuruluş Yıldönümünü kutluyor, başta Başöğretmen Atatürk olmak üzere EĞİTİM alanında emek ve çaba harcamış tüm insanlarımızı minnet ve teşekkürle anıyoruz. 

Makbule ABALI -Eğitimci

İzmir-Urla 17.04.2024









                                         






17.4.25

Balkona Çıktım

 

Sabahattin Gencal Yuvacık'taki dairesinin balkonunda...


Biyolojik saatimizde bir değişiklik oldu. Genellikle 12’de yemeğe otururum. Oldukça yavaş yerim. Yemek yerken seyredilmesinin sakıncalı olduğunu bile bile televizyon seyrederim. Sonra da çalışma odama giderim. Bu kez, uzun zaman sonra, rutinde bir değişiklik yaparak  ilk kez balkona çıktım.

Yanıma da Atilla Birkiye’nin bir deneme kitabını aldım.

Balkona kitapla çıkılmayacağını bilmiyor değilim. Balkonda çevre okunur, gökyüzü okunur. Mavilikler ve bulutlar… Arada çeşit çeşit kuşlar ve de en çok da çocuklar okunur. Tabii beton binaları, beton yolları saymıyorum. Bunlar son zamanların hastalıklı halleri.

Koltuğa oturdum. Önceden de belirtmiştim, bir koltuk daha zor sığar balkonumuza. Oysa ben ne balkonlar gördüm…

Kitabı açtım. Şimdi kumsaldayız. Çok geçmiyor pencere altında. Sonra başka bir semtte. Çok hızlı uçuyoruz mekânlar arasında. Evet, ben de daldan dala geçerdim; ama okuyucularımı da beraber götürmeyi ihmal etmezdim. Sayın Birkiye, tanınmış ya okuyucuya aldırmıyor. Ben deneme yazıyorum isteyen takılsın, der gibi. Tamam yazar denemeyi kendisi için yazar, keyfi istediğini yapar ama kardeşim okuyucu zamanını veriyor daha doğrusu harcıyor illa deneme kurallarına harfiyen uyacağım diye… Yapma kardeşim…

Tabii, okumayı bıraktım. Kırk yılda bir balkona çıkmışım, keyfimi bozacaklara pirim mi veririm. Pür dikkat dinliyorum: Çocuk sesleri. Bayılıyorum bu seslere. Arada topun çıkardığı seslere… Büyükler de konuşuyor ama dediklerini anlamıyorum.

Bu arada telefon çaldı. Bu saatlerde Fuat arar. O da memnun oldu balkona çıktığıma. Balkon camları açık mı diye sordu. İki kanat kapalı biri açık, dedim. O da iyi, dedi. Sağ olsunlar cereyan durumuna varıncaya kadar her konuda gözetim altına aldılar beni.

Ahmet, haberleri bile dinlememi istemiyor. Üzülüyorsun, diyor. Doğru valla. Beni benden daha iyi tanıyor. Yukarıda demiştim ya yemek yerken televizyon izliyorum. Ahmet, neyi izlemek istersin? diyor ilkin. “Neyi açarsan aç?” diyeceğimi de biliyordur. Öyle güzel filimler açıyor ki?

Durun hâlâ balkondayım. Balkon muhabbeti yeni başlıyor:

Efendim haksızlık yapmak kötüdür ama kendine haksızlık yapmak çok daha kötüdür. Ben kendimden özür diliyorum. Bir ara bizde balkon kültürü yok demişim… Daha ne kadar olsun be birader. Sen çalımından yanlarına yaklaşılamayacakları bile bin kere kıskandıracak balkon hatıraları yaşamış birisin. Ne diye, bu güzel anıları alçakgönüllülük diye yorganla kapatırsın.

 Üstümden yorganın çekilmesi hikâyesini yalnız evlatlarım biliyor. O bir güzel bir sır olarak kalsın. Biz diğer hikâyelere işaret edelim.

Türkiye’mizde bir balkon edebiyatı vardı değil mi? Unuttum. Biraz önce internete girdim, girmez olaydım. Balkonda çiçeklerden söz ediliyor, çamaşırlardan söz ediliyor, balkonlardan düşen çocuklardan. Çocuk balkondan düşer mi? Sen onu benim … anlat. Nokta nokta yere külâhıma kelimesini koyabilirsiniz ama ben “benim hemşerilerime”  diyeceğim. Karların bir buçuk iki metrelere vardığı günlerde ayvan dediğimiz balkonlardan atlayıp karlara gömülmelerimiz… Kış güneşi balkonlarda bir başka olurmuş.

Neyse geçelim bunları. Bakın geçelim diyor ve sizi başka sahnelere götürüyorum. Modernciler bunu istemiyor. Habersizce birdenbire geçiyorlar. Okuyucuları da alıştırdılar. Onlar da zaman zaman “Yazarın nefesini ensemizde istemiyoruz.” diyorlar. Siz hangi tip okuyuculardansınız.

Desenize biz okuyucu değil sizin arkadaşınızım, falancayım, filancayım.

Ooo. Ne güzel. Tekrar hoş geldiniz. İzlemeye var mısınız var mısınız?

1974 Van’ın Muradiye’sindeyiz. Yarım ay ışığında eşimle birlikte balkonumuzda yemek yiyoruz. Balkonumuzda mı, dedim? Hayır, bakın nerede… Haritadan Van Gölünün şeklini hatırlarsınız. Gölün uç kısmını görüyoruz. O pırıl pırıl sodalı sular ne sihirdir ne keramet bizi ta Boğaziçi’ne götürüyor. Bir balık lokantasındayız. Bir böyle iki böyle. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar.

İkindi çayını yani 5 çayını evin arka tarafındaki balkonda içiyoruz. Bu arada teybe skeçler dolduruyoruz, şiirler ve de sesli mektuplar. Bu teypleri Samsun’a kayınvalideye gönderiyoruz. Tabii onlar da bize. Bir ayrıntı. Sonradan öğrendik ki lojmanda kalan dört ailenin kadınları alt kattan meğer bizi dinlermiş.

Van’dan İzmit’e geldik. Allah’ın şanslı kuluymuşuz ki İzmit Körfezinin tam kenarında bir kooperatif evimiz oldu. O ev de üç balkonluydu. Üç yanımız da güzelliklerle doluydu.

Uzatmayalım. Emekli olunca, Ümraniye’de biraz da borçlanarak bir daire aldım. O daire de üç balkonluydu. İki balkona açılır kapanır camlar yaptırmıştık. Yine eşimle balkona çıkardık. O rahatsız olduğu için yatardı balkonda. Balkonlar o kadar geniş ve uzundu…

Eşim vefat edince balkonlar da eski özelliklerini kaybetti. Hatta Boğaziçi de. Anadolu’dan Avrupa’ya geçerken henüz 4 yaşındaki oğlumuz Fuat; birden “martılar, Güzel kuşlar…” şarkısını söylemeğe kalkınca eşim de ben de neler hissettiklerimiz anlatamayız. Eskiden Boğaziçi vapurlarında çok hikâyeler okurdum. Şimdi?

Ne demiştim? Uzun zaman sonra ilk kez balkona çıktım. Ama yeni bir şey okuyamadım.

Balkondan çalışma odasına dönerek bu yazıyı yazıyorum/yazdım. Hâlâ bir kumru da herhangi bir kuş da konmadı pencereye. Çocukların sesi de kesildi.  Karşı binanın yarısında bizim binanın gölgesi; üst yarsında sıkıntılardan süzülen garip güneş ışıkları. Ortalıkta bir sessizlik. Bu sessizlik? Hayırlara gitsin.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-istanbul, 17. 04. 2025

 

 


 Sabahattin Gencal, Çekmeköy'deki dairesinin balkonunda...

 


 

 

 

15.4.25

Kendi Olmak

 

 

            Ey Okuyucu!

            Şimdi ben sana bu çalışmamı benim gözümle oku, desem; ne tepki verirdiniz acaba? Tabii ki, vereceğiniz tepkiyi kestiremem; ama bu konudaki düşüncelerimi yazayım:

            Çok az yazar, eserinin kendi gözleri ile okunmasını istemiştir. Ben de bir defasında istedim. Yazarın gözüyle okumak nedir ki? Herhalde yazarın görüşüyle okumaktır. Olur mu böyle şey? Yazarın görüşünden okuyucuya ne! Eğer yazarın biyografisi yazılacaksa o başka. Olması gereken, normal olan her okuyucunun kendi görüşüyle okumasıdır.

            Birinin gözüyle okumak bir benzetmedir aslında. Çünkü gözle okunmaz beyinle okunur. Gözle, olsa olsa göz jimnastiği yapmaktır. Beyinle okuyabilir, anlayabilir, içselleştirebilir ve gereğini yapabiliriz.

            Anlama mekanizması ayrı bir konu olmakla birlikte bu konudaki, araştırmaya dayanmayan düşüncelerimizi aktaralım: Beyine bir veri girince ne oluyor? Bazı bilim adamları der ki; yeni veri önceki veriyle etkileşerek yeni anlam ortaya çıkar. Bu duruma göre aynı veriyi değişik kişiler farklı farklı anlamlandırabilir. Ya beyinde o konuda hiçbir bilgi yoksa? Bu zor soruyu kendimden örnek vererek açıklamaya çalışayım:

            İlkokuldayım. Allah (cc) rahmet etsin çok iyi bir komşumuz vardı. Gazetelerini okumama müsaade ederdi. Bir gün şöyle bir haber okudum. Mısır Ordu Takımı bizim ordu takımımızı 3-1 yendi. Galip gelen Mısır’ın Ordu Takımının gollerini falan filan kişiler attı. Falancının volesi kale direklerinde patladı vs.

            Futbol nedir bilmiyordum. Ordu takımı deyince savaş anladım. Topların kaleye girmesi, fileleri yırtması, kale direklerinin sarsılması. Bomba gibi şutlar vb. Bir savaş sahnesiydi benim için.

            Yukarıdaki anıdan hareketle diyebiliriz ki bir şey anlatılacaksa muhatabın bilgi düzeyi dikkate alınarak anlatılmalı. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sav) “Biz Peygamberler muhataplarımızın anlayabilecekleri biçimde konuşmakla emrolunduk.” demiştir.

            Sadede gelelim; metinleri kendimize göre okuyacağız. Kendimiz olacağız. Bugün bu konuda tonlarca yayın var. Her insan biriciktir. Her insan, özel görevle en güzel biçimde ve de halife potansiyeliyle yaratılmıştır.

            Falan akademinin kapısında “Kendini Tanı” yazmıyor mu? “Kendini bilen Rabbini bilir.” Mealinde hadis olduğu zayıf bir rivayetle belirtilen bir hadis yok mu?          

            Şimdi; diyeceksiniz ki, güzel de bu bilgilerin kaynaklarını da yazmak gerekir. Elbette doğru. Yüz yıl önceki yazarlarımızı, dipnot ve açıklama yazmadılar diye az kınamadık. Doğrusu bu çalışmamdan önceki çalışmalarımın hepsinde dipnotlar var. Hem de dosdoğru olarak. Peki, bu çalışmamda niye dipnot ve açıklama yazmıyorum?

            Bir kere, başta unuttuğumu söylemiştim. İkinci olarak çalışmamızda kullandığımız kavramlar için o kadar çok dipnotu ve açıklama var ki… Göz gezdirdiğiniz birkaç sayfa için, emin olun birkaç kitaplık dipnot ve açıklama yapılabilir. Üçüncü olarak şunu ekleyebiliriz.

            Bugün bilgiye ulaşmak oldukça kolay, arzu eden internet okyanusundan istediği bilgileri edinebilir. Şunu da ekleyelim; günümüz nesli “Armut piş ağzıma düş.” diyor. Bazıları da hiçbir şeyi dert etmiyor. Sosyal medya kullananların okuma kapasiteleri 200 karakterle sınırlı.

            Bütün bu sözler “kendi olmak” konusunu dolaylı biçimde payandalamak için. Bunu biliyorsak niye kelime kalabalığı? Yukarıda bir yerlerde söyledik, yazdık ya, okuyucuya eleştiri olanağı sağlamak, sorgulamayı hatırlatmak içindir. Dedik ya asırlardır sorgulama yapmak unutturuldu. Kasıtlı olarak unutturularak her bireyi edilgin hale getirdiler. Toplumu da sürü yaptılar. Bu arada bunları Prof. Dr. Yaşar Öztürk’ün yazılarında okudum. Allah (cc) rahmet etsin, dâhi ilâhiyatçı ve felsefeci de ne yazık ki tekfir edilenler arasına girdi. Bu konu da ayrıca ele alınması gereken bir konudur.

            Siz siz olun da algı operasyonlarından korunun.

Sabahattin Gencal, Kuzuluk-Sakarya, 

(20. 06. 2023)

   

https://cinius.shop/product/dayan-gozlerim-dayan/

12.4.25

Sebil Ediyorum

 


… SEBİL EDİYORUM

Dünyada bütün feylesoflar ve düşünürler ahlakı yerel boyutta bir kültür öğesi olarak incelemişler ve maalesef Kur’an Ahlakını -ya bilerek ya da bilmeyerek- pas geçmişlerdir. Yine maalesef diyeceğiz Müslüman âlimler bu konu üzerinde fazla durmamışlardır. Hâlâ İslâm ahlakını yerel olarak ve de bir kültür öğesi olarak görmeye devam etmektedirler.

Bu fakir, bu aciz kardeşiniz “EVRENSEL Yüce Bir AHLAK Üzere Olmalı (I-II) kitabıyla İslâm ahlakının evrensel olduğunu bir kere daha tespit etmiştir. Fakat olanaksızlar yüzünden sesini duyurmaya soluğu yetmemiştir.

Yurtta ve dünyadaki değerli Müslüman kardeşlerim uygulamalarıyla beni mahcup etmişlerdir. O kadar ki, tabii istisnalar dışındaki Müslüman kardeşlerimiz ahlakın ve bütün erdemlerin çöküş sürecine girdiğini görmelerine rağmen kendilerine gelme reflekslerini kaybetmişlerdir.  Adalet mülkün temelidir, Adalet ahlakın kilit taşıdır.” sözlerini, anlamlarını idrak etmeksizin söyleyip dururken kendilerini hipnotize edenler adaleti dolayısıyla “mülkü” yerle bir etmektedirler.

Bu konuda hangi inançtan, hangi ırktan olursa olsun insanım diyen herkesin elinden geleni yapması gerekir.

Bendeniz, 82 yaşında, evinden çıkmaya dahi gücü olmayan, yeni düşünceler üretmekten aciz bir kimse olarak ahlak ve adaletin gelişmesine katkı sağlamak üzere bir adım atmak istiyorum:

Fazla alçak gönüllüğün de zararlı olduğunu gören bir kardeşiniz olarak alçak gönüllüğü bir yana bırakarak diyorum ki: “EVRENSEL Yüce Bir AHLAK Üzere Olmalı (I-II) kitabımı SEBİL ediyorum.1 Varlıklı kurumlar veya kişiler bu kitabı bastırıp yayarlarsa bir kuruş talep etmeyeceğim…

Bu arada, iddiasız olarak bastırdığım 60’ın üzerindeki kitaplarımda da bir ders, ibret veya öğüt havası vermeden hep OLGUN İNSAN/KÂMİL İNSAN temalarını işledim. Ancak, kitaplar çok pahalı oldukları için olacak okuyuculara da kıyamadığım için; değil reklam yapmak duyurmadım bile.

Bugün öyle bir ortamdayız ki bizim kitaplarımız bile resmen çöp hükmünde oluyor. 

Bugün çeşitli akımlar yaftalarıyla aralarında şüphesiz iyiler olmakla birlikte insanın zamanını alacak kitaplar çıkmaktadır…

Yazarları kınıyor değilim. Her birinin olumlu katkısı kutsaldır. Ancak yazmayanlara hele de uzman olup da yazmayanlara, evet, bu dönemde yazmayanlara ne demeli bilemiyorum.

Umudumuzu kaybetmeyelim.

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 12. 04. 2025

“Adalet Ahlakın Kilit Taşıdır.” Başlıklı yazımızı okumak isteyenler lütfen tıklayınız. TIK

 

__________________________________

1.               Gencal, Sabahattin,  EVRENSEL Yüce Bir AHLAK Üzere Olmalı (I-II, Cinius Yay. İstanbul, 2021

https://cinius.shop/product/evrensel-yuce-bir-ahlak-uzere-olmali-1/

 

Ahlakın Kilit Taşı Adalet

 





Bakkal terazisinin bozukluğuna katlanamayan bir bireyin adalet terazisinin bozukluğuna ses çıkarmaması, insanlık adına izah edilebilir bir durum değil.

Sabahattin Gencal



AHLAKIN KİLİT TAŞI

ADALET

Adaletin sözlük anlamları, adaletin insanlık için önemi vb. konulara bu çalışmanın sayfalarında genişçe yer verilmiştir. Burada Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde adalete verilen anlamlar üzerinde durarak konuya gireceğiz.

“Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde Adalet; "düzen, denge, denklik, eşitlik, gerçeğe uygun hükmetme, doğru yolu izleme, takvâya yönelme, dürüstlük, tarafsızlık" gibi anlamlarda kullanılmıştır.”1 

Kur’an-ı Kerim’de İslâm toplumunun bir niteliği olarak geçen "vasat ümmet" (bk. el-Bakara 2/143) tâbirindeki vasat kelimesi de bütün müfessirlerce "adalet" mânasında anlaşılmıştır. Buna göre İslâm ahlakı içtimaî bünyede de aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat tarzını ön görmüştür.

Kur’an-ı Kerim’e göre adaletin ölçüsü yahut dayanağı hakkaniyettir.

Hidayete hak sayesinde ulaşılabileceği gibi adalet de hakka uymakla sağlanır. (bk. el-A'râf 7/159, 181).

Bazı gelenekçi İslâm düşünürlerine göre hikmet, şecaat ve iffet erdemlerinin gerçekleşmesiyle adalet erdemi de kazanılabilir. Bu erdemlerin herhangi birinin gerçekleşmemesinde erdem söz konusu olmaz2.

Hikmet, şecaat ve iffetin alt grupları var. Tabii bunların zıtları da bulunur. Ancak adaletin alt grubu yoktur. Gazzâlî şöyle der: "Adalet sıfatı kaybolursa bundan fazlalık veya eksiklik (ifrat-tefrit) şeklinde iki taraf doğmaz; sadece zıddı ve karşıtı doğar ki o da cevrdir(zulüm)"3

Yine gelenekçi İslam düşünürlerinin bazıları da adaleti hikmet, şecaat ve iffetin gerçekleşmesiyle kazanılan ve hepsini içine alan bir erdem değil onların yanında dördüncü erdem olarak görürler.

Birinci durumda yani üçlü tasnif durumunda adalet bir kilit taşına benzetilebilir.

Mimarlıkta, taşlardan örülü kemerin orta ve en üst yerindeki en son yerleştirilen ve kemeri ayakta tutan altı dar, üstü geniş taş, kemer kilidi, anahtar taşı. Bir kama gibi görev yapan kilit taşı, kemerin yıkılmasını önler. Kilit taşı, kemer, tonoz ve kubbelerin tepe noktalarında bulunan ve yanlardan gelen parçaları birbirine bağlayarak kilitleyen taşa verilen isimdir4. 

Yukarıdaki açıklama ve tanımlardan anlaşılacağı üzere adalet ahlakın bir kilit taşıdır. Mahkeme köşelerinde “Adalet mülkün (devletin) temelidir.” Sözünün yazılması boşuna değildir.

İkinci durumda açık deyişle adaleti hikmet, şeceat ve iffet erdemlerinin yanında dördüncü erdem olarak görenler adaletin de alt grupları olduğunu söylemektedirler:

“Klasik ahlak kitaplarının en son örneklerinden olan Ahlak-ı Alâî'de "Adaletin Nevileri" başlığı altında (I, 61-63) verilen ve büyük ölçüde İbn Miskeveyh’in Tehẕîbü'l-aḫlâḳ'ına (s. 32-33) dayandığı anlaşılan liste şöyledir:  sadakat, ülfet; vefâ, şefkat, sıla-i rahim, mükâfat (iyiliğin karşılığını verme), hüsn-i şerîke (ortak işlerde dürüst hareket etme), Hüsn-i kazâ (hakları güzellikle ödeme), teveddüd (yakınların ve erdemli kişilerin dostluğunu kazanma), teslim, tevekkül, ibadet.5

Bu tasnife göre de adaletin kilit taşı olduğu açıkça görülmektedir.

“Hak, objektif bir kavram ve sabit bir kanun ilkesidir. Bir hak konusunda hüküm verilirken, hakkın kendi lehine hükmedilmesi halinde bundan memnun olan, fakat aleyhine hükmedilmesi durumunda bu hükmü tanımayan insanlar için “işte bunlar zalimlerdir (en-Nûr 24/48-51) denilmiştir.

Kur’an-ı Kerim’de hak ve adaletin mutlaklığı öylesine vurgulanmıştır ki bizzat Allah’ın ahirette hiçbir haksızlığa mahal verilmeyecek şekilde adaletle hükmedeceği ve onun bu vaadinin kesin (hak) olduğu belirtilmiştir (bk. Yûnus 10/54-55; el-Enbiyâ 21/47; ez-Zümer 39/69)”6

“Adalet genellikle, verilen ile hak edilen arasındaki dengeyi ifade eder. Bu denge bazı hallerde eşitlikle gerçekleşir; ancak adalet eşitlik değil, dengedir. Diyet ve tazminat yoluyla adaletin sağlanmasında denge esastır. “Çocuklarınıza verdiklerinizde adil davranın...” hadisinde (Buhârî, “Hibe”, 12) kastedilen adalet, eşit tutmakla gerçekleşmektedir. Malın Allah’a ait olması, insanların ve özellikle müminlerin kardeş olmaları, şahsî servetlerde fakir ve mahrumların haklarının bulunması, Allah’ın ihsanı emretmesi gibi prensiplere dayanan ve insanın toplum içindeki iktisadî ve sosyal durumuna bakılmaksızın herkese insanca yaşama, temel ihtiyaçlarını temin etme imkânı veren sosyal adalet anlayışında ise ölçü eşitlik değil, dengedir.7

Adaletin kilit taşı olduğu hadislerin incelenmesinden de ortaya çıkmaktadır. Örneğin;

Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyurdular:

Her kim insanlarla muâmelede bulunur haksızlık etmez, onlarla konuşur yalan söylemez, onlara vaatte bulunur sözünden dönmezse işte o, insanlığı kemâle ermiş, adaleti ortaya çıkmış ve kendisiyle kardeş olunması vâcip olmuş kişidir.” (Deylemî, Hadis No: 5546)8

Demek ki adalet olmazsa yukarıda işaret edilen erdemler de anlamlarını kaybederler.

Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vaazlarına ve hadislerine bu çalışmada çokça yer verdik. Onun için adaletle ilgili  bu konuda hacmi genişletmemek için birkaç alıntıyla yetineceğiz:

“Peygamberimiz cennet ehlini başlıca üç gruba ayırdığı bir hadisinde, en başta kudret ve iktidar sahibi olup da adaletli davranan kişileri sayıyordu. Bir gün huzuruna Kureyş kabilesinden Fatıma-i Mahzumiye adlı bir kadının hırsızlık davası getirilmişti. Hükmün infaz edilmesine Kureyşlilerin gönlü razı olmuyordu. Araya peygamberimizin çok sevdiği Üsame’yi koyarak Fatıma’nın affedilmesini istediler. Kendi kabilesinden de olsa adaletten ayrılma teklifi Peygamberimize çok ağır geldi. Hemen bir hutbe irad ederek şunları söyledi;

“Ey insanlar geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını biliyor musunuz? Onların asilzadeleri bir şey çalarsa onu bırakırlar, zayıfları çalarsa onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki böyle bir işi Fatıma-i Mahzumiye değil de kızım Fatıma yapmış olsaydı, muhakkak onun elini de keserdim.  (Kandemir, M.Yaşar; Örneklerle İslam Ahlakı, İst 2005, s.76)

Halife Hz. Ali’nin zırhını çalan Yahudi ile mahkemede yan yana durması bütün dünyada asırlarca adalet mahfillerinin suskunlukla geçiştirdiği bir gerçektir. Kadı Şurayh halifeyi zırhını çalan Yahudi ile yan yana oturtmuş ve ondan Yahudi’nin çaldığını ispat eden bir delil istemiştir. Hz. Ali (r.a) delil bulamayınca da kadı Şurayh Yahudi’nin lehine Hz.Ali’nin aleyhine hükmetmiştir. Bu heybetli adalet örneği karşısında en çok şaşıran Yahudi olmuştu şöyle diyordu “Müminlerin emiri beni kadısının huzuruna götürdü; kendi kadısı kendi aleyhine hükmetti. Ey Emirü’lmü’minin zırh senin zırhındır. Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh” İslam tarihi hak ve adaletin hüküm sürdüğünü gösteren böyle pek çok hadiselerle doludur.9 (Haşimi, M. Ali, Müslümanın Şahsiyeti, İst 89, s.283)

“Ey insanlar geçmiş milletlerin ne yüzden yollarını sapıttığını biliyor musunuz?” sorusu bize sorulsa her halde bilmeyenimiz çıkmaz.

Yukarıda sözü edilen “asırlarca adalet mahfillerinin suskunlukla geçiştirdiği bir gerçeği” de artık biliyoruz.

Bilmek yetmez kilit taşı adalet yerine konacak. Siyasetçi olsaydık, “ya konacak ya konacak!” derdik. Çünkü adalet askıya alınırsa ahlak diye bir şey kalmaz.

________________  

1.   Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://www.sabah.com.tr/sozluk/sosyoloji/adalet-nedir)

2.   Mustafa Çağrıcı, Fazilet; https://islamansiklopedisi.org.tr/fazilet)

3.   İhyâ, III, 54; Mîzânü'l-amel, s. 91.

4.   https://www.lafsozluk.com/2014/05/kilit-tasi-nedir-ne-demektir-anlami.html

5.   Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://www.sabah.com.tr/sozluk/sosyoloji/adalet-nedir.

6.   https://islamansiklopedisi.org.tr/adalet

7.   Hayrettin Karaman, https://islamansiklopedisi.org.tr/adalet .

8.   "İki Gün Bir Değil" mail servisi, (Bu servis  Altınoluk hizmetidir.)

9.   Zehra Alkan Koyuncu;  Kitabe -ı Mukaddes ve Kur’an’ı Kerim’de Ortak Ahlaki İlkeler Yüksek Lisans Tezi Ankara-2006, Ankara-2006

 _________________________  

Kaynak: Gencal, Sabahattin, Evrensel Yüce Bir Ahlak Üzere Olmalı, Cinius Yay. istanbul, 2021

https://cinius.shop/product/evrensel-yuce-bir-ahlak-uzere-olmali-1/


5.4.25

Yaşanmış Bayramlar

 



Giden yılların ardından 
Eski bayramları özlemek...
Özlemek belki de eski insanları;
Nazik, tutarlı, saygılı,
Vefalı, hatırlı, içli insanları,
Çıkarsız dostlukları...
Ya çocuklar...?
Bayram sabahları bir tatlı heyecan,
Bir güzel tebessüm yüzlerde;
Belki yeni bir giysi,
Belki yeni bir ayakkabı.
Ev ziyaretleri unutulmaz;
Biraz utangaç, biraz mahcupça..
Verilen hediyeler değişir;
Bir küçük mendil, bir güzel çorap,
Biraz lokum ya da şeker...
Para da verilir ama zordur alması ,
Büyüklerin tembihi vardır;
Başkasından para alınmaz.
Bir çocuğun başının okşanması,
Bir yaşlının elinin öpülmesi,
Ya da içten bir hatır sorma
Bayram yaşatır kişiye. 
Gerçek bayram, insanca kabul görmek,
İnsan olduğunu hissetmek değil midir...?

Makbule Abalı-Eğitimci

(Yaşanmış Bayramlar, 2018 Yılında yazdığım bir bayram şiiridir.)




Yıllar önce bir Bayram sabahı, kız kardeşim Rasime ve ben, annemin diktiği bayram elbiselerimizle. 

Yeni bir Bayram... Her yeni gün ,  her yeni bayram, yeni bir umuttur.
Sağlıklı, huzurlu, mutlu , barış içinde nice bayramlara... 

Kaynak:https://ucunkuslar.blogspot.com/2018/06/yasanmis-bayramlar.html