![]() |
Sabahattin Gencal Yuvacık'taki dairesinin balkonunda... |
Biyolojik saatimizde bir değişiklik
oldu. Genellikle 12’de yemeğe otururum. Oldukça yavaş yerim. Yemek yerken
seyredilmesinin sakıncalı olduğunu bile bile televizyon seyrederim. Sonra da
çalışma odama giderim. Bu kez, uzun zaman sonra, rutinde bir değişiklik yaparak
ilk kez balkona çıktım.
Yanıma da Atilla Birkiye’nin bir
deneme kitabını aldım.
Balkona kitapla çıkılmayacağını
bilmiyor değilim. Balkonda çevre okunur, gökyüzü okunur. Mavilikler ve
bulutlar… Arada çeşit çeşit kuşlar ve de en çok da çocuklar okunur. Tabii beton
binaları, beton yolları saymıyorum. Bunlar son zamanların hastalıklı halleri.
Koltuğa oturdum. Önceden de
belirtmiştim, bir koltuk daha zor sığar balkonumuza. Oysa ben ne balkonlar
gördüm…
Kitabı açtım. Şimdi kumsaldayız. Çok
geçmiyor pencere altında. Sonra başka bir semtte. Çok hızlı uçuyoruz mekânlar
arasında. Evet, ben de daldan dala geçerdim; ama okuyucularımı da beraber
götürmeyi ihmal etmezdim. Sayın Birkiye, tanınmış ya okuyucuya aldırmıyor. Ben
deneme yazıyorum isteyen takılsın, der gibi. Tamam yazar denemeyi kendisi için
yazar, keyfi istediğini yapar ama kardeşim okuyucu zamanını veriyor daha
doğrusu harcıyor illa deneme kurallarına harfiyen uyacağım diye… Yapma kardeşim…
Tabii, okumayı bıraktım. Kırk yılda
bir balkona çıkmışım, keyfimi bozacaklara pirim mi veririm. Pür dikkat
dinliyorum: Çocuk sesleri. Bayılıyorum bu seslere. Arada topun çıkardığı
seslere… Büyükler de konuşuyor ama dediklerini anlamıyorum.
Bu arada telefon çaldı. Bu saatlerde
Fuat arar. O da memnun oldu balkona çıktığıma. Balkon camları açık mı diye
sordu. İki kanat kapalı biri açık, dedim. O da iyi, dedi. Sağ olsunlar cereyan
durumuna varıncaya kadar her konuda gözetim altına aldılar beni.
Ahmet, haberleri bile dinlememi
istemiyor. Üzülüyorsun, diyor. Doğru valla. Beni benden daha iyi tanıyor.
Yukarıda demiştim ya yemek yerken televizyon izliyorum. Ahmet, neyi izlemek
istersin? diyor ilkin. “Neyi açarsan aç?” diyeceğimi de biliyordur. Öyle güzel
filimler açıyor ki?
Durun hâlâ balkondayım. Balkon
muhabbeti yeni başlıyor:
Efendim haksızlık yapmak kötüdür ama
kendine haksızlık yapmak çok daha kötüdür. Ben kendimden özür diliyorum. Bir
ara bizde balkon kültürü yok demişim… Daha ne kadar olsun be birader. Sen
çalımından yanlarına yaklaşılamayacakları bile bin kere kıskandıracak balkon
hatıraları yaşamış birisin. Ne diye, bu güzel anıları alçakgönüllülük diye yorganla
kapatırsın.
Üstümden yorganın çekilmesi hikâyesini yalnız
evlatlarım biliyor. O bir güzel bir sır olarak kalsın. Biz diğer hikâyelere
işaret edelim.
Türkiye’mizde bir balkon edebiyatı
vardı değil mi? Unuttum. Biraz önce internete girdim, girmez olaydım. Balkonda çiçeklerden
söz ediliyor, çamaşırlardan söz ediliyor, balkonlardan düşen çocuklardan. Çocuk
balkondan düşer mi? Sen onu benim … anlat. Nokta nokta yere külâhıma kelimesini
koyabilirsiniz ama ben “benim hemşerilerime” diyeceğim. Karların bir buçuk iki metrelere
vardığı günlerde ayvan dediğimiz balkonlardan atlayıp karlara gömülmelerimiz…
Kış güneşi balkonlarda bir başka olurmuş.
Neyse geçelim bunları. Bakın geçelim
diyor ve sizi başka sahnelere götürüyorum. Modernciler bunu istemiyor.
Habersizce birdenbire geçiyorlar. Okuyucuları da alıştırdılar. Onlar da zaman
zaman “Yazarın nefesini ensemizde istemiyoruz.” diyorlar. Siz hangi tip
okuyuculardansınız.
Desenize biz okuyucu değil sizin
arkadaşınızım, falancayım, filancayım.
Ooo. Ne güzel. Tekrar hoş geldiniz.
İzlemeye var mısınız var mısınız?
1974 Van’ın Muradiye’sindeyiz. Yarım
ay ışığında eşimle birlikte balkonumuzda yemek yiyoruz. Balkonumuzda mı, dedim?
Hayır, bakın nerede… Haritadan Van Gölünün şeklini hatırlarsınız. Gölün uç
kısmını görüyoruz. O pırıl pırıl sodalı sular ne sihirdir ne keramet bizi ta
Boğaziçi’ne götürüyor. Bir balık lokantasındayız. Bir böyle iki böyle. İnsan
hayal ettiği müddetçe yaşar.
İkindi çayını yani 5 çayını evin arka
tarafındaki balkonda içiyoruz. Bu arada teybe skeçler dolduruyoruz, şiirler ve
de sesli mektuplar. Bu teypleri Samsun’a kayınvalideye gönderiyoruz. Tabii
onlar da bize. Bir ayrıntı. Sonradan öğrendik ki lojmanda kalan dört ailenin
kadınları alt kattan meğer bizi dinlermiş.
Van’dan İzmit’e geldik. Allah’ın
şanslı kuluymuşuz ki İzmit Körfezinin tam kenarında bir kooperatif evimiz oldu.
O ev de üç balkonluydu. Üç yanımız da güzelliklerle doluydu.
Uzatmayalım. Emekli olunca,
Ümraniye’de biraz da borçlanarak bir daire aldım. O daire de üç balkonluydu.
İki balkona açılır kapanır camlar yaptırmıştık. Yine eşimle balkona çıkardık. O
rahatsız olduğu için yatardı balkonda. Balkonlar o kadar geniş ve uzundu…
Eşim vefat edince balkonlar da eski
özelliklerini kaybetti. Hatta Boğaziçi de. Anadolu’dan Avrupa’ya geçerken henüz
4 yaşındaki oğlumuz Fuat; birden “martılar, Güzel kuşlar…” şarkısını söylemeğe
kalkınca eşim de ben de neler hissettiklerimiz anlatamayız. Eskiden Boğaziçi
vapurlarında çok hikâyeler okurdum. Şimdi?
Ne demiştim? Uzun zaman sonra ilk kez
balkona çıktım. Ama yeni bir şey okuyamadım.
Balkondan çalışma odasına dönerek bu
yazıyı yazıyorum/yazdım. Hâlâ bir kumru da herhangi bir kuş da konmadı
pencereye. Çocukların sesi de kesildi.
Karşı binanın yarısında bizim binanın gölgesi; üst yarsında
sıkıntılardan süzülen garip güneş ışıkları. Ortalıkta bir sessizlik. Bu sessizlik?
Hayırlara gitsin.
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-istanbul, 17. 04. 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder