17.4.25

Balkona Çıktım

 

Sabahattin Gencal Yuvacık'taki dairesinin balkonunda...


Biyolojik saatimizde bir değişiklik oldu. Genellikle 12’de yemeğe otururum. Oldukça yavaş yerim. Yemek yerken seyredilmesinin sakıncalı olduğunu bile bile televizyon seyrederim. Sonra da çalışma odama giderim. Bu kez, uzun zaman sonra, rutinde bir değişiklik yaparak  ilk kez balkona çıktım.

Yanıma da Atilla Birkiye’nin bir deneme kitabını aldım.

Balkona kitapla çıkılmayacağını bilmiyor değilim. Balkonda çevre okunur, gökyüzü okunur. Mavilikler ve bulutlar… Arada çeşit çeşit kuşlar ve de en çok da çocuklar okunur. Tabii beton binaları, beton yolları saymıyorum. Bunlar son zamanların hastalıklı halleri.

Koltuğa oturdum. Önceden de belirtmiştim, bir koltuk daha zor sığar balkonumuza. Oysa ben ne balkonlar gördüm…

Kitabı açtım. Şimdi kumsaldayız. Çok geçmiyor pencere altında. Sonra başka bir semtte. Çok hızlı uçuyoruz mekânlar arasında. Evet, ben de daldan dala geçerdim; ama okuyucularımı da beraber götürmeyi ihmal etmezdim. Sayın Birkiye, tanınmış ya okuyucuya aldırmıyor. Ben deneme yazıyorum isteyen takılsın, der gibi. Tamam yazar denemeyi kendisi için yazar, keyfi istediğini yapar ama kardeşim okuyucu zamanını veriyor daha doğrusu harcıyor illa deneme kurallarına harfiyen uyacağım diye… Yapma kardeşim…

Tabii, okumayı bıraktım. Kırk yılda bir balkona çıkmışım, keyfimi bozacaklara pirim mi veririm. Pür dikkat dinliyorum: Çocuk sesleri. Bayılıyorum bu seslere. Arada topun çıkardığı seslere… Büyükler de konuşuyor ama dediklerini anlamıyorum.

Bu arada telefon çaldı. Bu saatlerde Fuat arar. O da memnun oldu balkona çıktığıma. Balkon camları açık mı diye sordu. İki kanat kapalı biri açık, dedim. O da iyi, dedi. Sağ olsunlar cereyan durumuna varıncaya kadar her konuda gözetim altına aldılar beni.

Ahmet, haberleri bile dinlememi istemiyor. Üzülüyorsun, diyor. Doğru valla. Beni benden daha iyi tanıyor. Yukarıda demiştim ya yemek yerken televizyon izliyorum. Ahmet, neyi izlemek istersin? diyor ilkin. “Neyi açarsan aç?” diyeceğimi de biliyordur. Öyle güzel filimler açıyor ki?

Durun hâlâ balkondayım. Balkon muhabbeti yeni başlıyor:

Efendim haksızlık yapmak kötüdür ama kendine haksızlık yapmak çok daha kötüdür. Ben kendimden özür diliyorum. Bir ara bizde balkon kültürü yok demişim… Daha ne kadar olsun be birader. Sen çalımından yanlarına yaklaşılamayacakları bile bin kere kıskandıracak balkon hatıraları yaşamış birisin. Ne diye, bu güzel anıları alçakgönüllülük diye yorganla kapatırsın.

 Üstümden yorganın çekilmesi hikâyesini yalnız evlatlarım biliyor. O bir güzel bir sır olarak kalsın. Biz diğer hikâyelere işaret edelim.

Türkiye’mizde bir balkon edebiyatı vardı değil mi? Unuttum. Biraz önce internete girdim, girmez olaydım. Balkonda çiçeklerden söz ediliyor, çamaşırlardan söz ediliyor, balkonlardan düşen çocuklardan. Çocuk balkondan düşer mi? Sen onu benim … anlat. Nokta nokta yere külâhıma kelimesini koyabilirsiniz ama ben “benim hemşerilerime”  diyeceğim. Karların bir buçuk iki metrelere vardığı günlerde ayvan dediğimiz balkonlardan atlayıp karlara gömülmelerimiz… Kış güneşi balkonlarda bir başka olurmuş.

Neyse geçelim bunları. Bakın geçelim diyor ve sizi başka sahnelere götürüyorum. Modernciler bunu istemiyor. Habersizce birdenbire geçiyorlar. Okuyucuları da alıştırdılar. Onlar da zaman zaman “Yazarın nefesini ensemizde istemiyoruz.” diyorlar. Siz hangi tip okuyuculardansınız.

Desenize biz okuyucu değil sizin arkadaşınızım, falancayım, filancayım.

Ooo. Ne güzel. Tekrar hoş geldiniz. İzlemeye var mısınız var mısınız?

1974 Van’ın Muradiye’sindeyiz. Yarım ay ışığında eşimle birlikte balkonumuzda yemek yiyoruz. Balkonumuzda mı, dedim? Hayır, bakın nerede… Haritadan Van Gölünün şeklini hatırlarsınız. Gölün uç kısmını görüyoruz. O pırıl pırıl sodalı sular ne sihirdir ne keramet bizi ta Boğaziçi’ne götürüyor. Bir balık lokantasındayız. Bir böyle iki böyle. İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar.

İkindi çayını yani 5 çayını evin arka tarafındaki balkonda içiyoruz. Bu arada teybe skeçler dolduruyoruz, şiirler ve de sesli mektuplar. Bu teypleri Samsun’a kayınvalideye gönderiyoruz. Tabii onlar da bize. Bir ayrıntı. Sonradan öğrendik ki lojmanda kalan dört ailenin kadınları alt kattan meğer bizi dinlermiş.

Van’dan İzmit’e geldik. Allah’ın şanslı kuluymuşuz ki İzmit Körfezinin tam kenarında bir kooperatif evimiz oldu. O ev de üç balkonluydu. Üç yanımız da güzelliklerle doluydu.

Uzatmayalım. Emekli olunca, Ümraniye’de biraz da borçlanarak bir daire aldım. O daire de üç balkonluydu. İki balkona açılır kapanır camlar yaptırmıştık. Yine eşimle balkona çıkardık. O rahatsız olduğu için yatardı balkonda. Balkonlar o kadar geniş ve uzundu…

Eşim vefat edince balkonlar da eski özelliklerini kaybetti. Hatta Boğaziçi de. Anadolu’dan Avrupa’ya geçerken henüz 4 yaşındaki oğlumuz Fuat; birden “martılar, Güzel kuşlar…” şarkısını söylemeğe kalkınca eşim de ben de neler hissettiklerimiz anlatamayız. Eskiden Boğaziçi vapurlarında çok hikâyeler okurdum. Şimdi?

Ne demiştim? Uzun zaman sonra ilk kez balkona çıktım. Ama yeni bir şey okuyamadım.

Balkondan çalışma odasına dönerek bu yazıyı yazıyorum/yazdım. Hâlâ bir kumru da herhangi bir kuş da konmadı pencereye. Çocukların sesi de kesildi.  Karşı binanın yarısında bizim binanın gölgesi; üst yarsında sıkıntılardan süzülen garip güneş ışıkları. Ortalıkta bir sessizlik. Bu sessizlik? Hayırlara gitsin.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-istanbul, 17. 04. 2025

 

 


 Sabahattin Gencal, Çekmeköy'deki dairesinin balkonunda...

 


 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder