“Zamanım yoktu; uzun yazdım.” demişti,
adını unuttuğum bir yazar. Gerçekten de doğru söylemiş. Kısa ve özlü olarak
yazabilmek için kavramları, terimleri, deyimleri ve genel anlamlı sözcükleri
kullanmak gerek. Ayrıca giriş, gelişme, sonuç vb. bölümlerini planlamak gerek. Yazıyı
defalarca inceleyip düzeltmek gerek. Bunlar da yetmez. Zamanın ve ortamın ruhu
ile yazıyı cilalamak gerek. Gerek, gerek, gerek... Bütün bunlar da zaman ister.
Peki, benim zamanım yok mu? Başka
biçimde yazalım. Benim gibi çalışmayan emeklilerin zamanı yok mu? Zamandan bol
hiçbir şey yok benim için. Ama / ancak / fakat yine de kısa ve özlü
yazamıyoruz. Neden mi? Neden olacak, biz de artık kafa kalmamış. Yaşlılıktan
demeyeyim; çünkü birçok yaşlı gençlere taş çıkartır. Unutkanlığım salt
yaşlılıktan değilse başka nereden olabilir? Alzheimer hastalığından olabilir. Başta
depresyonlar olmak üzere başka hastalıklardan da olabilir...
Ne demişler; “Sağlam kafa sağlam vücutta
bulunur.” Vücudumuzun o kadar da sağlam olmadığı malum. Alzheimer değilmişim; ama anksiyete / kaygı
bozukluğu istemediğimiz kadar... Kısaca ne olup bittiğini anlayamıyorum. İşin
garip tarafı da doktorlar da anlayamıyor. Kırk defa yazmışımdır. Zamanın
birinde bir doktor; “Siz gençlerden daha iyisiniz.” demiştir. Ben de,
göğüslerim genişleyerek, “Beni gençlerle kıyaslamayın. Eski bene göre
değerlendirin.” Biraz da övünmüş gibi oldum değil mi? Gibisi fazla diyenlerle
sonra konuşuruz. Şimdi konudan çıkma zamanı değil. Bir doktor da hafıza testine
yollamıştı beni. Neticeye ben de şaştım. 36’da 36 her soruyu istenildiği gibi
cevaplandırmışım. Ama daha önce de yazdığım gibi ertesi gün test olsam sıfırı
çekerdim. Yani günüm günüme uymuyor.
Ne demek günüm günüme uymuyor;
dakikam dakikama uymuyor. Örnek ister misiniz? Birkaç dakika önce iştahla
başladım yazıya. Bu noktaya gelince kendi kendime ne dedim tahmin edebilir
misiniz? Ya senden okuyucuya ne? Okuyucunun şeyinde misin? Bundan on yıl kadar
önce olsa neyse. Bir genç bloger, “Bilgileri biz de internetten bulabiliriz.
Siz kendinizden ve tecrübelerinizden söz edin” diye bir yorum yapmıştı.
Şimdilerde, istisnalar hariç herkes yalnız ve yalnız kendi duygu ve
düşünceleriyle haşır neşir oluyor.
Bir zamanlar anılarımı da yazıyordum.
Bir de Montaigne’nin sözünü payanda olarak kullanıyordum: “Bir insanda bulunan
haller bütün insanlarda da görülebilir.” Sözde boşuna okumuyorsunuz, siz de bir
pay, bir hisse çıkartabilirsiniz, demek istiyorduk. Ya, sen ne dersen de...
Efendim, efendim, ben sadece
okuduklarımı değil, yazdıklarımı da unutuverdim. Ne oldu kafam? Saksı gibi
derler ya öyle bir şey. Bir saksı düşünün bin bir değirmen altından toprak
getirilmiş, karıştırılmış karıştırılmış. Bir de bizim boyamızla... Hedef
görünmeye başladı gibi. Birileri ne demiş, “Bu güneşin altında yeni söylenmiş
bir şey yok.” Bazıları iyi halt etmiş deseler de biraz doğruluk payı var. Şimdi
bir şey aklıma geliyor diyelim. Ama Milattan önce 5. Yüzyılda şu adam demiş
buna benzer bir sözü. Eskiden o adamın ismini buluyor yani alıntı
yapabiliyordum. Şimdilerde saksıdaki topraklar boyamızla öyle karışmış ki? Aynı
potada eritiverdim, dersem araya gurur girer mi? Allah (cc) gururdan, kibirden
korusun. “Zerrece kibir olsa kendime böyle kızar mıydım? Kendimi böyle deşifre
eder miydim?” diyecek oluyorken aklıma, “Bazı alçak gönüllüğün altında da kibir
vardır.” Sözü geliyor. Allah Allah, ne etsem olmuyor. İşte onun için zaman
gerekir, akıl gerekir, bilgi gerekir, kültür gerekir, gerekir gerekir... Bu
tekrarlara takılmayın sakın.
İşte ben böyleyim. Ben böyleyim derken saksıda
domates yetiştireceğim demek istemiyorum. Saksıdaki boyalı ve karılmış
topraktan okurlara biraz biraz vereceğim, demek istiyorum. Saksıyı boşaltacağım
ki ben de güncellenebileyim. Kafam öyle şiş ki, öyle sancılı ki... Rahatlamak
gerekir.
Doğrusunu söyleyeyim mi? Aslında
başka bir yazı yazacaktım. Yazacak olduğum bir yazıya giriş yazayım diye
oturdum klavye başına. Ama geldiğimiz noktada, “Girişi böyle olan yazı mutlaka
kafaları şişirir.” diyerek sohbeti sonlandırıyoruz.
Oh be...
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 03. 01. 2024