14.11.25

Güzel Günlerin Yakın Olması Dileğiyle…

 


 

İstanbul- (Anadolu)- Çekmeköy Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ne gittim. Allah (cc) devletimize ve milletimize zeval vermesin. Organizasyon güzel, teknik cihazlar modern. Doktorlar ve sağlık personeli övgüye değer.

Muayenem bittikten sonra doğru Üsküdar’a.

Tabii yine belediye otobüsü, minibüs ve metroyla gidip geldik.

Belediye otobüsü mahalle içlerine giriyor. Duraklar yakın. Sanki yurttaşları kapılarının önünden alıyorlar gibi. Allah(cc) razı olsun. Güzel bir hizmet. Minibüsler de her yere uğruyor. Minibüsten açılmışken bir gözlemimi yazmadan geçemeyeceğim. Minibüsün hareket etmesine birkaç dakika var. Bazıları dışarıda sigara içiyor. İçer içer kime ne? Ama izmaritleri yere atıyorlar. Üstelik söndürmeden. Bu nasıl bir kültür? Bu ne vurdumduymazlık. Bu ne saygısızlık… Neyse geçelim metroya.

Metroda müzisyenlerin olması da iyiye işaret. Metroda gençlerin telefonlarından başka bir şey görmemeleri de dikkat çekici. Daha önemli bir şey fark ettim. Bir delikanlı yere oturdu. Oturmasaydı durumu gözleyemeyecektim. Parmağı ekranda. Birkaç saniyede parmak sallanıyor. Belli ki ekran kaydırılıyor.   Bir kalecinin bile topu tutma süresi 8 saniye. Basketbolda da üç saniye kuralı var. Vah vah bu delikanlılarımız bu kadar bile bekleyemiyor. Sosyal medya sorunları diye başka başka konularla meşgul oluyoruz. Asıl bu konuya dikkat çekmemiz gerekir. Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz? Çocukların ve gençlerin bu zaaflarından yararlanarak ilginç başlıklar kullanacak ve içleri bomboş da olsa bazı şeyler hazırlayacaksınız. Amaçlarına ulaşmak için her şeyi mubah görenlere ne demeli? Anlaşılan topyekûn bir eğitime ihtiyacımız var.



Ben Üsküdar’a inince hava her zaman güzel oluyor. Gerçekten öyle. Ben Üsküdar’ı seviyorum her halde Üsküdar da beni… Üsküdar’daki gözlemlerimden de kısaca söz edeyim.




İstanbul Kitapçısına uğradık. Seçme kitapları vatandaşların ayağına getiriyor. Ne güzel hizmet bu. Üsküdar’da biraz daha kaldıktan sonra başka ilçelere de gidecek. Bir de büyük kitapçılar var…Görevlilerin açıklamaları da güzel. Bugün her şey güzel gidiyor.



Balıkçılara uğradık. Tabii oğlum Ahmet’le. Ben henüz yalnız çıkamıyorum. Oyuncakçıya, çiçekçiye, simitçiye vb. Küçük esnafın seyyar esnafın hâl hatırını sorduk. Maşallah. Hepsi de hamd ediyorlar. Öyle yakınıp durmadılar. 



Çocuk parkında çocukları seyretmek ayrı bir zevk. Sahildeki ağaçların altında piknik yapanlar da görülmeye değer. Boğaz dersen eski ihtişamını koruyor. Bu arada küçük balıkçı tekneleri de gördük. Ahmet’in dikkatini martılar çekti. Gerçekten çok besiliydiler. Başka bir ilginçlik kargalarla beraber piknik yapan ailelerin ve çocukların yanında yürüyorlar.

Bu arada Ahmet videolar çekti. Tam bir albüm.



Doğrusu, az da olsa yoruldum. Soluğu SGK Üsküdar tesisinde aldık.

Çayımızı içerken hem Boğaziçi’ni seyrettik hem de hem de insanlarımızı. Bu arada bir tesadüf oldu. Böylesine Tevâfuk mu diyorlar? Dün, bir gazetede okuduğum bir yazıyı Ahmet’e anlattım:

“Dünyada Reçeteyle Önerilen İlk Ülke

İsveç, kendini "dünyanın reçeteyle gidilebilen ilk seyahat destinasyonu" olarak tanıtmaya başladı. Visit Sweden tarafından başlatılan, araştırmalara dayanan yeni girişim; doktorları, hastalarının sağlığını ve yaşam kalitesini artırmak için sauna, soğuk suya dalma ve ormanda yürüyüş gibi İsveç'e özgü aktiviteleri önermeye teşvik ediyor.”

(…)

Çok geçmedi. Ahmet dış kapıya doğru gitti. Orada İsveç’ten 5 günlüğüne gelen iki İsveçli bayanla karşılaştı. İngilizce anlaştılar. Ahmet tesisin bölümleri hakkında bilgi verdi. Daha önemlisi “Az önce babamla sizi konuşuyorduk”, dedi. Uzaktan bana baktılar. Gülümseyerek hafifçe başlarını eğdiler. Ama Ahmet davet ettiği halde masamıza gelmediler. Zaten tesisten çıkıp Ahmet’in tarif ettiği istikamete gittiler. Onlar giderken biz de gerilere gittik. Rahmetli Ecevit’in İskandinavya devletlerini beğendiğinden söz ettik. Bizim neyimiz eksik bilemiyorum. Neden bu cennet vatanımızı çölleştirmek için tilkiler dolaşıp durur.



Çaydan sonra. Alt kattaki lokantaya indik. Yemeğimizi yedik. Elhamdülillah. Orada Ahmet’in kullandığı bir cümle var ki yazmadan geçilmez:

Ben menü fiyat listesine bakıyordum. Ahmet, “Bir arkadaşım arkadaşına dedi ki: 7 uyurlar gibi listeye bakıyorsun.”   Eshab-ı Kehf ya da Yedi Uyurlar’ın Kadim Hikayesini hatırlatıyordu. 300 yıl mağarada kaldıktan sonra uyanır ve ancak bir gün uyuduklarını zannederler. Biri dışarı çıkar ve şaşırır ve şaşırtır. Ben de bilindiği üzere pandemiden beri dışarı çıkmıyorum. Çıktığımda da para işleriyle ilgilenmiyorum. Nasılsa bugün menüye bakasım geldi. Kamu için tespit ettikleri fiyatlar? Kim bilir nasıl bir hal aldım ki Ahmet küçük bir hatırlatma yaptı. Hem burası diğer yerlere göre ucuzmuş.

Gözlem ve incelemeleri anlatırsak kamedi uzatmış olmaktan korkuyorum. Şimdi evdeyim.

Klavyenin başındayım. Daha ne yazayım?

Arkadaşlarım diyecekler ki; asıl konuyu yazmadın. Doğru. Ağız ve diş sağlığı merkezine gittiğimi yazdım ama ne olduğunu?

Modern cihazlarla film çektiler: Alt çenemde üç, üst çenemde de bir diş çürük. Doktor Ahmet’e dedi ki: Bu yaşına göre çok iyi. Diğer dişleri sağlam. Çürük dişleri çekebilmek için kardiyoloji ve dermatolojiden görüş alınacak. Söyleyişler ne güzel değil mi? Çenenin çürük yanını değil sağlam yanını dile getiriyor. Yaşına göre çok iyi…

Benzetmelerde hata olmaz, derler. Onun için bir benzetme yapacağım:

Yukarıda yazdığım gibi Ahmet 72 fotoğraf çekti. Birçok da video. Fotoğraf çekerken bana gül dedi. Ben zaten pek gülmem, hele emirle hiç gülemem ama güler gibi yapıp sırıttım. Bu sırıtan fotoğrafa bakar mısınız? Sırıtan ben değilim fotoğraf… Dişler sapasağlam görünüyor. Evet kaplamalara hiçbir şey olmamış ama içleri çürük… Bu durumu Türkiye Cumhuriyeti’mize benzettim. Altta hukuk, eğitim ve ekonomi çürük. Üstte de yönetim. Ama bu durumu başta iktidara sahip olanlar olmak üzere çokları göremiyor. Sadece kaplamaları görüyorlar. İşte ben hep doktorlardan, sosyologlardan ve diğer uzmanlardan bir grup röntgenimizi çekip ilgililere göstersin diyorum. Bunu ta 15 sene önce demiştim. Blogumda (Hukuk+Eğitim+Ekonomi+Yönetim=) HEEY demiştim. HEEY ya da Gencal Masası diyerek önlem alınmasını istemişim. Tabii kimse bizi ikale almayınca bunlar çürüme durumuna geldi.

Ben demiştim, diyenlere kızarım. Övünenlere de ama bir de küfran-ı nimet diye bir kavram var. Allah’ın verdiği nimetlere nankörlük olmaz. Evet, bir avukat, bir eğitimci ve bir kamu yönetimi uzmanı olarak üstelik senelerin tecrübeleriyle donanmış olarak ta 15 yıl önce durumu izah etmeye kalktık. Bu anda da vakit henüz geçmedi ama… Neyse moral bozmak iyi değildir. Anlayan anlamıştır.

Rahmetli Demirel’in; “Söylenecekler söylenmiştir. Binaenaleyh…” sözleriyle yazımızı bitirelim.

Güzel günler dileğiyle…

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 14. 11. 2025 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder