İstanbul- (Anadolu)- Çekmeköy Ağız
ve Diş Sağlığı Merkezi’ne gittim. Allah (cc) devletimize ve milletimize zeval
vermesin. Organizasyon güzel, teknik cihazlar modern. Doktorlar ve sağlık
personeli övgüye değer.
Muayenem bittikten sonra doğru
Üsküdar’a.
Tabii yine belediye otobüsü,
minibüs ve metroyla gidip geldik.
Belediye otobüsü mahalle içlerine
giriyor. Duraklar yakın. Sanki yurttaşları kapılarının önünden alıyorlar gibi.
Allah(cc) razı olsun. Güzel bir hizmet. Minibüsler de her yere uğruyor.
Minibüsten açılmışken bir gözlemimi yazmadan geçemeyeceğim. Minibüsün hareket
etmesine birkaç dakika var. Bazıları dışarıda sigara içiyor. İçer içer kime ne?
Ama izmaritleri yere atıyorlar. Üstelik söndürmeden. Bu nasıl bir kültür? Bu ne
vurdumduymazlık. Bu ne saygısızlık… Neyse geçelim metroya.
Metroda müzisyenlerin olması da
iyiye işaret. Metroda gençlerin telefonlarından başka bir şey görmemeleri de
dikkat çekici. Daha önemli bir şey fark ettim. Bir delikanlı yere oturdu.
Oturmasaydı durumu gözleyemeyecektim. Parmağı ekranda. Birkaç saniyede parmak
sallanıyor. Belli ki ekran kaydırılıyor. Bir
kalecinin bile topu tutma süresi 8 saniye. Basketbolda da üç saniye kuralı var.
Vah vah bu delikanlılarımız bu kadar bile bekleyemiyor. Sosyal medya sorunları
diye başka başka konularla meşgul oluyoruz. Asıl bu konuya dikkat çekmemiz
gerekir. Ne oluyoruz? Nereye gidiyoruz? Çocukların ve gençlerin bu zaaflarından
yararlanarak ilginç başlıklar kullanacak ve içleri bomboş da olsa bazı şeyler
hazırlayacaksınız. Amaçlarına ulaşmak için her şeyi mubah görenlere ne demeli?
Anlaşılan topyekûn bir eğitime ihtiyacımız var.
Ben Üsküdar’a inince hava her zaman
güzel oluyor. Gerçekten öyle. Ben Üsküdar’ı seviyorum her halde Üsküdar da
beni… Üsküdar’daki gözlemlerimden de kısaca söz edeyim.
İstanbul Kitapçısına uğradık. Seçme
kitapları vatandaşların ayağına getiriyor. Ne güzel hizmet bu. Üsküdar’da biraz
daha kaldıktan sonra başka ilçelere de gidecek. Bir de büyük kitapçılar
var…Görevlilerin açıklamaları da güzel. Bugün her şey güzel gidiyor.
Balıkçılara uğradık. Tabii oğlum Ahmet’le. Ben henüz yalnız çıkamıyorum. Oyuncakçıya, çiçekçiye, simitçiye vb. Küçük esnafın seyyar esnafın hâl hatırını sorduk. Maşallah. Hepsi de hamd ediyorlar. Öyle yakınıp durmadılar.
Çocuk parkında çocukları seyretmek ayrı bir
zevk. Sahildeki ağaçların altında piknik yapanlar da görülmeye değer. Boğaz
dersen eski ihtişamını koruyor. Bu arada küçük balıkçı tekneleri de gördük.
Ahmet’in dikkatini martılar çekti. Gerçekten çok besiliydiler. Başka bir
ilginçlik kargalarla beraber piknik yapan ailelerin ve çocukların yanında
yürüyorlar.
Bu arada Ahmet videolar çekti. Tam
bir albüm.
Doğrusu, az da olsa yoruldum. Soluğu
SGK Üsküdar tesisinde aldık.
Çayımızı içerken hem Boğaziçi’ni seyrettik hem de hem de insanlarımızı. Bu arada bir tesadüf oldu. Böylesine Tevâfuk mu diyorlar? Dün, bir gazetede okuduğum bir yazıyı Ahmet’e anlattım:
“Dünyada Reçeteyle Önerilen İlk
Ülke
İsveç, kendini "dünyanın
reçeteyle gidilebilen ilk seyahat destinasyonu" olarak tanıtmaya başladı.
Visit Sweden tarafından başlatılan, araştırmalara dayanan yeni girişim;
doktorları, hastalarının sağlığını ve yaşam kalitesini artırmak için sauna,
soğuk suya dalma ve ormanda yürüyüş gibi İsveç'e özgü aktiviteleri önermeye
teşvik ediyor.”
(…)
Çok geçmedi. Ahmet dış kapıya doğru
gitti. Orada İsveç’ten 5 günlüğüne gelen iki İsveçli bayanla karşılaştı.
İngilizce anlaştılar. Ahmet tesisin bölümleri hakkında bilgi verdi. Daha
önemlisi “Az önce babamla sizi konuşuyorduk”, dedi. Uzaktan bana baktılar.
Gülümseyerek hafifçe başlarını eğdiler. Ama Ahmet davet ettiği halde masamıza
gelmediler. Zaten tesisten çıkıp Ahmet’in tarif ettiği istikamete gittiler.
Onlar giderken biz de gerilere gittik. Rahmetli Ecevit’in İskandinavya
devletlerini beğendiğinden söz ettik. Bizim neyimiz eksik bilemiyorum. Neden bu
cennet vatanımızı çölleştirmek için tilkiler dolaşıp durur.
Çaydan sonra. Alt kattaki lokantaya
indik. Yemeğimizi yedik. Elhamdülillah. Orada Ahmet’in kullandığı bir cümle var
ki yazmadan geçilmez:
Ben menü fiyat listesine
bakıyordum. Ahmet, “Bir arkadaşım arkadaşına dedi ki: 7 uyurlar gibi listeye
bakıyorsun.” Eshab-ı Kehf ya da Yedi
Uyurlar’ın Kadim Hikayesini hatırlatıyordu. 300 yıl mağarada kaldıktan sonra uyanır
ve ancak bir gün uyuduklarını zannederler. Biri dışarı çıkar ve şaşırır ve
şaşırtır. Ben de bilindiği üzere pandemiden beri dışarı çıkmıyorum. Çıktığımda
da para işleriyle ilgilenmiyorum. Nasılsa bugün menüye bakasım geldi. Kamu için
tespit ettikleri fiyatlar? Kim bilir nasıl bir hal aldım ki Ahmet küçük bir
hatırlatma yaptı. Hem burası diğer yerlere göre ucuzmuş.
Gözlem ve incelemeleri anlatırsak
kamedi uzatmış olmaktan korkuyorum. Şimdi evdeyim.
Klavyenin başındayım. Daha ne
yazayım?
Arkadaşlarım diyecekler ki; asıl
konuyu yazmadın. Doğru. Ağız ve diş sağlığı merkezine gittiğimi yazdım ama ne
olduğunu?
Modern cihazlarla film çektiler:
Alt çenemde üç, üst çenemde de bir diş çürük. Doktor Ahmet’e dedi ki: Bu yaşına
göre çok iyi. Diğer dişleri sağlam. Çürük dişleri çekebilmek için kardiyoloji
ve dermatolojiden görüş alınacak. Söyleyişler ne güzel değil mi? Çenenin çürük
yanını değil sağlam yanını dile getiriyor. Yaşına göre çok iyi…
Benzetmelerde hata olmaz, derler.
Onun için bir benzetme yapacağım:
Yukarıda yazdığım gibi Ahmet 72
fotoğraf çekti. Birçok da video. Fotoğraf çekerken bana gül dedi. Ben zaten pek
gülmem, hele emirle hiç gülemem ama güler gibi yapıp sırıttım. Bu sırıtan
fotoğrafa bakar mısınız? Sırıtan ben değilim fotoğraf… Dişler sapasağlam
görünüyor. Evet kaplamalara hiçbir şey olmamış ama içleri çürük… Bu durumu
Türkiye Cumhuriyeti’mize benzettim. Altta hukuk, eğitim ve ekonomi çürük. Üstte
de yönetim. Ama bu durumu başta iktidara sahip olanlar olmak üzere çokları
göremiyor. Sadece kaplamaları görüyorlar. İşte ben hep doktorlardan,
sosyologlardan ve diğer uzmanlardan bir grup röntgenimizi çekip ilgililere
göstersin diyorum. Bunu ta 15 sene önce demiştim. Blogumda
(Hukuk+Eğitim+Ekonomi+Yönetim=) HEEY demiştim. HEEY ya da Gencal Masası diyerek
önlem alınmasını istemişim. Tabii kimse bizi ikale almayınca bunlar çürüme
durumuna geldi.
Ben demiştim, diyenlere kızarım.
Övünenlere de ama bir de küfran-ı nimet diye bir kavram var. Allah’ın verdiği
nimetlere nankörlük olmaz. Evet, bir avukat, bir eğitimci ve bir kamu yönetimi
uzmanı olarak üstelik senelerin tecrübeleriyle donanmış olarak ta 15 yıl önce durumu
izah etmeye kalktık. Bu anda da vakit henüz geçmedi ama… Neyse moral bozmak iyi
değildir. Anlayan anlamıştır.
Rahmetli Demirel’in; “Söylenecekler
söylenmiştir. Binaenaleyh…” sözleriyle yazımızı bitirelim.
Güzel günler dileğiyle…
Sabahattin Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 14. 11. 2025








Hiç yorum yok:
Yorum Gönder