31.12.24

Sabahattin Gencal Yeni Yılınızı Candan Kutlar

 


DEĞERLİ SAGEN YAZARLAR GRUBU ÜYELERİNİN

YENİ YILINI CANDAN KUTLARKEN

HER GÜNÜN BİRBİRİNDEN DAHA GÜZEL GEÇMESİNİ DİLERİZ.

 

SAYFAMIZ ARDINA KADAR AÇIKTIR;

T. C. Anayasasına, Kanunlara, Tüzüklere, Yönetmeliklere, Yönerge ve Talimatlara; Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerine ve Talimatlarına, Basın Ahlak Yasasına; İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine ve bu konudaki diğer beyannamelere; Facebook Kurallarına, Toplum Hassasiyetlerine ve benzer hükümlere aykırı olmamak şartıyla istediğiniz gibi yazabilirsiniz.

BU ARADA BENİM UFAK BİR RİCAM OLACAK;

Türkiye Cumhuriyeti Hükümet Şekli, Bakanlıkların İcraatları; Adaletin Olmayışı, Eğitimin Dümen Kırma Çabaları, Ekonomik Durum; Yönetimin Keyfiliği ve Benzer Durumlar hakkında da yazı yazılmasın. Yazılırsa onaylanmayacağını bilin.

AYRICA DİKKATİNİZİ ÇEKERİM

Dolaylı biçimde yani ima, kinaye ya da söz sanatları kullanarak da bu mevzulara girilmeyecektir.

BU ARADA ŞAHSIM DA ELEŞTİRİLMEYECEKTİR.

UYARI

Şaka yapmıyorum. Şaka yaptığımı gören veya duyan var mı? Yok. Bu demektir ki uyarılarımız çok ciddidir.

DEĞERLİ SAGEN YAZARLAR GRUBU ÜYELERİ, İYİ ANLAYIN

Bütün bu engellere rağmen, engellere takılmamaya dikkat ederek YALNIZ KALSAM DA yazmaya devam edeceğim. Allah’ın (cc) izniyle ömrümüz olursa TÜRKİYE CUMHURİYETİNİ BÜTÜN DEĞERLERİYLE BİRLİKTE KORUMA çalışmalarına zerrece de olsa katkı sağlamaya çalışacağım.

Bu sözlerim sizi gaza getirmek için değildir. Aman dikkat edin bir kaza yapmayasınız.

Niyazi olmadan maharetinizi gösterme zamanıdır.

ZAMANINIZI İYİ DEĞERLENDİRMENİZ DİLEĞİYLE SELÂM VE SEVGİLER

SABAHATTİN GENCAL, 31. 01. 2024

 

29.12.24

Sabahattin Gencal / Çağrı Yapmak Bana mı Kaldı?

 


“Müflis bezirgân/tüccar eski defterleri karıştırır.” atasözünü sanki doğrular gibiyim bugünlerde.

Bulduğum yazılar hem birbirlerinden ilginç hem de  şaşırtıcı.

Hayret, bugünlerde sayfamızın üyelerine çağrı yapmaya çekinirken bir zamanlar bütün Türkiye’ye çağrı yapıyor muşum.

Çok toymuşum, çok cahilmişim, çok safmışım demek. Halkımızın eğitim düzeyini yükseltme çabası içinde oldum. Ama kendimi unuttum. Kendimizi yetiştirme çabasında olsaymışım 82 yaşında doğru dürüst bir yazı yazabilirdim belki.

Düşündüklerimi yazamadığım için başka deyişle yazmaya cesaret edemediğim için tarihi geçmiş, modası geçmiş, tesiri geçmiş bir yazı yayımlıyorum.

Hayret bugünlerde herkes gelmekte olan yılı karşılamak için Mersin bileti alırken ben tersine gidiyorum.

Ah o eski günler…

ÇAĞRI YAPMAK BANA MI KALDI?

Yirmi bir yaşında bir öğretmen adayı olarak 1963’te bir mahalli gazete aracılığı ile başta öğretmenlerden ve gazetecilerden olmak üzere tüm aydınlardan, tüm halkımızdan kültürel kalkınmaya katkı sağlamalarını istiyordum.

Bugün düşünüyorum da değil bir Eğitim Enstitüsü son sınıf öğrencisi rektörler bile böyle çağrıda bulunamıyor. TV kanalları, gazeteler birilerinin tekelinde olduğu sürece de aydınların sesi kısık olacağa benzer. Biz bir mahalli gazete aracılığı ile çağrı yapmıştık. “Cahil atak olur olur.” demeyin. O günkü şartlarda düşünelim. Her öğretmen adayı ideallerle yüklüydü. Umutlarla doluydu. O güzelim duygular, düşünceler hâlâ içimde. Bu duyguları başkalarına aktaramadıktan sonra neye yarar?

Kültürel kalkınma hızımızı bilen var mı? İçinizden geçiyordur: “Bu da ne diyor? Ne kültürü ne kalkınması? Bizde Kültür Bakanlığı var ya, yetmiyor mu?” Sahi, Bakanlığımızda “kültürel kalkınma” kavramı oluşmuş mu? Oluşmuşsa ne aşamadayız?

58 yaşında 34 yıllık bir öğretmen olarak 1998’de, genel yayın yönetmeni olduğum bir okul dergisi aracılığı ile kültürümüze tahrip kalıpları yerleştirilmiş olduğunu; patlama olmadan bu kalıpları bulmamız gerektiğine işaret ediyordum. Kültürümüzün daha çok yozlaşmaması için, ulusal nitelikleri kaybetmememiz için kısaca çökmememiz için ilgilileri uyarıyordum…

Ve bugün 2007, 64 yaşında emekli bir öğretmen olarak kendi kendimle konuşuyorum. Acayip değil mi? Yirmi bir yaşında tüm kamuya sesleniyordum, 58 yaşında öğrencilere ve ilgililere, 64 yaşımda da kendime. Hâlbuki bunun tersi olmalı değil miydi?

Gençken daha çok kendimle konuşarak kendimi yetiştirebilsem, orta yaşlılıkta çevreme yol gösterebilsem, yaşlıyken de bir bilge gibi tüm kamuya seslenebilsem, yararlı olabilsem… “İş işten geçti.” mi dersiniz. Söylemem boşuna mı, “Artık hiçbir şeyi değiştiremezsin.” mi dersiniz?

Belki haklısınızdır; ama bir kere daha deneyeceğim. Sizin aracılığınızla tüm ilgililerden, ulusal kültür konusunda düşünmelerini isteyeceğim. İstemek benden…

Clarence Darrow şöyle der: “Yirmi yaşındaki genç, dünyayı değiştirmek ister; yetmiş yaşına gelince, yine dünyayı değiştirmek ister, ama yapamayacağını da anlar. Fakat önemli olan denemektir!”

Bozuk olanı düzeltmeyi denemek başlı başına bir devrimdir esasen…

Devrim kelimesi geçti de aklıma geldi; Atatürk devrimleri bitti mi? Bitmediyse benim uyarılarıma ne gerek var?

Genç, orta yaşlı, ihtiyar demeden; şu meslekten, bu meslekten demeden; şu görüşten, bu görüşten demeden Ulusal kültürümüzü kurtaralım. Daha doğrusu kendimizi kurtaralım.

Sabahattin GENCAL,

Yuvacık, Mayıs 2007

 

 

21.12.24

Sabahattin Gencal/ Okuyucu Arıyorum ama Fenerim...Yok

   

Sabahattin Gencal,
İSMEK Sancaktepe Kurs Merkezinde, 2020

                           

Zehra Ebudalip 1955’te hamile kaldı. Her anne gibi bebeğini 9 ay karnında taşıdı. Ama kucağına alamadı; çünkü gebelik sonucu bebeği doğuma kısa süre kala karnında öldü.

Fas’ın Kazablanka kentindeki bir köyde yaşayan Ebudalip’e doğum sancısı sandığı ağrılarla doktora gittiğinde sezeryan olması gerektiği söylendi. Ancak o inançları doğrultusunda müdahaleye izin vermedi ve bebeği tam 46 yıl karnında taşıdı.


         81 yaşındaki Zehra’nın bu durumu, mide sancılarıyla hastaneye kaldırıldığında ortaya çıktı. Gördüklerine inanamayan doktorlar, tam 4 saat süren ameliyatla yaşlı kadının karnından gelişimini tamamlamış bir bebek çıkardılar.

Yaşlı kadın, “Yıllarca uyuduğunu düşündüm.” derken uzmanlar bebeğin kalın bir kalsiyum tabaka altında adeta mumya haline geldiğini, bunun da anneyi zehirlemesini engellediğini söyledi.

 Eminim ki, 14. 03. 2006 tarihli Sabah gazetesinde yayımlanan bu haberi okuyanlar ilginç bulmuşlardır. Ama haberi benim gibi kesip saklayan fazla kimse olduğunu sanmam. Ben bu kupürü niye sakladım dersiniz?

Çünkü ben de 20 yıldır Çocuğumu Beynimde Taşıyorum

1986’da çocuğuma gebe kaldım. Her yazar gibi çocuğu beynimde büyütmeye başladım…

Biraz karıştırdık kafaları. Biraz karışmasında fayda vardır. Sular dalgalanmadan durulmaz.

Evet, ne diyorduk. 1986’da bir kitap yazmağa başladım. Kitabın, yazarın çocuğu olduğunu söyleyenler çok doğru söylemişler. Aynı heyecan, aynı sevgi, aynı vb. her şey aynı.

Kendimizi Görme Denemesi adlı bu eserin çok iddialı, çok faydalı, çok güzel bir kitap olması için uğraşıyordum. Kuzguna yavrusu güzel görünürmüş, bana da bu kitap güzel görünüyordu. Doğrusu, hâlâ güzel görünüyor.

Bir iki sene zaman zaman, daha doğrusu resmi görevim, mesaimin dışında fırsat bulduğum zaman yazdım. Ancak görev değişiklikleri olunca bu kitabı çok uzun bir müddet elime almadım; alamadım.

Ne zamanki emekli oldum yine elime aldım bu kitabı. Niye aldım ki? Eski eseri restore etmek yeni eserler yapmaktan çok zor olur. Bunu bile bile kitabı tamamladım.

Sıra doğuma gelmişti. Kitabın gün yüzüne çık-ması için tanıdık bir yayıncıya gittim. Yanımda 4 kitap taslağı daha vardı; ama onlardan söz etmedim. Sözünü ettiğim kitabı doğurmak istiyordum. O doğmadan bana rahat yoktu. Başka bir şey yapamıyordum. Yazamıyordum da…

Yayıncı çok iyi bir insandı, kızının öğretmeni olduğum için tanışıyorduk. Beni çok iyi karşıladı. Gayet yumuşak bir üslupla şunları söyledi.

Kitap satışı kısmet meselesidir. Dükkânı açtığım zaman bir kitap bastırmıştım, hâlâ depomda duruyor. Geçenlerde bir kitap bastırdım, bitmek üzeredir.”

Bu arada ünlü olmanın kitap satışlarına etkisinden söz edecek oldum. Kitabı çok satılan, o bahsettiği kişinin de ünsüz olduğunu söyledi. Derlemelerin çok olduğu bir kitaptaki bir sayfa okuyucuların ilgisini çektiğinden, satışları artırdığından söz etti…

Benim kitabımın başlığını sordu.  “Kendimizi Görme Denemesi” dedim. Bu başlığı ilginç buldu. Kitabın satışını artıracağını söyledi.

Bunları niye yazıyorum ki? Bazı dersler aldım da. Demek ki kitabın başlığı önemli. Demek ki ilk görüş önemli. Ünlü olmak elbette önemli; ama ilgi çekicilik daha da önemli…

Aldığın dersler sende kalsın neticeye gel diyenler için yazayım.

Ortaklık teklif etti bana. “3000 kitabı ortak olarak bastırıp yarı yarıya bölüşelim.” dedi. “1500 kitabı kim erken satarsa diğerinden hangi şartlarla alacağını da konuşalım.” dedi. Düşündün “Kendi payıma düşecek 3-4 milyarı borç bulduk diyelim. 1500 kitabı nasıl satarım?” “Bir kitap bile satamam.” dedim.

Orada bulunan çalışanlardan emekli bir hoca “Her akrabana elli şer tane verirsin.” dedi. Anlaştıkları diğer yazarların kitapları kendilerinden önce sattıklarını da ekledi.

O anda aklıma, kınadığım mendil satıcıları geldi. “Bir mendil alır mısınız? Bir kitap alır mısınız?” Ne kınamışsam o başıma gelmiştir. Onun için, Sabahattin hiç kimseyi kınama dedim kendi kendime, hem de defalarca; ama…

Fena oldum. Teşekkür ettim. Müsaade isteyerek ayrıldım. Başka yerlere de uğramadım.

İşte sözünü ettiğim, beynimde kalan çocukla ilgili bir haber. Ama asıl haber bu çocuk alındığında olacak. Doğumunda demiyorum. Çünkü çocuk ölmüştür.

Zamanla öyle gelişmeler oldu ki… Evet, ilk haber, ilk bulgu olarak ileri sürdüğüm konular artık herkes tarafından da biliniyor. Ancak dikkatli okuyucular ve özellikle inceleme araştırma meraklısı olanlar için önemini daima muhafaza edecektir bu kitabımız

Sanki reklam yapmış gibi oldum. İnsan kendi kendini över mi? Övmez tabii. İnsanı başkaları övmeli. Ama yazıyı başkalarının okumasını sağlayamazsa insan… Demek ki temelde bir yanlışımız oldu. Hem de büyük yanlış.

Nedir büyük yanlışımız?  Başkalarıyla ilişki kurmamamız, yalnız koşmamız.

Umarım benden ders alanlar, ibret alanlar çıkar. Onlara diyorum ki; “Siz siz olun asla yalnız koşmayın.”

        ABD’li Dr. Elizabeth Gould, “Yaptığımız araştırmada yalnız koşanların beyninde yeni hücrelerin oluşmadığını gördük. Bu da yalnız koşmanın fayda yerine zarar getirdiğini gösteriyor. Ancak başkalarıyla koşan insanlar koşarken sosyalleştiği için stres hormonu fazla salgılanıyor.” dedi. (Sabah, 14. 03. 2006)

Yukarıdaki alıntı spor içindir belki; ama yazı da bir spordur. Fikir üretmek de

Benimle koşan okurlar arıyorum. Ben koşuyor muyum? Nereye koşuyorum? Bunlar da ayrı konular. Demem o ki benim, böyle değişik, böyle tüm konuları aşure etmiş çalışmalarıma, yazılarıma katlanabilecek okuyucu arıyorum.

Elimde fener de yok. Ben sizi göremem. Siz beni görürseniz…


Sabahattin GENCAL, Yuvacık, 2007

                                                                                                 

Not: Sözünü ettiğimiz bebek 2018'de  nur topu gibi doğdu. Ancak gezemiyor. Kitap rafları bekçisi oldu sanki. Reklâm yaptığım sanılmasın. Düşünce ile alâkası olmayanlar için diyorum; alırsan YANARSIN!

https://cinius.shop/product/dusunce-ufantilari-ve-digerleri/

 



18.12.24

Sabahattin Gencal / Benliğimizi Bulmak İçin Örgütlenmemiz Gerekir mi?

 


Benliğimizi Bulmak İçin Örgütlenmemiz Gerekir mi?

 

Ben Yunus oldum, Mevlâna oldum.

Aristo oldum, Gazali oldum.

Nasıl anlatayım bilmiyorum

Bazen “sen” oldum, bazen “ben” oldum. 

                Sabahattin Gencal


    Bugün 6 0cak 1988 Çarşamba. Birkaç satır yazayım dedim ve yukarıdaki satırları yazdım. 

    Bazen ben oldum cümlesindeki bazen kelimesini yazmamayı isterdim. Gönül her zaman “ben” olmayı istiyor.

    Ben”lik kazanabilmek için kitapların yetmediğini tecrübe ettim. Arı gibi çalıştım. Her kitaptan alıntılar yaptım. Sonra düşündüm kendi kendime:

Yalnız çalışan arı olur mu? Bal yapan arılar bir kovanda olur. Organize olurlar. O halde eski yöntemimizle çalışmamız nafile.

    Bir kovana gitmemiz, girmemiz mümkün müdür?

Arılar dünyasını gözlersek bu sorumuza kolay kolay evet diyemeyeceğiz.

    Biz de bir kovanda örgütlensek mi?

    Kovan, arı…vb. kelimeler bir çağrışım yaptırdı bana. Nasıl ki her kovanda bir ana arı bulunuyor. Her örgütte de bir önder bulunur, bulunmalıdır…

    Dinsel örgütlerde bu ana arıya şeyh mi diyorlar?

    Bu benzetme üzerinde düşündüm ve şu fikri geliştirdim:

   Tarikatlar arasındaki fark kovanlar arasındaki farklardan ileri gelmektedir. Bir kovanda bu çiçeğin balı yapılır, bir kovanda da şu çiçeğin ya da ağacın balı… Her kovanda kendine özgü reyhalar var; ama sonuçta bal yapılıyor.

Her tarikatın kendine özgü yolları olması normal; ama bunun ötesindeki ayrılıklar düşündürücü oluyor. Belki de bunun için bir kovana giremiyorum. Tek arı da olmak istemiyorum.

    Benim gibi olanlar yok mu bu dünyada. Hep bir kovanda toplansak, aynı reyhada bal üretsek. Evet “ben”liğe kavuşmak için kitaplar yetmiyor. Birleşmemiz lâzım. Görevlerimizi ancak bu suretle daha iyi yapabiliriz. Ancak böyle benliğimize kavuşabiliriz.

 

Ben bende değil, sende de hem sen hem ben,

Ben hem benimim, sen de senin, sen de benim;

Bir öyle garip hale geldim ki;

Sen ben mi nesin: Bilmiyorum ben mi senim?

                            Mevlâna (Rübailer)

    


Önemli Not:

988’de benliğimiz bulmak için örgütlenme / beraberce çalışma çağrısı yapmıştım. Çeşitli nedenlerle çağrımız yankılanmadı.

O günden beri köprülerin altından çok sular geçti / geçiyor. Bugün “örgüt” kelimesi bile şimşekleri çekmektedir. Bunu bildiğim için Üsküdar’da denize nazır bir kafede üç beş yazı erbabı ile bir masa kurmayı düşünmüştüm. Keşke daha önce düşünebilseydim. Bu anda değil Üsküdar’a inmek evden dışarı bile çıkamıyorum. Ama bir gün ayaklanabilirsem...

Ve şimdi acaba diyorum. Acaba sanal olarak birkaç kişiyle fikir alışverişi yapmak mümkün mü diye düşünmüyor değilim. Ama sanal ortamların acemisi olduğumu da biliyorum. Sanal ortamlardan güzel kokuların gelmediğini de biliyorum. Buna rağmen diyorum ki, edebi benliğimizi geliştirebilecek, şimdilerdeki deyiş ile belirtelim vizyon yaratabileceğimiz arkadaşlar çıkabilir mi?

Sessiz, sakin, sabırlı, devamlı, güvenli, güvenilir, çalışkan, cesaretli, planlı, düşünmesini bilen, ufkunu gören, yazar olmayı umut eden, arkadaş gibi arkadaş olabilen, hayal kırıklığına düşmekten çekinmeyen, su i zan etmeyen, kararsızlığa ve kötümserliğe düşmeyen eli kalem tutan, insanı ve evreni de okumasını bilen arkadaşlarla sanal ortamda beraber çalışmak istiyorum. Sabahattin1943@hotmail.com                     

     Sevgi ve saygılarımla.

     Sabahattin Gencal, 

     Çekmeköy-İstanbul, 18.12.2024

    _______________________

Gencal Sabahattin, Kendimizi Görme Denemesi veya Bilimsel Dedikodu, Cinius Yay. 2018



16.12.24

Hayret-zede Olduk Şimdi

 

Hayret ki ne hayret! Meğer hayret neymiş de biz bilmiyor muşuz hayret! Az biraz okuyunca hayrete düştüm. Bir benzetme ile söyleyelim/ yazalım: İtalyan Çukuruna düştüm sanki. Hayret etmeyin yoksa siz de benim gibi hayretler içinde kalırsınız açık deyişle hayret-zede olursunuz.

Şimdi, hayret ederek bu satırları okumaya başladınız herhalde. Durun biraz! Eğer yanınızda birileri varsa ya da odaklandığınız bir işiniz varsa okumayı erteleyiniz. Evet, bu yazı özellikle odaklanmayı gerektiren bir yazı. Hayretler içinde okunması gereken bir yazı.

Doğru söyleyin; meraklandınız mı hiç? Yoka, bu satırları yazanı garipsediniz mi? Yadırgadınız mı yoksa? Yoksa tuhaf mı buldunuz? Niye bir cevap yok? Niye şaşırıp kaldınız?

Çok mu üzerinize geliyorum? Yoksa bu adam kafayı sıyırdı mı diyorsunuz? Kınamayın. Bakarsınız kınadığınız gibi olursunuz, çoğa varmaz siz de kafayı yersiniz. Belli mi olur, bir de bakmışsınız ki bu satırları yazan gibi hayret-zede olmuşsunuz. Hayret de hayret, sanki başka kelimelerin kökü kurudu.

Hele dur biraz. Hele bir soluk al da anlat, diyenleriniz olur mu? Olur mu olur. Onun için anlatmadan geçmeyeceğim. Eyvah! Yandı gülüm keten helva. Bu da neden aklıma esti dersiniz. Çok sevdiğim ve takdir ettiğim bir arkadaşım, uzun uzun yazılarımı görünce “kafamızı yakacaksınız” gibi bir lâf etmişti. Bu da bir şey değil. Bir yazının altındaki yorumlardan birinde kafaların contasının bozulmasından söz ediliyordu.


Samimiyetle söyleyin: nasıl gidiyor yazımız? Yoksa taaccüp mü ediyorsunuz? Hayır hayır nolamaz. Taaccüp sayfasını kapatalım. Kapattık diyelim. Hayretamiz söylemlere de ara verelim.

Şimdi kısa kısa mesajlar. Grup yönetişinden bildiriliyor:

 

Efendim, SAGEN yazarlar Grubuna yakın tarihte birkaç değerli arkadaşımız katıldı. Merak ediyorum katılma nedenlerini. Yine merak ediyorum katılımdan sonraki düşüncelerini. Hayal kırıklıkları çok fazla olmadı inşallah. Hele dur hele dur. Bu kırıklıklar artmasın da…

Facebbok otomatı bu yeni üyeleri kaydediverdi. Ama? Bana hiçbir şey söylemedi. Eskiden öyle miydi? İkide bir. Yeni üyelerimize hoş geldiniz, deyiniz. Aktif üyeleri, en etkin üyeleri belirleyiniz. Etkinlik yapınız… Ya, peki, biz neciyiz burada. Robota benzer yanımız var mı? Sonra bizim üyeleri ne sandınız? Geç öyle yapmacıkları…

Facebook otomatı bana küstü mü, benimle alakayı kesti mi, bilemiyorum. Belki de şöyle diyordur:

Zaten üyeleriniz sayfanın yolunu, hatta ismini unuttu. Üyeleriniz başka sosyal medya mecralarında. Sen ne yaparsan yap. Hayret, bu robot doğru demiş olmasın.

Bakınız bir de şunu söyleyeceğim: Bizde eski üye yeni üye kavramı yok. Biz her daim yeniyiz. Biz eskimeyiz, kümeyiz, edilgen olmayız. Biz biziz.

Değerli yeni üyelerimiz. Ben leb dedim. Gerisini anlamışsınızdır. Haa, şunu da belirteyim: Bu sayfayı açmasına ben açtım ama sayfa benim değil. Sayfa hepimizindir. Onun için ister yazın ister yazmayın. Nasıl yayınlanacağını biliyorsunuzdur. İşimize gelirse yayınlarız. Ya, bozulmayın. Bozulmanız dayanamam ama ne kadar hayret ederseniz ediniz.

Benim durumuma gelince, benim kafama format atma zamanı geldi de geçiyor. Nasıl olduğumu bir benzetme ile anlatayım:

Bir şey için mutfağa gidiyorum. Orada sarı sarı altın sarısı Trabzon kurabiyesi, çocukluğum geliyor aklıma almasam olmaz. Ama bu mutfağa niçin geldiğimi unutuveriyorum.

Yaygın bir söz var bilirsiniz: Aynen. Ben bu yazıyı niçin yazmaya başlamıştım. Başlamıştım diyorum, çünkü iki gün önce başladım. Sözde;

Yeni üyelere hoş geldiniz, safalar getirdiniz diyecektim, Sonra;

Daima yeni kalan üyelere, hadi gayret biraz. Yeni arkadaşlara örnek olun. O güzelim satırları bi döktürün, diyecektim. Sonra bu hayret kelimesine rastladım ki şaşırıp kaldım.



Hemen internette Trekking yapıverdim. Doğada bastonla bile gezemezken internette ohoo. Hayretle ilgili bazı notlar aldım. Bazı kaynaklar buldum. Hayret ki ne hayret ucu bucağı yok. Bıraktım.  Şu kadarını söyleyeyim:

Günlük yaşayışımızda hayret var.

Felsefede hayret hayret üstüne.

Tasavvuftaki hayretleri hiç sormayın.

Boşuna İtalyan Çukuruna düştüm demiyorum. (Tuzla’da yedek subaylığımı yaparken Pentatlon alanında az çabalamadım. Hele İtalyan Çukuru. Duyduğuma göre bizden sonra kapatmışlar bu çukuru. Hayret ediyorsunuz değil mi? Ya, bizim hoca ve Pentatlon sahası(?!) Ama benim mesirelerdeki ve yaylalardaki peformansımı bilenler hiç hayret etmezler.) Ancak şimdi bunları düşünmek bile beni hayretzede yapıyor.

Hayret üzerine yazı yazamayacağım. Ben kolay kolay pes etmezdim ama elimde başka konular var. Hayreti sağlık olursa başka baharlara bırakıyorum. Ama aldığım notları yayınlıyorum. Bakıp bakmamakta elinizde yani paşa keyfiniz bilir.



Değerli üyelerimiz, kafam şimdi yerinde değil. Onun için yerine gelirse şayet birkaç gün sonra veya 2025’e az kala yeni duyurularımı bekleyiniz.

Hem siz de biraz daha sakinleşmiş olursunuz. Biraz daha düşünürsünüz. Öyle ya bugüne bugün Sagen Yazarlar Grubu üyesisiniz.

Hayret kelimesini kullanmadan bir sonuç paragrafı yazmak istiyorum. Olmuyor. Neyse yazmış olduğumu varsayın.

Sabahattin Gencal, 

Çekmeköy-İstanbul, 16.12.2024

 

  Not: Hayret! Ben bu kadar görsel kullanmazdım. Ne oldu kiiiiiiiiiii

Az buçuk da karışıklık..........

 

HAYRET

i. (Ar. ḥayret)

1. Bir durum veya bir şey karşısında ne yapacağını ne hüküm vereceğini bilememe, şaşırma, şaşırıp kalma, şaşkınlık: (…)

2. ünl. Şaşkınlık ifâdesi olarak kullanılır; şaşılacak şey: (…)

Hayret etmek: Şaşırıp kalmak, hayret duymak:

(Kubbealtı Lugatı, https://lugatim.com/s/hayret)

HAYRET-ZEDE

( ﺣﻴﺮﺕ ﺯﺩﻩ )  birl. sıf.  (Fars.zede    tutulmuş, yakalandı” ile) Hayrete düştü, şaşırıp kaldı:  Hayret-zede olmasın mı âdem  (Muallim Nâci).

*

Hayret, tuhaf bulmak ve şaşırmak manasına gelir. Bu kelime garipsemek ve yadırgamak manasında da kullanılır. Kelimenin fiil hali hayrete düşmek ve hayretler içinde kalmak şeklinde yazılır.

*

Hayret eş anlamlısı nedir?

(fiil) merak etmek, hayret etmek, şaşmak.

*

10. sınıf felsefe hayret nedir?

Hayret, kişinin bir şeye kendini kaybedercesine, hayranlıkla bakması (teoria/nazar) demektir ki bu da en azından o kişinin o şeyi bilmediğini bildiğinin bir kanıtıdır; dolayısıyla felsefe yapmak isteyenler için bilgisizlik (cehalet) bir kusur değil aksine bir olanak iken, hayret duygusundan yoksunluk (gaflet) felsefe ...

*

*

Sözlükte “şaşırmak, yolunu kaybetmek” anlamına gelen hayret kelimesini sûfîler, bir tasavvuf terimi olarak çeşitli tasavvufî makamlara göre özellikle mârifet ve yakīn kavramlarıyla birlikte kullanmışlardır. Allah’ın varlığı ve onun keyfiyeti hakkında olmak üzere iki hayret türünden söz edilmiştir (Hücvîrî, s. 488). Allah’ın varlığı konusunda hayret şirk ve küfür, O’nun keyfiyetiyle ilgili hayret mârifettir. Çünkü O’nun varlığından ârifin şüphesi yoktur; keyfiyeti konusunda ise insan aklı hiçbir bilgiye sahip değildir. Buna göre Hakk’ın keyfiyetini anlama çabası içinde hayrete düşmek yakīn alâmetidir. Bu anlamdaki hayret de bir tür mârifettir. (Erhan Yetik)

https://islamansiklopedisi.org.tr/hayret#:~:text=S%C3%A2likin%20Hakk'a%20ula%C5%9Fmas%C4%B1%20anlam%C4%B1nda%20bir%20tasavvuf%20terimi.

*

Bilgelik hayret etmekle başlar' diyor Sokrates. Merak etmeden ve hayret etmeden bilgeliğe ulaşılmaz. (Felsefe Kulübü)

*

Kafayı sıyırmak la son bulur nerden mi biliyorum ilk başlar da hayret ediyorsun sonra ha ha gayret derken bide bakmış sın contalar yanmış en azından bende öyle oldu. (Ibrahim Öden)

*

Özümseme kapasitemizi artırmak huşu deneyimimizi de etkileyecektir. Dikkatimizi doğadaki ayrıntılara odaklamak için yapabileceğimiz şeyler vardır: Dikkatimizi sadece mevcut deneyime odaklamak, dikkat dağıtıcı şeylere karşı direnmek, dikkatinizin dağıldığını fark ettiğiniz anda kendinizi yeniden şimdiki zamana geri getirmek gibi. Çaba gerektiren bu deneyime yatkınlık oluşturabilmek için bilinçli farkındalık egzersizlerinden yardım alınabilir. Varlığın karşısında hayretimizi iliklerimize kadar duyumsayabilmek! Ne büyük bir imkân! İşte bu yüzden huşumuzu, hayretimizi, merakımızı ya da maneviyatımızı artırabilecek yeni deneyimlere açık olabilmek ne güzel. (Derleyen: Uzman Klinik Psikolog Rabia Yavuz, Huşu ve Hayret Arasında Bir Yer: Doğa, 22.03.2021, https://kemalsayar.com/haftanin-yazisi/husu-ve-hayret-arasinda-bir-yer-doga)

*

Kelime anlamına bakıldığında, hayret, “şaşma, şaşkınlık” demektir. Ancak gerek tasavvufî, gerek felsefî açıdan “şaşmak” fiiline göre daha derin bir anlama sahiptir. Tasavvuf terimi olarak “marifet ve yakîn” kavramlarıyla iç içedir. Buna göre hayret, Yaratıcıyı tanımakla ve evrendeki varlıkların maksadının yalnızca “O” olduğunu anlamakla ilişkili bir kavramdır.       

[Https://islamansiklopedisi.org.tr/hayret]

*

Bir şeyi elde etmek, nihayetinde gayret ister. Öyleyse hayret ile seyr-i âleme de samimî gayret gerek. Vesselâm…

(https://haberajandanet.com/Article/hayret-ile-seyr-i-alem/u0F43yGuGtk3fg0ySpHm)

*

Hayret, Allah hakkında hırslı olmakla, ümitsiz olmak, aynı şekilde korku ve rıza, tevekkül ve recâ arasında bir duraktır. Divan şiiri terminolojisinde sâlik olan âşığın hayret makamından sonra ulaşmak istediği ana hedef ise cünûniyettir. Delilik, aynı zamanda aşktan dolayı aklı başından gidenin söylemleri içinde bir bilgelik veya tasavvufi anlamda ilahi bir yönelme de görülebilmiştir. Böylece normal insan için doğal ve arzu edilebilir bir duyuş olan aşk, deliliğe bürünerek gizemli bir hâl almıştır. Şiirde delinin varlığı, aslında akıllının dünyasını tanımlamak içindir. (Abdulkadir Erkal, ‘Hayret’ten ‘Divâne’liğe Divan Şiiri,

https://openaccess.artvin.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11494/4021/abdulkadir_erkal.pdf?sequence=1&isAllowed=y)

*

Gel hayrete dal bir yol, Kendin unut O’nu bul, Koy gafleti hazır ol, Mevla görelim

Neyler, Neylerse, güzel eyler…” (İbrahim Hakkı, Tefvizname, antoloji. Com)

*

JOSTEIN GAARDER, (Sofie’nin Dünyası): “İyi bir filozof olmak için gereksindiğimiz tek şey hayret etme yeteneğimizdir.” ( https://t24.com.tr/k24/kitap/sofie-nin-dunyasi,571)

*

Hayret iradeden önce gelir. Evet, hayret etmeden önce durup düşünmeyiz, bunun kararı bize ait değildir. Fakat aksine, karar vermek ve bir irade sahibi olmak, varlığını hayret edilende yeşeren fikirlere borçludur. Kendimizi tanımlarken sayıp döktüğümüz hünerleri düşünün, hangi birini edinirken bizden onay alındı? Onay alınacak olan ben bu hünerlerin üstünde filizlenmedim mi? (https://t24.com.tr/k24/kitap/sofie-nin-dunyasi,571)

*

Hayret alıp aklımı oldum hamûş / Dehşetim idrâk ederim gâh gâh / (Şeyh Gâlib TcB 1) (Hayret aklımı başımdan aldı ve dilim tutuldu, yer yer bu dehşetimi idrak ederim.)

*

Arapça, “şaşmak, şaşırmak” gibi anlamlara sahip olan hayret, tasavvufta, kalbe gelen bir tecelliyle salikin düşünemez ve muhakeme edemez hâle gelmesidir. (Uludağ 1995: 231)

*

Hayret etmek zihnimize egemen olmuş tüm yargıları askıya almak demektir, tüm kanaatleri birkaç dakika da olsa susturmak ve çınlayan yeni bir fikre kulak vermek… İşte insanoğlunun en güçlü olduğu an. Bu an hayret etme, kavrama, öğrenme ânıdır ve filozofun hiçbir zaman kazanamadığı bilgelik/Sofistlik diploması bu anların içinde anlamsızlaşır. (https://t24.com.tr/k24/kitap/sofie-nin-dunyasi,571)

*

Jaspers’e göre felsefe yapmanın kaynağı varlıklara karşı duyduğumuz şaşkınlık ve meraktan ileri gelir. Aynı zamanda kuşku ve yitmişliğin bilinci de bizi bu etkinliğe yöneltir. Şeylere duyulan hayret insanda anımsatma, saptama ve koruma işlevi ile gerçekleşir. (Uybadın, 2014:37)

*

Hayret edilesi ve aklın, mantığın almadığı öyle şeyler yaşanıyor ki; bunların hayretle karşılanmaması bile korkunç bir felakete ve çürümüşlüğe tekabül ediyor.

Hayret edilmesi gereken her haltın ve her zilletin normalleştiği bir zillet çağında yaşıyoruz.

(Https://iktibasdergisi.com/2022/10/08/hayret-neden-kimse-hayret-etmiyor/)

*

Hiçbir dahi, biraz çılgınlık karışımından yoksun olamaz. (Aristoteles),

https://cahitcengizhan.com/unlu-dusunurler-ve-sozleri/)

*

Hayret kavramı felsefenin doğuşunda önemli bir yere sahiptir. İlk çağ filozofu olan

Sokrates hayret için şu cümleyi kullanmıştır: “Hayret etmek bir filozofun hissidir ve

felsefe hayret etmekle başlar.” (https://onedio.com/haber/idama-mahkum-edilen-filozofsokrates-ten-32-ozlu-soz-570389).

*

Hayret veya taaccüp etmek, meraktan farklı olarak, herkesin “normal” karşıladığı olay ve olgulardan ahlaki bir duygulanımla şaşkınlık/hayret içine düşmek, tuhaf bulmak, “olağan-üstü” olarak görmektir. Hayreti doğuran sorular: “Bu, niçin başka türlü (kaos) değil de böyle (düzenli) oluyor?” ve “Bu nesne/şey, niçin, yok değil de var?” dır. “Hayranlık”, bu duygudan gelir. Wittgenstein’ın: “Varlığın, ‘nasıl’ olmasındansa; ‘olması’ daha hayretamizdir” cümlesi, bu durumu ifade eder. (İlhami Güler)

(https://www.perspektif.online/dusunmenin-uc-dinamigi-ve-din/)

*

 

.

 

Platon, Aristoteles, Jaspers ve Heidegger’e Göre Hayret Kavramı

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/938016

*

Abdulkadir Erkal, ‘Hayret’ten ‘Divâne’liğe Divan Şiiri,

(https://openaccess.artvin.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11494/4021/abdulkadir_erkal.pdf?sequence=1&isAllowed=y)

*

İlhami Güler, Düşünmenin Üç Dinamiği ve Din,

(https://www.perspektif.online/dusunmenin-uc-dinamigi-ve-din/)

*

Nilgün Köksalan, Hayret ile seyr-i âlem, 29.01.2023,

(https://haberajandanet.com/Article/hayret-ile-seyr-i-alem/u0F43yGuGtk3fg0ySpHm

 *

Hayret, neden kimse hayret etmiyor?

https://iktibasdergisi.com/2022/10/08/hayret-neden-kimse-hayret-etmiyor/

*