21.12.24

Sabahattin Gencal/ Okuyucu Arıyorum ama Fenerim...Yok

   

Sabahattin Gencal,
İSMEK Sancaktepe Kurs Merkezinde, 2020

                           

Zehra Ebudalip 1955’te hamile kaldı. Her anne gibi bebeğini 9 ay karnında taşıdı. Ama kucağına alamadı; çünkü gebelik sonucu bebeği doğuma kısa süre kala karnında öldü.

Fas’ın Kazablanka kentindeki bir köyde yaşayan Ebudalip’e doğum sancısı sandığı ağrılarla doktora gittiğinde sezeryan olması gerektiği söylendi. Ancak o inançları doğrultusunda müdahaleye izin vermedi ve bebeği tam 46 yıl karnında taşıdı.


         81 yaşındaki Zehra’nın bu durumu, mide sancılarıyla hastaneye kaldırıldığında ortaya çıktı. Gördüklerine inanamayan doktorlar, tam 4 saat süren ameliyatla yaşlı kadının karnından gelişimini tamamlamış bir bebek çıkardılar.

Yaşlı kadın, “Yıllarca uyuduğunu düşündüm.” derken uzmanlar bebeğin kalın bir kalsiyum tabaka altında adeta mumya haline geldiğini, bunun da anneyi zehirlemesini engellediğini söyledi.

 Eminim ki, 14. 03. 2006 tarihli Sabah gazetesinde yayımlanan bu haberi okuyanlar ilginç bulmuşlardır. Ama haberi benim gibi kesip saklayan fazla kimse olduğunu sanmam. Ben bu kupürü niye sakladım dersiniz?

Çünkü ben de 20 yıldır Çocuğumu Beynimde Taşıyorum

1986’da çocuğuma gebe kaldım. Her yazar gibi çocuğu beynimde büyütmeye başladım…

Biraz karıştırdık kafaları. Biraz karışmasında fayda vardır. Sular dalgalanmadan durulmaz.

Evet, ne diyorduk. 1986’da bir kitap yazmağa başladım. Kitabın, yazarın çocuğu olduğunu söyleyenler çok doğru söylemişler. Aynı heyecan, aynı sevgi, aynı vb. her şey aynı.

Kendimizi Görme Denemesi adlı bu eserin çok iddialı, çok faydalı, çok güzel bir kitap olması için uğraşıyordum. Kuzguna yavrusu güzel görünürmüş, bana da bu kitap güzel görünüyordu. Doğrusu, hâlâ güzel görünüyor.

Bir iki sene zaman zaman, daha doğrusu resmi görevim, mesaimin dışında fırsat bulduğum zaman yazdım. Ancak görev değişiklikleri olunca bu kitabı çok uzun bir müddet elime almadım; alamadım.

Ne zamanki emekli oldum yine elime aldım bu kitabı. Niye aldım ki? Eski eseri restore etmek yeni eserler yapmaktan çok zor olur. Bunu bile bile kitabı tamamladım.

Sıra doğuma gelmişti. Kitabın gün yüzüne çık-ması için tanıdık bir yayıncıya gittim. Yanımda 4 kitap taslağı daha vardı; ama onlardan söz etmedim. Sözünü ettiğim kitabı doğurmak istiyordum. O doğmadan bana rahat yoktu. Başka bir şey yapamıyordum. Yazamıyordum da…

Yayıncı çok iyi bir insandı, kızının öğretmeni olduğum için tanışıyorduk. Beni çok iyi karşıladı. Gayet yumuşak bir üslupla şunları söyledi.

Kitap satışı kısmet meselesidir. Dükkânı açtığım zaman bir kitap bastırmıştım, hâlâ depomda duruyor. Geçenlerde bir kitap bastırdım, bitmek üzeredir.”

Bu arada ünlü olmanın kitap satışlarına etkisinden söz edecek oldum. Kitabı çok satılan, o bahsettiği kişinin de ünsüz olduğunu söyledi. Derlemelerin çok olduğu bir kitaptaki bir sayfa okuyucuların ilgisini çektiğinden, satışları artırdığından söz etti…

Benim kitabımın başlığını sordu.  “Kendimizi Görme Denemesi” dedim. Bu başlığı ilginç buldu. Kitabın satışını artıracağını söyledi.

Bunları niye yazıyorum ki? Bazı dersler aldım da. Demek ki kitabın başlığı önemli. Demek ki ilk görüş önemli. Ünlü olmak elbette önemli; ama ilgi çekicilik daha da önemli…

Aldığın dersler sende kalsın neticeye gel diyenler için yazayım.

Ortaklık teklif etti bana. “3000 kitabı ortak olarak bastırıp yarı yarıya bölüşelim.” dedi. “1500 kitabı kim erken satarsa diğerinden hangi şartlarla alacağını da konuşalım.” dedi. Düşündün “Kendi payıma düşecek 3-4 milyarı borç bulduk diyelim. 1500 kitabı nasıl satarım?” “Bir kitap bile satamam.” dedim.

Orada bulunan çalışanlardan emekli bir hoca “Her akrabana elli şer tane verirsin.” dedi. Anlaştıkları diğer yazarların kitapları kendilerinden önce sattıklarını da ekledi.

O anda aklıma, kınadığım mendil satıcıları geldi. “Bir mendil alır mısınız? Bir kitap alır mısınız?” Ne kınamışsam o başıma gelmiştir. Onun için, Sabahattin hiç kimseyi kınama dedim kendi kendime, hem de defalarca; ama…

Fena oldum. Teşekkür ettim. Müsaade isteyerek ayrıldım. Başka yerlere de uğramadım.

İşte sözünü ettiğim, beynimde kalan çocukla ilgili bir haber. Ama asıl haber bu çocuk alındığında olacak. Doğumunda demiyorum. Çünkü çocuk ölmüştür.

Zamanla öyle gelişmeler oldu ki… Evet, ilk haber, ilk bulgu olarak ileri sürdüğüm konular artık herkes tarafından da biliniyor. Ancak dikkatli okuyucular ve özellikle inceleme araştırma meraklısı olanlar için önemini daima muhafaza edecektir bu kitabımız

Sanki reklam yapmış gibi oldum. İnsan kendi kendini över mi? Övmez tabii. İnsanı başkaları övmeli. Ama yazıyı başkalarının okumasını sağlayamazsa insan… Demek ki temelde bir yanlışımız oldu. Hem de büyük yanlış.

Nedir büyük yanlışımız?  Başkalarıyla ilişki kurmamamız, yalnız koşmamız.

Umarım benden ders alanlar, ibret alanlar çıkar. Onlara diyorum ki; “Siz siz olun asla yalnız koşmayın.”

        ABD’li Dr. Elizabeth Gould, “Yaptığımız araştırmada yalnız koşanların beyninde yeni hücrelerin oluşmadığını gördük. Bu da yalnız koşmanın fayda yerine zarar getirdiğini gösteriyor. Ancak başkalarıyla koşan insanlar koşarken sosyalleştiği için stres hormonu fazla salgılanıyor.” dedi. (Sabah, 14. 03. 2006)

Yukarıdaki alıntı spor içindir belki; ama yazı da bir spordur. Fikir üretmek de

Benimle koşan okurlar arıyorum. Ben koşuyor muyum? Nereye koşuyorum? Bunlar da ayrı konular. Demem o ki benim, böyle değişik, böyle tüm konuları aşure etmiş çalışmalarıma, yazılarıma katlanabilecek okuyucu arıyorum.

Elimde fener de yok. Ben sizi göremem. Siz beni görürseniz…


Sabahattin GENCAL, Yuvacık, 2007

                                                                                                 

Not: Sözünü ettiğimiz bebek 2018'de  nur topu gibi doğdu. Ancak gezemiyor. Kitap rafları bekçisi oldu sanki. Reklâm yaptığım sanılmasın. Düşünce ile alâkası olmayanlar için diyorum; alırsan YANARSIN!

https://cinius.shop/product/dusunce-ufantilari-ve-digerleri/

 



4 yorum:

  1. Sayın Hocam, o kadar güzel ve etkileyici bir değerlendirme yaptınız ki anlamamak için aptal olmak lazım.Ne yazık ki uykuyu seven bir okumayan kitlemiz var.İnanın bu kadar güzel ve kısa yazıyı bile okumaktan kaçınıyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Değerlendirmem yazının yazıldığı tarihe yani 2007'ye ait. Bugünü ne sen sor ne ben... Onun için görevinizin ağır olduğunu bilerek çabalayınız. Bizim pilimiz bitti bitiyor... Hayırlı günler dileğiyle selâm ve sevgiler...

      Sil
  2. Bilirsiniz, ünlü filozof Diyojen de yüzyıllar öncesinde gündüz vakti elinde fenerle dolaşırmış. Toplumlar çok kolay değişemiyorlar mı acaba Sabahattin Hocam? Veya sürekli yol göstericilere mi ihtiyaç duyuyorlar?

    Kitabınızdan yeni haberdar oldum, kendimi suçladım ama pek işe yaramadı. Dünya uçsuz bucaksız, ağır çekimde her yere ulaşamıyoruz doğal olarak. 2007-2014 . Uzun bir zaman dilimi. Siz de yoktunuz uzun zamandır.
    ABD.li yazarın araştırmasından söz ederken acaba son cümleyi klavyeniz yanlış mı algılamış ?
    Bebekleri, kitapları, doğayı, iyilik ve güzellikleri yaşatmak lâzım . Canlılar kolay tükenen pillerle değil de doğal ortamda enerji üreterek yaşıyorlar. Zamanı gelince ellerimizdeki fenerlerin ışığı kararacak belki. O zamana kadar direnmek belki...
    Kitabınızı ilk fırsatta araştıracağım. Emeğinize, yüreğinize sağlık.
    Selam-saygılar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim Hocahanım.
      Yorumunuza katılıyorum. Çünkü tespitiniz doğru. Ancak sizin tabirinizle klavyem, "benzetmelerde hata aranmaz" yaygın sözüne uyuyor bazen.
      Yaş 82. Üstelik beden ve ruh sağlığımız eskisi gibi değil. Onun için bloglarda da sosyal medyada da yok oluyorum zaman zaman.
      Toplumların değişmesi kolay olmuyor tabii. Sürekli yol göstericilere ihtiyaç duyulması konusu ayrıca irdelenmesi gereken bir konu.
      Kısa yorumunuzda önemli konulara parmak bastınız. Düşündürdünüz. Bu az maharet değil.
      Hayırlı günler dileğiyle selâm ve saygılar.

      Sil