Beş sınıf ve beş öğretmenli köy ilkokulunda öğrenciydim. Bugün gibi ansırım
üçüncü sınıftım. Tam gün ders yapılan okulumuzda öğleden sonra dördüncü
dersimiz Türkçeydi.
“Çocuktum, ufacıktım, / Top oynadım acıktım. / Buldum yerde bir erik, /
kaptı bir Alageyik./ Geyik kaçtı ormana, /Bindim bir akdoğana. Doğan yolu
şaşırdı, /Kaf Dağı’ndan aşırdı.” Dizeleriyle başlayan Alageyik adlı şiiri
tahtada ezbere okutuyordu bir kız arkadaşımız.
Bir anda sınıf sağa sola gitmeye başladı. Şiiri okuyan kız arkadaşımız ve
diğer kızlar ağlaşarak öğretmenimizin yanına koşup bacaklarına sarıldılar.
Hepimiz şaşkınlık içindeydik! Sarsıntı uzun sürmedi. Tüm sınıflar okulun
bahçesine çıktık. Öğretmenlerimiz yer sarsıntısı, zelzele olduğunu söylediler.
Bir yıl önce Yusufeli duvar ustalarının yaptığı okulumuz duvarlarında çatlama
benzeri hasar yoktu. Yarım kalan derse girmeyip bahçede oyunlara dalıp
sarsıntıyı unuttuk.
Yıllar geçti. Radyolardan olacak, Varto’da deprem olduğunu duymuştum. Bu
kez ortaokuldaydım. O yıllarda tek eğlencemiz siyah-beyaz Yeşilçam filmlerinin
oynadığı sinemalardı. Elli kuruşu edindiğimiz gibi öğleden sonra ders
yapılmayan Çarşamba günleri birçok arkadaş, ilçemizde tek olan Ses Sinemasının
müdavimi olurduk. Yine böyle bir gün adını anımsayamadığım bir filmde Varto
depremi işleniyordu. Bir köy ağası, desise ile elde ettiği bir tazeyle hem hal
olmak isterken kerpiç evin duvarları zalim ağanın ve zavallı avının üstlerine
devriliyordu. Evin duvarlarının yıkılmasının nedeni yaşanan depremdi…
Öğretmen Okulu’nda okuduğum yıllarda yaşandı Emet depremi. Artık yer
sarsıntısı Arapça kökenli olan zelzele kelimesi yerini Türkçe deprem kelimesine
bırakmıştı. Okulda arkadaşlarla idarenin bilgisi ışığında Emet için yardım
kampanyası düzenledik. Her teneffüste mikrofonla depremzedelerin acıları
anlattık. Zaten kıt olan harçlıklarımızdan hayli bir meblağ toplandı.
Bu kez de deprem haberini köy kahvesinde duydum. Yetmişli yıllardı.
Özellikle Sakarya ilini etkileyen bir deprem yaşanmıştı. Sakarya’ya yerleşen,
öğretmenlik yaptığım Trabzon’daki köyüne ziyarete gelen bir arkadaşımız deprem
haberini duyunca etekleri tutuştu. Hemen nahiyedeki PTT’ye koştu. Sakarya’daki
yakınlarından haber almak istiyordu tez elden…
Sene 1999 aylardan Ağustos Şavşat’taki köyümdeyim. Yeni ev yaptırıyoruz.
Kahvaltıdayız. İletişim aracı yoktu yanımızda. İstanbul’dan kızım aradı.
Hüzünlü bir sesle konuşuyordu. Bilinen Gölcük depremini haber verdi. Evimize
bir çeyrek saatlik uzaklıktaki lokantaya koştuk. Yıkılan binalar, hasar gören
köprüler, enkazlar arasında çaresizce dolaşan insanların durumu içler acısıydı.
Fakat deprem bize çok uzaktı. Belgesel bir film izlercesine izledik yaşanan
akıl almaz yıkımı.
Bir hafta sonra Derince ’ye döndük. Dönüşte Sakarya sınırına
yaklaştığımızda yıkımın etkilerini somut olarak gözlemlemeye başladık. Evimize
gelirken sokaklarda gördüğüm yurttaşlarımın halini betimlemeye kelimeler
yetmez. Günlerde yüce dağ başlarında saatlerce süren dolu yağışının altında
kalan yorgun, uykusuz çobanlar gibi şaşkın şaşkın dolaşıyorlardı şaşkın
şaşkın...
1999 depreminin yaraları tamamen sarılmazken bu kez Hatay, Adıyaman,
Kahramanmaraş ve çevre illerde büyük yıkım ve acılara neden olan 2023 Şubat
depremi yaşadık. Van, Malatya, İzmir depremlerini de gördü bu topraklarda
yaşayan bizler.
Şu gerçeği yazmazsam depremle yaşamayı öğrenmiş, bu uğurda mesafeler kat
etmiş ülkelere, o ülkelerin bilim insanlarına ve siyasilerine haksızlık etmiş
olurum. Çok yakında yedinin üzerinde deprem yaşandı Japonya’da. En son
dinlediğim haberlerde can kaybının 128 olduğuydu. Allah saklasın aynı şiddette
bir deprem İstanbul ağırlıklı Marmara Bölgesi’nde yaşansa yaşanacak yıkımı ve
can kaybını düşünmek bile istemiyorum.
Deprem konusunda bizleri hemen hemen her gün uyarıyor bilim insanlarımız.
Uyarılarılar da gerçekleşiyor istemesek de. Ve maalesef siyasilerimizin birinci
gündemi rakiplerimizi nasıl alt ederiz. Yaklaşan yerel ve ileride yapılacak
seçimlerde başarılı olma telaşesi…
Çocukluk yıllarımda, dünyanın bir sarı öküzün boynuzlarında tutulduğu
söylenirdi. Ve sinekler öküzü rahatsız ettiğinde öküz kafasını sağa sola
sallarmış. Bu sallanma sonucu zelzele oluşur derlerdi. Söylenti buydu
köylerimizde. Günümüzde artık bu söylentiye inanan kalmadı. Bilim insanlarına
inanıyoruz: Depremlere neden olan doğa olaylarının yaşanması olduğu.
Depremin oluş nedenleri öğrendik öğrenmesine de, depremle yaşamayı
öğrenemedik henüz. Konutlarımız depreme yetesiye dayanaklı değil. Ülkemiz
maalesef deprem kuşağında. Yaşanabilecek olası depremlerden en az zararla
kurtulmanın yollar var elbet. Ulusça bu güce sahibiz. Yeter ki, bu konuda kesin
irade oluşsun. Deprem acılarını ve yıkımlarını ulusal seferberlik yaparak
engelleyebiliriz.
Yaşanan Şubat depreminde kentsel dönüşüm, evsiz kalan yurttaşlarımız için
Zorunlu Motorlu Taşıtlar vergisi iki kez alındı. İçtenlikle inanarak
öneriyorum: Ülkemizde yaşanabilecek depremleri karşılamak için ulusal
seferberlik yapılmalı. Sakarya Savaşı öncesi Mustafa Kemal meclisin kendisine
verilen yetkiye dayanarak Tekâlif-i Milliye Emirleri yayımlayarak halkımızdan
ordumuz için yardım istedi. Ve toplanan yardımların zafer kazanılmasına büyük
katkısı oldu.
Aynı biçimde bir kanun çıkarılıp; yurtdışına turistik gezi, Hac ve Umre
ziyareti yapan yurttaşlardan depreme dayanıksız konutlar hızla kentsel dönüşüme
tabi tutmak için belirli oranlarda para tahsil edilmeli. Ayrıca hükümet bu
uğurda bütçe olanaklarını zorlayarak kaynak aktarmalı…
Umuyor ve diliyorum böyle bir uygulama için gerekli açıklamalar yapılır,
halkımız bilgilendirilir. Elde edinilecek kaynak belirlenen amaçlar için
kullanılacağına halkımız kani olursa ulusça deprem korkusu ile yaşamaktan azat
oluruz.
İbrahim
YILMAZ, (Eğitimci, Yazar)
İstanbul depreminin üzerinden neredeyse yirmi beş yıl geçti, o zaman etrafımızda kaçabileceğimiz boş alanlar varken şimdi dört yanımız gökdelen dolu, betona boğulduk. İstanbul'un sonu hiç iyi değil .
YanıtlaSil