Marmara bölgesi.
Mevsim kış. Hava durumu sürekli değişmeye hazır. Bir bakarsın elif elif yağmur
yağar. Ve yağmur suratını artırır bu kez bardaktan boşanırcasına. Hoca’nın
dediği gibi, “Allah’ın rahmeti.” yağar da yağar. Yağmurlu geçen günlerden, bir
gün sonra güneş altın ışıklarıyla gözümüz gönlümüzü fetheder. Güneşle birlikte
ısınan hava öğleden sonra insanın içine işleyen, öğrencilik yıllarında coğrafya
derslerinde adlarını ezberlediğimiz cins cins rüzgârlara bırakır. Emekliler
için uygun olmayan bir iklim. Covit-19 yine hortladı diyor bilim insanları.
Bilim insanlarını dinleyip kalabalıklardan uzak durmak gerek isteyip istenmesek
de.
Emekliler için
bölgemizin sıkça değişen hava olayları hoş değil. Kalabalıklardan uzaklaşmak
hayatın akışının gerçeklerine ders düşüyor. Pazara gitmemek olmaz. Hafta
pazarlarının insan kalabalığı uygun mu emeklilere? Evet, olayın farklı ve
hayatı önem taşıyan diğer bir boyutu; dar gelirlilere, işsizlere uygun mu hafta
pazarları? Uygun değil elbet! Balık fiyatları ki, emeklinin başlıca satın
aldığı balıklar. Hamsi ve istavritti çoğunlukla. Fiyatları geçen yıla göre
ikiye üçe katlanmış. Adlarını bile saymakta zorlandığım pahalı balıkların
tezgâhlarına bakmak bile lüks. Kasapların vitrinleri yine memnu özellikle düşük
maaşlı emeklilere… Meyve- sebze fiyatlarının yükseliş hızı balık ve kırmızı
etten geri kalır tarafı yok.
Geçen yıllarda
ayakkabı için yüz- iki yüz lira bile lükstü. Ya şimdi? Ne siz sorun ne ben
söyleyeyim. Sözün özü enflasyon, gına geldi bu sözü duymaktan toplumun her
kesimine! Bu kelimenin yaşamımıza girmesiyle başladı her şey. “Önce ekmekler
bozuldu.” nitelemesi savaş yıllarının yoksullukları üzerine yaşananları
betimlediğini bilir yurttaşlarımız. Şükrolsun! Görülürde 1940’ların savaş
yıllarının acı koşullarını yaşamıyoruz. Peki, niçin yıl yıl alım gücümüzün
düşer? Emekli ve dar gelirli yurttaşlarımızın ellerinin cüzdanlarına giderken
titremesinin nedeninin düz mantıkla açıklaması yapılabilir mi?
Yaşamımıza giren beyaz
camdan uzak durmak en iyisi. Artık izlemiyorum haberleri bile. Ekranlara çıkıp
sesini artırmadan konuşan siyasi var mı bu güzel topraklarda!? Sanki bağırmak
haklı olmanın göstergesi. Öğrencilere günde en az bir kez haberleri
izlemelerini salık verirdik. Hatta ilkokulların ilk üç sınıfının ilk ders
öncesi öğrenciler duydukları haberleri arkadaşlarına paylaşıp, haberlerin
yorumu yapardık öğrencilerle birlikte. Aman siz siz olun genç beyinleri
televizyon haberlerinden uzak tutun.
Durum ve hal böyle
olsa bile “Yaşamak güzel be kardeşim.” Şairin dediği gibi, yaşamak gerçekten
güzeldir. Koşullar ne denli olumsuz da olsa bu güzel topraklarda yaşamı
renklendirecek güzellikler var. Günlerden Pazar. Hepşehri derneğimizin olağan
toplantısı var. Taktım maskeyi derneğe gittim. Hemşerilerimin memleket ağzı
konuşmaları beni çocukluk ve ilk gençlik günlerime, köyümün ak köpüklü
çaylarına, yayla düzlüklerine götürür. Selamlaştık. Toplantının yapılabilmesi
için katılım için gerekli doksan sayısı sağlanmadı. Arkadaşlar hızlıca okey ve
seksen bir oyununa başladı. Dernek localının kitaplık ve gazete okuma bölümüne
geçtik yaşam felsefesine saygı duyduğum bir öğretmen ağabeyle. Önceki hafta
bana verdiği okuyup bitirdiğim Şafak Sancısı adlı eser hakkında uzun uzun
konuştuk. Sohbetimize başka arkadaşlar da katıldı. Çaylar içildi.
Aynı okuldan benden üç
yıl önce mezun olan öğretmen ağabeyle bir sonraki gün için İlçe Halk
Kütüphanesinde buluşmak üzere dernekten ayrıldım. Kütüphaneden sürekli ödünç üç
kitap alırım. Günlerden Salı. Okuduğum kitapları alarak evden çıktım. Yolumun
üzerinde nalbura uğradım. İki cıvata ve somun almıştım. Alış-verişin tutarı
tamı tamına yüz elli kuruştu. Cüzdanımda bozuk bir lira vardı. Parayı uzaktım
nalbura. Elli kuruş eksik olunca vatandaş yüzünü ekşitti. Bütün paraları da
bozmak istemedi.
Kitaplarım elimde
nalbura uğradım yeniden. Elli kuruşu ödemeliydim. Karşıma genç bir bayan çıktı.
Parayı alınca içtenlikle teşekkür etti. “Keşke bütün insanlarımız sizin gibi
duyarlı olsa!” derken hoşça gülümsüyordu. İçtenlikle gülen bir yurttaş görmek
güzeldi.
Kütüphanede buluştuk.
Daha önce okuduğum ve önerdiğim bir zamanlar ilçemizde de öğretmenlik yapan
Fakir Baykurt’un kendi yaşam öyküsünü anlattığı üç cilt eserini ödün almak
istiyordu öğretmen ağabey.
Kitaplar dolap
raflarında bizi bekliyordu. Bu arada öğretmen ağabeyimiz de kütüphaneye üye
oldu. Ben de raflar arasında sıkı bir inceleme yaparak yine üç adet kitap
seçtim. Kütüphaneci arkadaşla üçlü oluşturup kütüphanenin yönetim odasında
kitap ağırlıklı hoşça sohbet ettik.
Dünya dönmeye, İsrail
bombaları altında Filistin halkı yaşam mücadelesi vermeye çalışıyordu.
Ülkemizde ise kanun dışı olaylara katılanlar güvenlik güçlerimizce bir bir
yakalanıyordu. Siyasilerimiz yaklaşan seçimlerin telaşesinde… Bu haberler bir
yerlerden kulağıma geliyor yine de… Ebedi dost kitapların gizemli dünyası, iki
düzeyli arkadaşla buluşmak tüm olumsuzluklardan uzak kalmanın makbul çaresi
olma özelliğini yaşamımım her döneminde sürdürdü, sürdürmeye de devam edecek...
“Benim için yazmak
nefes almak gibidir.” Diyor Neruda. Yetesiye beceremezsem bile ben de yazmak
denen engin ummanının kıyılarında dolaşıyorum…
İbrahim YILMAZ, (Eğitimci, Yazar)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder