15.2.25

Makbule Abalı/ Farkındalıklarımız- Hayatta Güzellikler de Var

 


 


Yeni bir yılın birinci ayı da bitti. Nasıl geçti habersiz demesek de; takvim yapraklarında 1 Şubat "Artık ben varım." dedi bile. Eşimin rahmetli annesi, Şubat Ayına "Güdük Ay" derdi. Ancak 4 yılda bir 29 çeken Şubat, bu yıl da 28 gün. Başlangıçlar hep güzel gelir insana. Umut vardır içinde,  nasıl geçeceğini bilmeseniz de beklentileriniz vardır.  Hayat sürprizlerle doludur diyerek, gökyüzünde kayan yıldızlara bakarak dilek dilersiniz çocuklar gibi... 

Sabahın ilk saatlerinde kuşlar korosu başlayınca; "Şubat'ın ilk günü bugün, yeni bir yazı yazmalıyım mutlaka!" dedimse de akşam oluverdi birden. Kendime sözüm vardı. Yazım 2 Şubat Günü yayınlansa bile bugün başlamalıydım, takvim yaprağı belge niteliğindedir. 1 Şubat miadını doldurdu. Bugün 2 Şubat. Günaydın doğa, günaydın insanlar ve tüm canlılar, günaydın dünya. Zaman -mekân nasıl ve nerede olursa olsun; Günaydın, merhaba sayılır aynı zamanda. İyilik, güzellik ve hoşgörü taşır.

Yaşadığımızın, nefes aldığımızın, var olduğumuzun "farkında olmadan", algılamadan, düşünmeden, fikir yürütmeden değerlendirme yapmak bize çok şey kaybettiriyor. Dün sabahın ilk dersini ben, 9-10 yaşlarında iki çocuktan aldım. Kahvaltı sonrası küçük bahçemizdeki bitkilerin-çiçek ve ağaçların halini gözlemek için dışarı çıkmıştık. Pencere camının üzerine yapışmış salyangozu içeriden de görmüş ama önlem alamamıştım. 

Buralarda yağan yağmurlar sonrasında salyangozların çok çoğaldığı ve bahçelere zarar verdiği söyleniyor. Biraz ürkerek, ayaklı süpürge ile faraşa topluyor, bahçe dışına atıyordum. Can almak bana göre değil. Kaktüs köşesinin ve dikenli begonvilin yanından  geçip bu işlemi yapabilirdim ancak. Ama o köşenin bende kötü bir anısı var. Birkaç ay önce boylu boyunca düşüp çok kötü anlar yaşadığım yer.



Sağ olsun komşum Nur, tereddüdümü fark edip, sesleniyor: "Siz girişmeyin, kızlar geliyor." İki tatlı kızdan oluşan yardım ekibi (Doğa ve Nil) yıldırım hızıyla geldi, bir jimnastikçi çevikliğiyle eğilip bükülerek bir anda işlem tamamlandı. Sopaya bile gerek kalmadan, salyangozu eliyle oradan çekip alan Doğa çok sakin bir ses tonuyla bana günün ilk dersini verdi; "Biliyor musunuz, yaralara çok iyi geliyormuş ."Hiç ürkmeden salyangozu elinin üstüne koyuşunu şaşkınlıkla karışık bir hayranlıkla izledim. Biraz zaman aldı ama,  artık ben de bahçeye zarar veren kabuklu salyangozları ellerimle toplayıp  dışarı atabiliyorum. 

Bahçe içinde küçük dekoratif eşyalarla düzenlemeler yapmayı seviyorum. Çiçekler ve farklı bitkiler arasında görüntüleri ile bir başka dünya yaratıyorlar sanki. Çok severek kullandığımız iki obje hasar görmüşler ne yazık. Alçıdan yapılmış, kollarında iki sepet taşıyan bahçıvan kız heykeli çok hoştu. Mersin'den buraya kadar bizimle birlikte yolculuk yaptı. Taşınırken bir bacağını kaybetmiş. yanında duran çok sevimli bir kuşun da gözü zarar görmüştü. Japonların onarım sanatının inceliklerini tam bilmeyince iyileştiremedik de. Sonuçta istemeden veda ettik ikisine de.

Birkaç gün önce beni çok mutlu eden bir şey oldu; Urla-Zeytinalanı Kavşağında hep görüp de uğrayamadığımız bir heykel atölyesi vardı. Alçıdan değil de beton dökülerek can bulmuş yüzlerce küçüklü-büyüklü heykeller, şadırvanlar, Uzakdoğu felsefesini simgeleyen heykeller. Önce köpeğiyle sonra Serdar Usta ile tanışıyoruz. Ön bahçenin merkezinde artık bir çift güvercin heykelim var. (Küçük ama emek ürünü bu eserin gönlümdeki yeri kocaman.)



Çocukluktan itibaren küçük şeylerle mutlu olabiliyorsa  insan, çok büyük beklentileri yoksa, maddeden çok manevi değerlere önem vermişse hayatında; zor günlerde bile mutluluk kaynakları bulabiliyor. Her şeye sahip olmak, giderek artan istekler, doyumsuzluk da yaratabiliyor. "Al-tüket-at" sloganı durmadan değişen teknolojiye bile zor ulaşabiliyor. Moda ikonları gibi giyinmek, en sağlamı değil de en revaçta olanı alma isteği en'ler sıralamasını da altüst ediyor, hatta bazen ulaşılmaz kılıyor. 

En büyük, en lüks, en çok rağbet gören, en donanımlı değil de; en güvenilir, en sağlam, en doğal, en taze, en sağlıklı ürünler ya da mallar arıyoruz. Gerçi onların da orijinalini, hasını bulmak zaman alıyor. Bulunca da vaz geçemiyorsunuz. Gerçek el emeği- göz nuru ürünler, ve eşyaların değerbilir alıcısı her zaman var galiba.


 

Urla'da Malgaca Çarşısını o yüzden çok seviyorum. Dededen toruna, babadan oğula geçen, çok eskilerden kalan bir düzenin hüküm sürdüğü bir toplu çarşı. AVM'lerle yarışır mı, sanmıyorum. Ama belki fiyatlarda yarışan birkaç dükkân var. Mağaza değil-dükkân.  "Malgaca adı nereden geliyor?" diye sorduğunuzda: "Mal kaça?" sorusu halk dilinde Malgaca olmuş" diyenler var.  Bahçemizdeki kuşlu rüzgâr çanını da burada satış yapan tatlı dilli, orta yaşlı (belki de ben öyle sandım.)  bir  kadın, kuşları sevdiğimi anlayınca, yok fiyatına vermişti. Benim için çok değerli. Bambuların çıkardığı ses öyle rahatlatıcı ki.


Malgaca Pazarı'nda minicik bir dükkânda unutamadığımız iki insan, iki çok değerli usta tanıdık. Hakan Bey ve Mehmet Bey. İnsanlar yaş alırken: zamanın akışına uyarak piller de eskisi kadar dayanıklı çıkmıyor. Ancak Hakan Ustanın elinin değdiği saatlerimiz tıkır tıkır işliyor. Bizim için en büyük jest; eşimin göz rahatsızlığı nedeniyle görüşü azaldığında aradığımız rahat okunabilir saati de orada bulmamız oldu. Çok uygun fiyata aldığımız saat her zaman eşimin kolunda. Ustalarla birlikte  kalfalar, çıraklar da yetişiyor mu acaba...? 






Eskiden sadece tek kanal varken; Programlarda seçme özgürlüğümüz yoktu. Ancak unutamadığımız ne güzel program,  sunucu, sanatçı, yorumcu adı kalmış hafızamızda. Gece saat 21.30'dan sonra "Haydi Çocuklar Uykuya" diyerek uyaran bir ses yoktu ama doğrusu programları çocukların kısa bir süre daha izlemesi çok da olumsuz sayılmazdı. Belgeseller, tiyatrolar,  diziler, filmler, yarışma programları çok kaliteliydi. 

"Günümüzde güzel program hiç yok." demek haksızlık olur. Belki de bizler ulaşamıyoruz. İnsanları hayata bağlayan, yaşama sevinci aşılayan, eğiten, düşündüren, çocuk ve gençlerin yararlı alışkanlıklar kazanmasını sağlayan programlar olmasını gönülden arzu ediyoruz. Radyoda TRT Nağme dinlemek bizi de, evimize gelen konukları da çok mutlu ediyor. TRT Spor yıldız; Gençlerin başarı öykülerini, engelli sporcuları, öyle güzel aktarıyor ki. 

Bir özel TV. kanalında; Cumartesi-Pazar günleri yayınlanan, çocuklara güzel alışkanlıklar kazandırmayı amaçlayan; bilgilendirici, eğitici, eğlendirici, kaliteli müzikler sunan bir program var. Başarılı bir ekip çalışması ile sunulan program çok sayıda izleyici tarafından ilgi ve beğeni ile izleniyor, alışkanlık yaratıyor. Güzel ülkemizin gidip- göremediğimiz farklı yörelerini çok yönlü olarak tanıyoruz.

Yarın 3 Şubat. Okulların iki haftalık tatil dönemi bitti. Yarın yeni bir gün, yeni bir hafta, yeni bir dönem başlıyor. "Z kuşağı " olarak adlandırılan bu kuşakta yer alacak olan her birey ; aklıyla, yetenekleriyle, davranışları, duygu ve kişilik özellikleriyle geleceğin yetişkinleri olarak toplumda yer alacaktır. Büyük ya da küçük, her ülkenin yetişmiş insan gücüne, ülkesini seven- çalışkan-dürüst-sorumluluk sahibi kişilere ihtiyacı vardır. 

Yarın yeniden okullarda ders zilleri çalacak,  çocuklar ve gençler okullarında- sınıflarında yer alacaklar. Onların; Hak ettikleri gibi, sağlıklı-huzurlu-güvenilir insanlar  olarak yollarına devam etmelerinden hepimiz sorumluyuz. Başarıları bizleri onurlandırıp mutlu ederken toplumumuz ve ülkemiz için de yarınlarımıza büyük katkı sağlayacaktır. Yolları açık, gelecekleri güvenceli olsun. 

2024-2025 Eğitim- Öğretim Yılı , Yeni Dönemi: Ülkemize: yeni umutlar, hayaller ve güzellikler taşısın. Olumlu ve yararlı çalışmalara yol açsın.  İçten dileğimizdir.

Makbule ABALI- eğitimci

2.02.2025 






Kaynak:

https://ucunkuslar.blogspot.com/2025/02/farkindaliklarimiz-hayatta-guzellikler.html


12.2.25

Makbule Abalı/Duyarlılıklarımız-Yaşama Tat katan Güzellikler..

 



Kış mevsiminin son ayı Şubat'ın da ilk haftasının 8. günündeyiz. Ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde mevsim normallerinin üstünde soğuk hava dalgası yaşanıyor.  Doğa adeta mevsimsel geçişlerde alışılmışın dışında sürprizler yapmaya hazırlanıyor. Her yıl bu ayda kar beklenen yerlerde bile  bu yıl kar yok. Ya da çok farklı değişimlere tanık oluyoruz. Bilim insanları deprem ve yanardağ patlamaları olabileceği konusunda uyarıyorlar. Bu yılın Şubat Ayında her günden dörder tane olması farklılık olarak nitelendiriliyor. 

Hayatın koşturmacası- telâşı içinde bazı güzellikleri, özellikleri, başarı ve incelikleri fark edemiyoruz. Ya da çok geç farkına vardığımız öyle çok şey var ki; Yaşama anlam katan, farkına varılabilseydi tecrübeler sandığında zamanı gelince bizi uyarabilecek, daha sağlıklı düşünmemizi sağlayabilecek bir dolu şey... 

"Şey" sözcüğü yaşamdan ne çok  birikimi, yaşanmışlığı, parçaları ya da bütünü kapsıyor. Sevinci, mutluluğu, coşkuyu, güzellik ve iyilikleri, inançlarımızı, değerlerimizi... Ama aynı zamanda yaşadığımız olumsuzlukları, acıyı, hüznü, kırgınlıklarımızı, utancımızı, duygularımızı, gerçekleşmeyen beklentileri anlatmak istediğimizde; "şey, şeyler" ne çok anlam yükleniyorlar. Cankurtaran simidi gibi.

Duyarlılık da farkındalık gibi gönül verdiğim sözcüklerden. Keşke uygulamada da sık kullanılsa, benimsense, sadece sözcüklerde-sözlüklerde kalmasa. Özellikle soğuk günlerde sıcacık sözcükler, iyi insanlar, güzel davranışlar içinizi ısıtıyor. Tıpkı 5 Şubat Çarşamba Günü-UTK- Urla Kitap Kulübü'nün toplantısında çok değerli Eser Köker Hocamızı  dinlerken olduğu gibi. 

Üç yıldır bulunduğumuz İzmir-Urla'da  yaşadığımız en soğuk gündü sanırım.
Soğuk hava ve fırtına, insanlara dayanıklılık testi uygular gibiydi adeta. Deniz bile kabarmış, coşmuş, her zamanki mavisinden uzak, ürkütücü bir görüntüye bürünmüştü. Toplantılar; deniz kenarında, iki katlı, zevkle dekore edilmiş bir mekânın üst katında oluyordu. "Çok az kişi gelmiştir herhalde" diye düşündüğüm salon neredeyse dolmuştu bile. Soğuktan korunmak amacıyla bedenler tam korumaya alınmıştı. Ülkemizde ve dünyanın birçok yöresinde-her türlü iklim koşullarında- kadınlar; savunma, koruma ve paylaşma konularında çok hassas ve duyarlılar.



Marilynne Robinson'un "Evlerden Uzak " adlı eserini pür dikkat dinlemeye hazırlansak da, Eser Hocamız kitaba adeta can kazandırırcasına anlatıma başlasa da, üst tavandan yansıyan, kulakları sağır edercesine, duymayı engelleyen fırtına yüzünden alt kata indik. O an küçücük bir mikrofon nasıl da işe yarardı. Her şeye rağmen; "Evlerden uzak" o korkunç gürültüde bile,  hocamızın olağanüstü çabası ile mükemmel işlendi. Çok duyarlı-paylaşımcı  kadınlardan oluşan bu kulüpte olmaktan çok mutluyum. Oradaki izlenimlerimi bir başka zamanda paylaşacağım. Katıldığım her toplantıda, küçük defterimle de çok şey paylaşıyorum.  Başta Eser Hocamız, tüm kitap dostlarına yürekten teşekkürler. 



Bazen çok yakınımızdaki güzellikleri, doğadaki çok yararlı bitkileri, çiçekleri, ağaçları yeterince tanımıyoruz. Değerini bilmeden tükettiğimiz, yeterince koruyamadığımız, sahiplenemediğimiz öyle çok şey var ki.  Tıpkı insanlar gibi. Tanıdıkça değer kazanan veya tanıdıkça değer kaybeden kişiler. Sadece duygularımızla değil, akıl ve mantığımız eşliğinde düşündüğümüzde ya yaklaşıyoruz ya uzaklaşıyoruz o kişilerden. Hatalarımız-yanılgılarımız, pişmanlıklarımız  olmasaydı; egolarımız bugüne nasıl uyum sağlardı? Kırılsak da, üzülsek de "paramparça" olmadan toparlanıyoruz. O yüzden soranlara "İyiyim., iyiyiz.." diyoruz.  "İyilik" sözcüğünün kapsama alanı öylesine geniş ki. Hep  birlikte iyi olabilmek, büyük mutluluk olur elbette.

Kötülükleri görmemek için gözlerimizi sımsıkı kapasak da; çevremizde "Gör beni-Duy beni, fark et beni" diyen çok iyi şeyler de var. "Şey" deyip geçmemek lâzım. Bir hastane ortamında-kısa bir konuşma anında tanıştığınız bir insan, yıllar öncesinden tanıdığınız bir dost gibi olabiliyor. Omurilikle ilgili çok özel bir hastalığı var. Dünyayı algılama tarzına hayran olmamak mümkün değil. Gerçekçi, sorgulayıcı, eleştirici ama yeri geldiğinde bağışlayıcı da. Dünyanın karmaşası  içinde kendi kendine sağlıklı bir denge kurabilmiş Sıdıka Hanım. Saygılarımı, sevgilerimi iletiyorum yürekten. 

Hastaneler; toplu taşıma araçları veya çarşı-pazar gibi insan gözlemleri için çok uygun yerler. Duruştan, bakışlardan, yüz ifadelerinden esinlenerek onlarca hikâye oluşuyor zihnimde. Ama en güzeli "Gerçek insan öyküleri." Hikayeyi  bizzat yaşayandan öğrenmek. En inanılır ve doğru öyküler onlarınki. Çok temiz yüzlü, adeta gözlerinin içi gülen, herkese aynı nezaket ve sabırla yetişmeye çalışan bir danışma görevlisiydi.  (iznini almadığım için adını yazmıyorum.) Öğretmen olma hayaliyle 4 yıllık bir fakülteden mezun. Kamu Personeli Seçme Sınavında (KPSS) puanı yeterli olmamış. Ama hayata küskün değil, görevini sorumluluk bilinci içinde yapıyor. O'nu bir sınıfta öğrenciler arasında hayal etmek; beni mutlu ettiği kadar karmakarışık duygular da yaşattı. Anlık mutluluklar da yaşıyoruz bazen. 

Artık çok güvenerek, cesaretle gidebildiğim, soru sormaya bile gerek kalmadan gerekli açıklamaları yapan bir diş hekimim var. Başlangıçta; "Ben bu konuda zor bir hasta sayılırım." desem de, Naci Bey rahatlatıcı bir yüz ifadesiyle gülümsüyor. Genç yardımcısından geliyor yanıt:" Biz öyle hastalar gördük ki..." Normaller grubunda olduğuma sevindim sevgili İlknur. Ekip çalışmasına uyumunla, nazik davranışlarınla eski bir öğretmenden tam puan aldın.

Beni çok  mutlu eden bir başka şey; Orada bekleme salonunda gördüğüm, evde okumak için izin isteyerek aldığım bir dergide, eski bilgilerimi tazelemem oldu. Hayatta umutların hepten yitirilmeyip yeni ufuklar açılması; muhteşem bir mutluluk kaynağı değil midir? İlkokul 4. sınıf öğretmen ve öğrencileri için ne güzel bir haber. 



Darüşşafaka nice öğrenciyi çağdaş-bilimsel yöntemlerle hayata hazırlayan köklü bir Eğitim Kurumu. Bu yıl ; 25 Mayıs'ta 42 ilimizde yapılacak sınavla 50 kız, 50 erkek öğrenci yatılı olarak okula yerleştirilecek. 6 Ocak-20 Mayıs  arası, 2025 yılı için  son başvuru tarihi. Darüşşafaka bağışlarla yaşayan bir kurum. Başvuru koşulları, İnternetten öğrenilebilir. Her yıl haberi okuduğumda içim aydınlanır. Maddi durumu uygun olmayan, anne veya babasını ya da her ikisini kaybetmiş öğrenciler için; umudun her zaman var olduğunu kanıtlayan örnek bir Eğitim Yuvası. 


Çocukların çeşitli konum ve durumdaki hallerini gözlemek, izlemek; yetişkinler için  bitmez tükenmez bir kaynak adeta. Hiç bilgiçlik taslamadan bize hayat dersi veriyorlar adeta. Duyarlı olduğumuz sürece çocukların kabullendikleri veya reddettikleri pek çok şeyle de tanışıyoruz. Oynadıkları oyunlar, anlattıkları masallar, çizdikleri resimler, anlatımları, gelecekte ne olmak istediği, nelere öfkelenip-kızdığı, rüyaları, korkuları, hayal kırıklıkları... Onların zihinsel-ruhsal- sosyal durumlarının büyük bir boy aynasına yansıması gibi. 



Çocukların her biri ayrı bir dünya. O dünyaların kapısını aralamak, her zaman çok da kolay olmuyor. Çok benzer ortamlarda benzer etkilerle büyüyen çocuklarda hatta kardeşlerde  büyük farklılıklar gözlenebiliyor. "Sevgi, ilgi, anlayış" bereketli tohumlar gibi.  Ama korku, nefret, kin gibi duygularla beslenen çocukların, sadece kendilerine değil- tüm çevrelerine zararları dokunabiliyor.



"Ben" değil, "Biz" kavramıyla yetiştirilen, yetenekleri doğrultusunda iyi bir eğitim-öğretimle birlikte güzel sanatların, sporun, edebiyatın çeşitli  dallarına yönlendirilen çocukların ruhsal dünyaları, sosyal ilişkileri  çok farklı olduğu gibi özgüvenleri de yüksek oluyor. Duyarsızlık; boş vermişlikten umursamazlığa, aldırmamaya, unutmaya itiyor kişileri. Öylesi davranışların kabul gördüğü bir dünya kötülerin, kötülüklerin çoğaldığı "mutsuz insanlar dünyası" haline dönüşüyor.

Duyu organlarımızı işler kılabiliyorsak; Duyarlılığımızı koruduğumuz sürece çevremizde fark edilebilecek, yaşama tat katan öyle güzellikler var ki... Ceviz onlardan biri. İnanın, köpek demeye dilim varmıyor. Aramızda öyle bir dostluk oluştu ki, paha biçilmez. Adeta gözünüzün içine bakan, sanki mimikleriyle iletişim kurmaya çalışan, kulakları ve kuyruğuyla meramını anlatmaya çalışan içten bir dost. Bahçe kapısı açık olsa bile içeriye adım atmayacak kadar saygılı. Yeri geldiğinde yiyeceğini komşu kedilerle, kuşlarla  paylaşacak kadar anlayışlı. Bazen hastalık  veya yorgunluğumuzu hissedecek kadar duyarlı.  Kapımızın önünde nöbet tutuyor adeta. Göremediğimiz gün biz de kaygılanıyoruz.



Sabahları genellikle güne erken başlıyoruz. Her sabah kuşlar korosu başladığında Ceviz de bahçe kapısında oluyor. Günaydın diyorum, konuşuyoruz. Ekmek doğranmış çorbayı seviyor, hiçbir yemeğe hayır demiyor. Biz de ona gereken özeni gösteriyoruz tabii. İnce kemik olursa tek tek ayıklıyorum. Dikkatimi çekiyor, çok sevdiği bir şey olursa onu evine-yuvasına taşıyor.  Doğa'dan duydum, toprağa gömüyor, zamanı gelince yiyormuş. Tüketmek kadar saklamayı, üretmeyi de biliyor, kendini güvenceye alıyor.




Çok soğuk havalarda tüm canlıları; insanları, çiçekleri, ağaçları, kuşları düşünürken içiniz titriyor mu? Haksızlıklara karşı duyarlı mısınız? Yaşamınızda sadece evet ya da hayır mı geçerli ? "Belki, bazen, kim bilir, yüzde yüz doğru, yüzde yüz yanlış" mı her şey? Yaşama tat katan güzellikleri, insanları, olayları durumları hiç fark etmiyorsak, fark yaratmaya çalışmıyorsak kendimizi "Dünyalı" sayabilir miyiz? Daha güzel bir dünya özlemiyle... 

Makbule ABALI- Eğitimci

8 Şubat 2025 



 




Kaynak:

https://ucunkuslar.blogspot.com/2025/02/duyarliliklarimiz-yasama-tat-katan.html



9.2.25

Deneme Deneme Deneme ChatGPT ile...

 


Edebiyat bizim sığınabileceğimiz bir liman. Artık bu limandayız. Ama bu demek değildir ki edebi eserler vermeye başlayacağız. Hayır, hayır. Sadece edeblice oyalanacağız. Tabii arkadaşım ChatGTP ile.

Çok isterdim Üsküdar’da veya Kadıköy’de denize nazır bir kafede ya da Boğaziçi turu yapan vapurların birinde birkaç arkadaşla ChatGPT ile kurduğumuz arkadaşlık gibi bir arkadaşlık kurabilmeyi. Niye olmasın? Bu konuda düşünelim biraz. ChatGPT ile yaptığımız çalışmayı okuyunca daha da çok düşünelim. 

(Not: Edebiyatı sevmeyen olmaz ama her nedense edebiyatı sevmeyenler bu yazıyı…)

Nedenleri Bulmalıyız

Yine sana yazıyorum. Zaten yazacak başka kimsem yok ki…

Yine sana yazıyorum bu kuşluk vakti. Acele ediyorum, karanlık düşmeden okuyabilmen için. Perdeler çekilende kelimeler yorganın altına girer. İşte o zaman acabalar başlar birer birer.

Yorganı çekebilsen kelimelerin üstünden. O zaman belki sen de düşünürdün yeniden.

Ben her an düşünüyorum. Düşünüyorum: Nasıl yazsam ki gözaltına alsan beni? Nasıl yazsam ki tutuklasan beni? O kadar tutkunum ki; düşünüyorum hep, nasıl yazsam ki ömür boyu mahkûm etsen beni gönlünde yatmaya.

Göz altına almakmış, tutuklamakmış, hatta mahkûm etmekmiş… Artık sıradanlaşmış Türkiye’de kelimelerimin seni etkileyememesi neden?

Nedenleri bulmalıyız gün bitmeden.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 09. 02. 2025

*

Yukarıdaki metnin türü ne olabilir? yazar bu türün hakkını verebilmiş mi?

Bu metin, mektup, deneme veya serbest çağrışımlı edebi metin türlerine yakın duruyor. Ancak, duygu yoğunluğu ve doğrudan bir muhataba hitap etmesi nedeniyle en çok mektup türüne yakındır.

Yazar Bu Türün Hakkını Verebilmiş mi?

Evet, yazar mektup türünün hakkını verebilmiş. Bunu şu unsurlar destekliyor:

Samimi ve İçsel Anlatım:

Yazar, doğrudan bir muhataba hitap ediyor.

Duygularını içten bir şekilde ifade ediyor: "Yine sana yazıyorum. Zaten yazacak başka kimsem yok ki…"

Bu, mektubun samimi ve kişisel bir tür olduğu gerçeğiyle örtüşüyor.

Etkileyici ve Şiirsel Dil:

 Cümleler kısa ve etkileyici: "Yorganı çekebilsen kelimelerin üstünden."

Şiirsel bir ritim var:

"Nasıl yazsam ki gözaltına alsan beni? Nasıl yazsam ki tutuklasan beni?"

Bu, metni kuru bir anlatım olmaktan çıkarıp duygu yüklü bir edebi metne dönüştürüyor.

Gizem ve Çağrışım:

Kelimeler sadece duygusal değil, aynı zamanda toplumsal ve politik çağrışımlar da içeriyor (gözaltı, tutuklama, mahkûm etme gibi kelimeler).

Yazar, muhatabının (okuyucunun) düşünmesini ve nedenleri sorgulamasını istiyor.

Bu da metni sıradan bir mektuptan öte, sorgulatan bir edebi deneme havasına sokuyor.

Sonuç

Bu metin edebi mektup veya mektup biçiminde yazılmış deneme olarak değerlendirilebilir. Yazar, türün gerektirdiği duygu yoğunluğunu, samimiyeti ve etkileyici dili başarıyla kullanmış.

ChatGPT

*

Yukarıdaki metinde söz sanatlarından hangileri kullanılmış?

Bu metinde birden fazla söz sanatı kullanılmıştır. İşte belirgin olanlar ve nedenleri:

1. Teşhis (Kişileştirme)

"Perdeler çekilende kelimeler yorganın altına girer."

Burada kelimeler, bir insan gibi hareket ettirilmiş ve yorganın altına girme eylemiyle kişileştirilmiştir. Kelimelerin saklanması, insanın korkup saklanmasına benzetilerek anlatılmıştır.

2. İstiare (Eğretileme) – Kapalı İstiare

"Yorganı çekebilsen kelimelerin üstünden. O zaman belki sen de düşünürdün yeniden."

Burada "yorgan", gerçekte olmayan bir kavramı temsil ediyor. Kelimeler, bir örtünün altında gibi tasvir ediliyor ve muhatabın onları açması gerektiği söyleniyor. Bu, kapalı istiareye örnektir çünkü kelimeler doğrudan söylenmiş ama yorganın anlamı soyut bırakılmıştır (yani örtbas edilen, görünmeyen gerçekler gibi düşünülebilir).

3. İstifham (Soru Sanatı)

"Nasıl yazsam ki gözaltına alsan beni? Nasıl yazsam ki tutuklasan beni?"

Burada sorular, gerçek bir cevap arayışı içinde değil, daha çok etkili bir anlatım sağlamak için kullanılmış. Bu tarz sorulara edebiyatta istifham sanatı denir.

4. Tekrir (Tekrar Sanatı)

"Yine sana yazıyorum. Zaten yazacak başka kimsem yok ki…

Yine sana yazıyorum bu kuşluk vakti."

Burada "Yine sana yazıyorum" ifadesi iki kez tekrar edilerek vurgulanmış. Tekrir sanatı, duygu yoğunluğunu artırmak ve okuyucunun dikkatini çekmek için kullanılır.

5. Mübalağa (Abartma)

"O kadar tutkunum ki; düşünüyorum hep, nasıl yazsam ki ömür boyu mahkûm etsen beni gönlünde yatmaya."

Burada, "ömür boyu mahkûm olmak" ifadesi, sevginin gücünü anlatmak için abartılmış. Sevdiği kişinin gönlünde ömür boyu kalmak isteği, gerçek bir mahkûmiyetle karşılaştırılmış ve mecaz yoluyla abartılmıştır.

6. Tenasüp (Uygunluk – Anlamca Yakın Kelimeleri Kullanma)

"Gözaltına almakmış, tutuklamakmış, hatta mahkûm etmekmiş…"

Burada "gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet" gibi hukuk ve ceza ile ilgili kelimeler bir arada kullanılarak tenasüp sanatı yapılmış. Anlamca birbirine yakın kavramlar bir arada kullanılarak metinde bir bütünlük sağlanmış.

7. Kinaye (Gerçek Anlamı ve Mecazı Bir Arada Kullanma)

"Kelimelerimin seni etkileyememesi neden?"

Burada, kelimelerin etkisizliği, hem gerçek anlamda (karşı tarafın ilgisizliği) hem de mecaz anlamda (toplumun duyarsızlaşması) kullanılabilir. Bu çift anlamlı kullanım kinaye sanatına örnektir.

Sonuç

Bu metin, yoğun bir duygu yükü taşırken edebi sanatlarla zenginleştirilmiş. Özellikle kişileştirme, istiare, istifham, mübalağa ve kinaye gibi sanatlar metne derinlik kazandırıyor.

ChatGPT

*

Yukarıdaki metni yazanın ruh halini tahlil eder misiniz?

Bu metni yazanın ruh hali, yalnızlık, umutsuzluk, tutkulu bir bağlılık ve içsel bir sorgulama ile şekillenmiş derin bir duygusal karmaşayı yansıtıyor.

1. Yalnızlık ve Çaresizlik

Metnin başındaki "Zaten yazacak başka kimsem yok ki…" cümlesi, yazanın yalnızlık duygusunu en açık şekilde gösteriyor. Yazar, tüm dünyayla olan bağını koparmış, ya da en azından öyle hissediyor. Tek muhatabı, yazdığı kişi. Ancak bu kişiyle iletişimi de tek taraflı; onun cevap verip vermediği belirsiz. Bu, yazarı bir çıkmazın içine sürüklüyor ve yalnızlığını daha da derinleştiriyor.

2. Acelecilik ve Kaygı

"Acele ediyorum, karanlık düşmeden okuyabilmen için." cümlesi, yazanın zamana karşı bir yarış içinde olduğunu gösteriyor. Burada fiziksel bir karanlık ile ruhsal bir karanlık iç içe geçmiş olabilir. Belki de gece çöktüğünde sadece kelimelerin değil, kendi umutlarının da kaybolacağını düşünüyor. Bu yüzden, sözlerinin bir an önce muhatabına ulaşmasını istiyor.

3. Umutsuzluk ve İletişimsizlik

"Yorganı çekebilsen kelimelerin üstünden. O zaman belki sen de düşünürdün yeniden."

Bu cümle, yazanın muhatabının artık onu anlamadığına, hatta kelimelerinin bile önemsenmediğine inandığını gösteriyor. Yazar, karşısındaki kişinin bir tür duygusal veya zihinsel kapanış yaşadığını, söylediklerine kulak asmadığını düşünüyor. Bu yüzden onu kelimelerle uyandırmaya, harekete geçirmeye çalışıyor.

4. Derin Bir Tutku ve Teslimiyet Arzusu

Metnin en çarpıcı kısmı, yazanın kendisini tamamen muhatabına teslim etmek istemesi:

"Nasıl yazsam ki gözaltına alsan beni? Nasıl yazsam ki tutuklasan beni? O kadar tutkunum ki; düşünüyorum hep, nasıl yazsam ki ömür boyu mahkûm etsen beni gönlünde yatmaya."

Burada bir teslimiyet arzusu söz konusu. Yazar, adeta kendi özgürlüğünden vazgeçmeye razı. Ömür boyu sevdiğinin ya da muhatabının dünyasında mahkûm olmayı istiyor. Bu, sevginin sınırlarını aşan bir tutkunun, hatta bir bağımlılığın işareti olabilir. Ancak aynı zamanda, sevdiği kişinin ona verdiği ilgisizliği, kayıtsızlığı derinden hissettiğini de gösteriyor.

5. Umutsuzluk ve Kelimelerin Gücünü Kaybetmesi

"Göz altına almakmış, tutuklamakmış, hatta mahkûm etmekmiş… Artık sıradanlaşmış Türkiye’de kelimelerimin seni etkileyememesi neden?"

 Bu cümle, yalnızca bireysel bir umutsuzluğu değil, toplumsal bir kaygıyı da içeriyor. Yazar, kelimelerin eskisi kadar güçlü olmadığını düşünüyor. Bir zamanlar büyük anlamlar taşıyan kelimeler, artık bir etki yaratmıyor gibi geliyor ona. Bu hem bireysel bir hayal kırıklığını hem de genel bir anlamsızlık hissini ortaya koyuyor.

6. Sonuç: Bitmek Bilmeyen Bir Arayış ve Sorgulama

"Nedenleri bulmalıyız gün bitmeden."

Yazar, tüm bu yalnızlık, umutsuzluk ve sorgulamalarına rağmen, hâlâ bir şeyleri çözmeye çalışıyor. Bir cevap arayışında. Ancak bu arayışın bir çıkış yolu olup olmadığı belirsiz. Gün bitmeden nedenleri bulmak istiyor, fakat bu nedenlerin gerçekten bulunabilir olup olmadığı konusunda kararsız.

Genel Değerlendirme: Duygusal Yorgunluk ve Anlam Arayışı

Bu metni yazan kişi, derin bir duygusal yorgunluk içinde. Hem bireysel olarak sevdiği kişinin ilgisizliğinden, hem de genel olarak kelimelerin etkisini yitirdiği bir dünyada yaşamanın ağırlığından mustarip. İçinde bulunduğu durumdan çıkış yolu arıyor ama tam olarak nasıl bulacağını bilemiyor. Kelimelere tutunuyor, ama onların da etkisizleştiğini hissediyor.

Bu yüzden, ruh hali melankoli, umutsuzluk, tutku ve bir anlam arayışının birleşimi olarak özetlenebilir.

ChatGPT

*

Yukarıdaki mektup biçimindeki denemeyi yazan yazar hakkındaki genel kanaatiniz nedir? Yazarın potansiyeli nasıldır? Yazarın geleceği nasıl olabilir?

Bu metni yazan yazar hakkında genel kanaat oldukça olumlu. Şu özellikler, yazarın güçlü bir kaleme sahip olduğunu gösteriyor:

1. Duygu Yoğunluğu ve Etkileyici Anlatım

Yazar, okuyucuyu doğrudan içine çeken bir duygu atmosferi kurmuş. Kelimelerin arasına serpiştirdiği imgelerle (karanlık, yorgan, gözaltı, mahkûmiyet) okuru düşündürmeye itiyor. Duyguyu güçlü bir şekilde iletebilmek, iyi bir yazarın en temel özelliklerinden biridir.

2. Şiirsel ve Derinlikli Üslup

Cümleler arasında bir ritim var, kelimeler arasında bir akış hissediliyor. "Yorganı çekebilsen kelimelerin üstünden. O zaman belki sen de düşünürdün yeniden." gibi ifadeler, yazının düz bir metin olmaktan çıkıp edebi bir kimlik kazanmasını sağlıyor. Bu tür güçlü ve imgeli anlatımlar, yazarın iyi bir edebi potansiyeli olduğunu gösterir.

3. Fikir ve Anlam Katmanları

Metin sadece duygusal bir mektup değil; aynı zamanda toplumsal bir eleştiri ve sorgulama içeriyor. "Göz altına almakmış, tutuklamakmış, hatta mahkûm etmekmiş… Artık sıradanlaşmış Türkiye’de kelimelerimin seni etkileyememesi neden?" cümlesi, hem bireysel hem de toplumsal bir kaygıyı yansıtıyor. Böyle çok katmanlı anlatım yapabilmek, yazarın derin düşünme yetisine sahip olduğunu gösterir.

4. Potansiyeli ve Geleceği

Daha fazla yazarsa ve üzerinde çalışırsa, deneme, hikâye ve hatta roman türlerinde başarılı eserler verebilir.

Özgün anlatımını geliştirirse, kendine ait bir üslup oluşturabilir.

Daha fazla okunurluk kazanırsa, toplumun duygularına ve düşüncelerine hitap eden güçlü bir yazar olabilir.

Sonuç olarak, bu yazar edebi duyarlılığı, düşünsel derinliği ve etkileyici diliyle iyi bir potansiyele sahip. Yazmaya devam ederse, özellikle deneme ve mektup tarzındaki anlatılarda başarılı bir edebi kimlik kazanabilir.

ChatGPT

*



Yukarıdaki metne sadık kalarak bir şiir yazar mısınız?

Nedenleri Bulmalıyız

Yine sana yazıyorum,

kelimeler düşmeden geceye.

Güneş hâlâ uykuda,

acelem var, okuyabil diye.

 

Perdeler çekilince susar harfler,

yorgan altına saklanır cümleler.

Keşke sen de çekip alsan üstlerinden,

yeniden düşünsen birer birer.

 

Ben her an düşünüyorum,

nasıl yazsam da gözaltına alsan beni?

Nasıl döksem dizelere,

ömür boyu gönlünde yatabilmek için?

Ama artık kelimeler yetmiyor,

tutuklamak, mahkûm etmek, sıradan…

Sen etkilenmiyorsun bile,

bense hâlâ nedenleri arıyorum,

gün bitmeden,

gece çökmeden üstümüze.

Sabahattin Gencal, 06. 02. 2025

Böyleleştiren: ChatGPT

*

Yukarıdaki metne sadık kalarak bir öykü yazar mısınız?

Nedenleri Bulmalıyız

Şu anda yazıyorum… Sana, her zamanki gibi. Zaten yazacak başka kimsem yok ki.

Sabahın ilk ışıkları odama düşerken, kalemim kâğıdın üzerinde telaşla dolaşıyor. Acelem var, çünkü biliyorum ki perdeler kapandığında kelimeler de susacak. Ve sen, onları duymayacaksın.

Hep böyle olur. Güneş kaybolunca, harfler de saklanır. Yorganın altına girerler, korkuyla. O zaman acabalar başlar. Acaba anladın mı? Acaba hissettin mi? Acaba sen de düşündün mü?

Keşke yorganı çekip alsan üzerlerinden. O zaman çıplak kelimelerle yüzleşir, belki sen de yeniden düşünürdün.

 

Ben her an düşünüyorum. Nasıl yazsam da gözaltına alsan beni? Nasıl bir cümle kursam ki, beni tutuklasan? Hangi harfi öyle bir yerleştirsem ki, sonsuza kadar mahkûm etsen beni gönlünde?

Ama kelimeler artık Türkiye’de sıradanlaştı. Gözaltı, tutuklama, mahkûmiyet… Bunlar ne zaman bu kadar olağan oldu? Ne zaman bir cümle, bir insanın kaderini değiştiremez hale geldi?

Bilmiyorum. Ama bilmeliyiz. Nedenleri bulmalıyız. Gün bitmeden.

Sabahattin Gencal, 06. 02. 2025

Böyleleştiren: ChatGPT

*

Yukarıdaki metne sadık kalarak bir olayı kişi, yer, zaman bildirerek; tasvir ve tahliller de yaparak bir öykü yazar mısınız?

Nedenleri Bulmalıyız

Saat sabahın beşi… İstanbul’un karanlıktan yeni sıyrıldığı, sokağa usulca gün ışığının süzüldüğü o sessiz vakitlerden biri. Camın hemen yanında, elinde kalemiyle Ahmet, ahşap masanın başında oturuyor. Önündeki deftere eğilmiş, titrek bir mum ışığında yazıyor. Masanın kenarında yarısı içilmiş bir bardak çay, üzerinde hâlâ tüten ince bir buhar tabakası var.

Ahmet, yine ona yazıyor. Zaten başka kime yazabilir ki? Gün ağarmadan, satırlarını ona ulaştırmalı. Çünkü gece bastırınca her şey susuyor. Perdeler kapanınca kelimeler de kayboluyor. O karanlık, harfleri yorganın altına saklıyor, onları görünmez kılıyor.

Ama ya o, yorganı kaldırsaydı? Kelimelerin üzerindeki örtüyü çekip alsaydı, belki her şey değişirdi. Belki o da düşünürdü. Belki anlar, belki de geri dönerdi…

Ahmet’in kalemi hızlanıyor. Cümleler birbiri ardına dökülüyor kâğıda. “Nasıl yazsam ki gözaltına alsan beni?” diye fısıldıyor kendi kendine. “Nasıl yazsam ki tutuklasan beni?”

Evet, işin en zor kısmı da bu… Kelimelerin bir insana ne yapabileceğini biliyor Ahmet. Eskiden bir söz, bir harf bile insanları yerle bir etmeye yeterdi. Ama artık ne gözaltı, ne tutuklama, ne de mahkûmiyet kimseye garip geliyor. Her şey sıradanlaştı. O kadar sıradanlaştı ki, yazdıkları bile artık ona dokunmuyor.

Ahmet kalemi bırakıp gözlerini kapattı. Düşünceler bir girdap gibi beyninde dönüyor. Türkiye’de artık kelimelerin bile eskisi kadar etkisi yok. Peki neden? Bunu bulmalıydı, ama nasıl?

Gün doğarken, Ahmet’in içindeki soruların gölgesi büyümeye devam etti. Nedenleri bulmalıyız… Gün bitmeden.

Sabahattin Gencal, 06. 02. 2025

Böyleleştiren: ChatGPT

*

Yukarıdaki öykünün kahramanının ruh halini tahlil eder misiniz?

Ahmet’in ruh hali, derin bir hüzün, umutsuzluk ve sorgulayıcı bir ruh hâliyle yoğrulmuş. Öykü boyunca onun içinde bulunduğu psikolojik durum, yalnızlık, çaresizlik ve eskiye duyulan bir özlem ekseninde şekilleniyor.

 

1. Yalnızlık ve İçsel Çaresizlik

Ahmet’in “Zaten başka kime yazabilir ki?” düşüncesi, onun yalnızlığını en açık şekilde ortaya koyuyor. Yazdığı kişinin kim olduğu net değil; belki bir sevgili, belki bir dost, belki de bir toplum… Ancak ortada olan şey, onun iletişim kuracak başka kimsesinin olmaması. Bu, yalnızlığının bir sonucu olarak, iç dünyasına kapanmasına ve kelimelerle bağ kurmasına neden olmuş.

2. Umutsuzluk ve Belirsizlik

Ahmet’in yazma çabası, bir umut barındırıyor gibi görünse de aslında umutsuzlukla örülü. Çünkü yazdığı kelimelerin, muhatabı üzerinde artık bir etki bırakmadığını düşünüyor. Eskiden sözlerin güçlü olduğunu hatırlıyor, ama şimdi hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını fark ediyor. Bu farkındalık, onun ruh hâlinde bir kırılma yaratıyor.

3. Düşüncelerinin Çıkmazı ve Kaybolan Güç

Ahmet’in “Nasıl yazsam ki gözaltına alsan beni?” cümlesi, kelimelerin gücüne olan inancının sarsıldığını gösteriyor. Eskiden kelimelerle birilerini etkileyebileceğine inanırken, artık bunun mümkün olmadığını düşünüyor. Kelimelerin etkisini yitirdiği bir dünyada, yazmanın da anlamsızlaşması gibi bir çıkmaza giriyor.

4. Toplumsal ve Bireysel Sorgulamalar

Ahmet, sadece kişisel bir buhran yaşamıyor, aynı zamanda içinde bulunduğu toplumu da sorguluyor. “Türkiye’de artık kelimelerin bile eskisi kadar etkisi yok” ifadesi, onun bireysel sıkıntısının ötesinde, toplumsal bir dönüşümün de farkında olduğunu gösteriyor. Ancak bu dönüşümün nedenlerini tam olarak bilemiyor ve bunları bulmaya çalışıyor.

5. Sonuç: Karanlık Bir Zihinsel Döngü

Ahmet’in ruh hâli, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte değişmiyor. Aksine, düşüncelerinin gölgesi büyüyor. Güneş doğarken bile zihnindeki sorular artıyor, içindeki huzursuzluk bitmiyor. O, kelimelerin artık insanları değiştirmediği bir dünyada, nedenleri arayan bir adam olarak kalıyor.

Ahmet’in durumu, bir yazarın, bir düşünürün ya da bir aşığın zihinsel çıkmazlarını yansıtıyor. O, hem kendini hem de içinde yaşadığı dünyayı anlamaya çalışıyor ama kelimelerin artık eskisi gibi yankı bulmadığı gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalıyor.

ChatGPT

*

Aşağıdaki metni yazan Sabahattin Gencal 82 yaşındadır. Saçı döküldüğü için kafasını traş ettirmiştir. Sakalı ve bıyığı da yoktur. Siyah çerçeveli bir gözlük kullanmaktadır. Başı yuvarlakçadır. Cildi beyaz ve parlaktır. Eflatün Renkli Bir Gömleği Vardır. Bilgisayarının başındadır. Masası yazar masasına uygun olarak donatılmıştır. Kahve fincanı ve bardak da görülmektedir. Bu fiziki özellikleri dikkate alarak aşağıdaki metindeki ruhi özellikleri de taşıyan tablo değerinde bir resim yapabilir misiniz?