Gazete
muharrirlerine göre bir yazının haber değeri olup olmadığı nasıl anlaşıldığı konusunda
çok ilginç görüşler vardır. Bir görüş de benden olsun: Bir adam her gün evinden
dışarı çıkıyorsa bunun haber değeri yok ama her gün çıkamayıp yalnız haftada
bir çıkabiliyorsa bunun haber değeri vardır.
İnsanoğluna
bakınız. Benim evden dışarı çıkışımla ilgili yazımızın haber değeri olduğuna
gerekçe uyduruyoruz. Niçin böyleyiz bilemiyorum. Haber değeri var yok, bırakın
buna okuyucu karar versin. Yok efendim, okuyucuyu ta baştan yönlendirmeli, etki
altında bırakmalı.
Nedense
bizlerde hep böyle oluyor. Okuyucu da, __hadi oradan, deyip okumuyor.
Okumamak
çare mi? Değil tabii. Böyle yazılar oldu mu okuyucu öyle yorumlar yazmalı ki ders
olsun, ibret olsun.
Yorum
yazmak biz de adet değil. Bakın gazetelere. Tek tük yorumlar var. O da eline
sağlık, kalemine kuvvet vb. gibisinden.
__“Tamam,
meramını anlattın, son cümleni yaz.” diyorum kendime. Sonra?
__
“Olur mu? Bu sadece bir ısındırmaydı, asıl konuya yeni giriyoruz.
26.
11. 2025 Çarşamba
Oğlum
Ahmet’le yine gezdim hastanelerini İstanbul’un. Bu kez Siyamı Ersek ve Sultan
Abdülhamit Han hastanelerindeydik. Önceki yazılarımda Ümraniye, Çekmeköy, Sancaktepe’deki
hastanelerden söz etmiştim. Sağlık Bakanlığı talep ederse karşılaştırmalı
gözlemlerimi yazarım. Okuyucularımız zaten her şeyi ince ayrıntılarına kadar
biliyor. Onun için ben gördüklerimi değil gördüklerimin bende uyandırdığı
çağrışımları yazayım.
“Kendin
yaz kendin oku” faslına giriyorum şimdi. Çünkü biliyorum ki artık okuyucuların
sabrı taşmıştır ve okumayı bırakmıştır. Böylece benim de yüküm azalmıştır.
Böylece
kaldık mı hakiki okuyucularımla baş başa.
Efendim.
On gün kadar önce diş doktorundan söz etmiştim. Hasta ve hasta yakınlarıyla
iletişimi çok güzel. Oğluma diyor ki bu yaşta durum çok iyi. 4 çürük diş
çekilecek ama diğerleri sağlam. Buna bardağın dolu tarafından bakmak derler.
Milletçe boş tarafından bakar olduk. Diş çekimi için de kardiyoloji ve cildiyeden
onay raporu almak gerekiyormuş. İşte dün bunun için dün doktora gittik.
Sabah
0705’te evden çıktık. Şahinbey Durağına kadar yürüdük. Erken erken otobüste
yerimizi aldık. Ahmet, benim gözlem yapmaya birazcık meraklı olduğunu bildiği
için __Bunu da yazarsın, diyordu ikide bir. Sen yaz, diyordum ona. O da __Ben
ayarlayamam, dozunu kaçırırım, diye cevap veriyordu. Gerçekten, Ahmet çok güzel
yazıyor. Ama baltası biraz keskin. Benim baltam bile yok. Aramızdaki fark bu.
Yoldaki
trafiği bir görseniz, çevreyi bir görseniz. İstanbul’da yaşanmaz derdiniz.
Hastaneye gidinceye kadar İstanbul’u Kurtarma Planı geliştiriyorduk Ahmet’le.
Ciddi ciddi planlar yapıyor. Üstelik kendi planlarımıza inanıyorduk.
Bu
kez hastaneleri yeniden düzetmeyi düşündük uzun uzun.
Bazıları
der ya şaka bir yana. Ona da canım sıkılır ya yine de yazmış bulundum. Her şey
bir yana bizim sadece sağlık bakanlığımız değil bütün bakanlıkların yine bütün
devlet büyüklerimizin düşünmesi gerekir. Bütün insanlarımız hasta. Önemli olan
hastalanmamak için neler yapmak gerektiğidir.
Ben
sözü edilen raporları aldım. Yani kardiyolojiden ve cildiyeden pek iyi le
geçtim. Geçen hafta da dahiliye tahlillerin pek iyi olduğunu söylemiş miydim?
Hastane
bahçesinde tostumuzu yerken de biraz gözlem yaptım. Saat 11.00’de Kadıköy’e
indik.
Ahmet
fotoğraf çekmeye devam ediyor. Çekmeden önce kendimize çekidüzen verelim,
diyorum. O doğallıktan yana. Ayrıca kendimizden çok içinde bulunduğumuz mekâna
önem veriyor. Onun önem verdiklerini yazsam ooo Kadıköy tarihini yeniden yazmam
gerekirdi…
Meşhur
Haydarpaşa, Meşhur kelimesini yazmadan devam edelim: İskele, limandan
görüntüler. Ah o vapurlar. Vapurlar dursun. Limanda bir fotoğraf çekinelim. Ahmet
arşivine baktı. Bilmem kaç ay önce simit yerken çektirdiğim bir fotoğraf vardı,
tam da orada bir fotoğraf daha. Bu kez simit yok. Liman sahilindeki büfede çay
içmek var. Merkezde de İskender yemek. Dedik ki öğleleri İskender yemek için Kadıköy’e
gelelim. Daha sonra vaz geçtik. Otobüs dolaşa dolaşa tam iki saatte bizim
mekâna geldi. Ahmet, şehirler arası otobüs gibi, dedi. Sonra ekledi. Şehirler
arası otobüsler arada mola veriyor hiç olmazsa…
Kitapçıları
gezmemek olur muydu? Ben onların yalancısıyım. Kitap satışları iyi imiş. Oh oh.
Demek kitap okunuyor. Yani okunmayan sadece benim kitaplarım.
Desenize,
böyle yazarsanız sittin sene okunmaz kitapların.
Doğru
diyorsunuz. Ben de stil değiştirmeyi düşünüyordum. Aynı samimiyet, aynı
nezaketle fakat?
Aslında sadece fotoğraflar yeterdi, diyemeyeceğim. Kelimelerin yeri başka. Duydunuz mu? İnsan kelimeler le düşünürmüş.
Sabahattin
Gencal,
Çekmeköy-İstanbul, 27. 11. 2025










Hiç yorum yok:
Yorum Gönder