27.11.25

"Yine Gezdim Hastanelerini İstanbul'un"

 


Gazete muharrirlerine göre bir yazının haber değeri olup olmadığı nasıl anlaşıldığı konusunda çok ilginç görüşler vardır. Bir görüş de benden olsun: Bir adam her gün evinden dışarı çıkıyorsa bunun haber değeri yok ama her gün çıkamayıp yalnız haftada bir çıkabiliyorsa bunun haber değeri vardır.


İnsanoğluna bakınız. Benim evden dışarı çıkışımla ilgili yazımızın haber değeri olduğuna gerekçe uyduruyoruz. Niçin böyleyiz bilemiyorum. Haber değeri var yok, bırakın buna okuyucu karar versin. Yok efendim, okuyucuyu ta baştan yönlendirmeli, etki altında bırakmalı.

Nedense bizlerde hep böyle oluyor. Okuyucu da, __hadi oradan, deyip okumuyor.


Okumamak çare mi? Değil tabii. Böyle yazılar oldu mu okuyucu öyle yorumlar yazmalı ki ders olsun, ibret olsun.

Yorum yazmak biz de adet değil. Bakın gazetelere. Tek tük yorumlar var. O da eline sağlık, kalemine kuvvet vb. gibisinden.

__“Tamam, meramını anlattın, son cümleni yaz.” diyorum kendime. Sonra?

__ “Olur mu? Bu sadece bir ısındırmaydı, asıl konuya yeni giriyoruz.




26. 11. 2025 Çarşamba

Oğlum Ahmet’le yine gezdim hastanelerini İstanbul’un. Bu kez Siyamı Ersek ve Sultan Abdülhamit Han hastanelerindeydik. Önceki yazılarımda Ümraniye, Çekmeköy, Sancaktepe’deki hastanelerden söz etmiştim. Sağlık Bakanlığı talep ederse karşılaştırmalı gözlemlerimi yazarım. Okuyucularımız zaten her şeyi ince ayrıntılarına kadar biliyor. Onun için ben gördüklerimi değil gördüklerimin bende uyandırdığı çağrışımları yazayım.

“Kendin yaz kendin oku” faslına giriyorum şimdi. Çünkü biliyorum ki artık okuyucuların sabrı taşmıştır ve okumayı bırakmıştır. Böylece benim de yüküm azalmıştır.


Böylece kaldık mı hakiki okuyucularımla baş başa.

Efendim. On gün kadar önce diş doktorundan söz etmiştim. Hasta ve hasta yakınlarıyla iletişimi çok güzel. Oğluma diyor ki bu yaşta durum çok iyi. 4 çürük diş çekilecek ama diğerleri sağlam. Buna bardağın dolu tarafından bakmak derler. Milletçe boş tarafından bakar olduk. Diş çekimi için de kardiyoloji ve cildiyeden onay raporu almak gerekiyormuş. İşte dün bunun için dün doktora gittik.


Sabah 0705’te evden çıktık. Şahinbey Durağına kadar yürüdük. Erken erken otobüste yerimizi aldık. Ahmet, benim gözlem yapmaya birazcık meraklı olduğunu bildiği için __Bunu da yazarsın, diyordu ikide bir. Sen yaz, diyordum ona. O da __Ben ayarlayamam, dozunu kaçırırım, diye cevap veriyordu. Gerçekten, Ahmet çok güzel yazıyor. Ama baltası biraz keskin. Benim baltam bile yok. Aramızdaki fark bu.


Yoldaki trafiği bir görseniz, çevreyi bir görseniz. İstanbul’da yaşanmaz derdiniz. Hastaneye gidinceye kadar İstanbul’u Kurtarma Planı geliştiriyorduk Ahmet’le. Ciddi ciddi planlar yapıyor. Üstelik kendi planlarımıza inanıyorduk.

Bu kez hastaneleri yeniden düzetmeyi düşündük uzun uzun.

Bazıları der ya şaka bir yana. Ona da canım sıkılır ya yine de yazmış bulundum. Her şey bir yana bizim sadece sağlık bakanlığımız değil bütün bakanlıkların yine bütün devlet büyüklerimizin düşünmesi gerekir. Bütün insanlarımız hasta. Önemli olan hastalanmamak için neler yapmak gerektiğidir.

Ben sözü edilen raporları aldım. Yani kardiyolojiden ve cildiyeden pek iyi le geçtim. Geçen hafta da dahiliye tahlillerin pek iyi olduğunu söylemiş miydim?

Hastane bahçesinde tostumuzu yerken de biraz gözlem yaptım. Saat 11.00’de Kadıköy’e indik.


Ahmet fotoğraf çekmeye devam ediyor. Çekmeden önce kendimize çekidüzen verelim, diyorum. O doğallıktan yana. Ayrıca kendimizden çok içinde bulunduğumuz mekâna önem veriyor. Onun önem verdiklerini yazsam ooo Kadıköy tarihini yeniden yazmam gerekirdi…

Meşhur Haydarpaşa, Meşhur kelimesini yazmadan devam edelim: İskele, limandan görüntüler. Ah o vapurlar. Vapurlar dursun. Limanda bir fotoğraf çekinelim. Ahmet arşivine baktı. Bilmem kaç ay önce simit yerken çektirdiğim bir fotoğraf vardı, tam da orada bir fotoğraf daha. Bu kez simit yok. Liman sahilindeki büfede çay içmek var. Merkezde de İskender yemek. Dedik ki öğleleri İskender yemek için Kadıköy’e gelelim. Daha sonra vaz geçtik. Otobüs dolaşa dolaşa tam iki saatte bizim mekâna geldi. Ahmet, şehirler arası otobüs gibi, dedi. Sonra ekledi. Şehirler arası otobüsler arada mola veriyor hiç olmazsa…



Kitapçıları gezmemek olur muydu? Ben onların yalancısıyım. Kitap satışları iyi imiş. Oh oh. Demek kitap okunuyor. Yani okunmayan sadece benim kitaplarım.



Desenize, böyle yazarsanız sittin sene okunmaz kitapların.

Doğru diyorsunuz. Ben de stil değiştirmeyi düşünüyordum. Aynı samimiyet, aynı nezaketle fakat?


Aslında sadece fotoğraflar yeterdi, diyemeyeceğim. Kelimelerin yeri başka. Duydunuz mu? İnsan kelimeler le düşünürmüş.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 27. 11. 2025

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder