Altmışlarda Ortaokul Yılları
Bir vadinin müsaade ettiği; yükseltilerin eteklerinde
kurulan küçücük ilçemizde orta dereceli okul olarak tek bir ortaokulumuz vardı.
İlçe ve ilçeye bağlı köylerinin öğrencilerinin eğitime atılmak için açılan
kutlu kapıydı ortaokulumuz. Köy çocukları, en az iki, azami altı öğrenci ilçede
bir oda kiralayarak barınma sorununu çözerdik. Öğrencilerin birisinin ninesi ya
da annesi öğrencilerin yemek ve temizliğini yapardı. Cumartesi öğle paydosunda
genelde öğrenciler köylerine gider. Bir geceyi ailesiyle geçirip Pazar günü
öğleden sonra ilçeye yürüyerek dönerdi.
Çok sıkı disiplin altındaydık. Örneğin güneş battıktan
sonra öğrencilerin sokağa çıkması kesinlikle yasaktı. Okul kurallarından
istemeyerek azıcık da olsa sapmak hiç hoş karşılanmaz; suç işlendiğinde ise çeşitli
cezalar uygulanırdı. Şapkasız sokaklarda dolaşmak kesinlikte yasaktı. Bayrak
törenlerine şapkasız katılmak olanaklı değildi. Okulda sadece A şubelerinde
okuyan az sayıdaki kız arkadaşlarımızla üst üste iki söz söyleyemezdik. Kız
öğrenciler ilçede görevli memurların ya da bazı köy öğretmenlerinin kızlarıydı.
Bu kızların kıyafetleri çok şıktı. Çoğunluk köy çocukları lastik ayakkabı
giyerdik. Yamalı elbiseler, lastik ayakkabılarla kız arkadaşlara yaklaşacak
özgüven elde edinilmezdi elbet. Ayrıca köylerde yaşanan yoksulluğun
kişiliğimize yapışan utangaçlığı vardı üzerimizde.
Öğretmenlerimiz saygınlıkları, bilgi düzeyleri her
türlü övgünün üstündeydi. İlginçtir; okul idarecileri geceleri öğrencilerin
ders çalışıp çalışmadıklarını gözlemlemek adına odalarını ziyaret ederlerdi.
İlçede tek eğlencemiz öğleden sonra ders yapılmayan çarşamba günleri sinemaya
gitmekti. Elli kuruş denkleştirdikçe sinemanın müdavi olurduk.
İlkokulu sınıf birincisi olarak bitirmiştim. Ortaokula
kayıt yaptırırken babam, “ iftihara geçmeni beklerim” diyerek hedef
belirlemişti benim için. Öğrencilik yıllarımda bir şubede sadece notları en
yüksek iki öğrenci iftihara geçerdi. Babamı üzmedim. Orta bir ve ikide sene
ortası ve sene sonunda olmak üzere iftihara geçtim. İftihara geçince okul müdürü,
velimize yarım A 4 kâğıdına daktilo ile yazılmış öğrencinin başarısını öven bir
yazı gönderirdi zarfsız. Niçin zarfsız? Okulun olanakları çok kısıtlıydı.
İlkokul yıllarından itibaren kitap kurduydum dersem
abartı değil. İftihara geçmek için daha çok ders çalışmaya zaman ayırmalıydım.
Ders dışı kitaplardan uzak durdum. Yine de sınıf kitaplığından yararlanıp bazı
kitapları örneğin daha birinci sınıfta Ömer Seyfettin’in Bomba ve Yüksek
Ökçeler adlı öykülerini okuduğumu ansıyorum. Orta ikinin sene sonuna doğru
Murat Sert’ten efe romanları, Abdullah Ziya Kozanoğlu’ndan tarihi romanlar
okudum.
Orta üçe başladığımda romanların büyülü dünyasına yüz
metre koşucusu hızıyla daldım. Sınıf kitaplığında yirmiye yakın roman vardı.
Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü ’nü (!), Orhan Kemal’in El Kızı’nı sınıf
kitaplığından okudum. Reşat Nuri Güntekin’in romanları da vardı kitaplığımızda.
İnce Memed’ den aldığım tat hala ruhumda. Birçoğu Yeşilçam melodramlarına konu
olan Kerime Nadir, Esat Mahmut, Oğuz Özdeş romanlarının çoğusunu bir gece de
okuyup yenisine başladığım oluyordu.
İlçemizin doğu yamacı çam ve iğne yapraklı ağaçlarla
kaplıdır. Sonbaharda havaların açık olduğu günlerde okul paydosundan sonra
romanımı alır, ormanın derinliklerine açılırdım. Sararıp yerlere dökülmüş
yapraklardan bir minder oluşturup romanın bir kahramanıyla özdeşleşip olayları
bire bir yaşardım. Şubat başında başlayan birinci sömestrsiye kadar tam otuz
beş roman okumuştum. Çalıkuşu da okuduğum romanlar arasındaydı.
Orta üçe başlarken iftihara geçmeyi hedeflememiştim.
İftihara geçenler karne verilmeden önce cumartesi öğleyin her sınıfı şube şube
okul müdürü tarafından adları okunurdu. Adı okunan öğrenci sıraya geçmiş olan
arkadaşlarının önünden gururla yürüyerek müdürün yanına geçerdi. Dört kez iftihara
geçerek gururla yürümenin doyumuna ulaşmıştım. Bir de köyde iftihara geçenler
takdir görürdü. Köyümüzde benden başka arkadaşlar da vardı aynı başarıyı
gösteren.
Hedef kesin değilse varılmak istenen noktaya erişilmez
elbette. Orta üçe başlarken iftihara geçmeyi amaçlamamıştım. Hiç olmazsa
karneme kırık not getirmemenin telaşı sardı beni yarıyıl tahlili yaklaşırken.
Hala ansırım Fizik dersinden kırık not getirme durumu vardı. Öğretmenimle
görüşerek bir sözlü sınav istedim. Öğretmenim not defterine baktı olumlu cevap
verdi.
Bu anı öyküyü okuyanların şaşıracaklarına kaniyim
kesinlikle. Doğu Karadeniz Bölgesinde garip bir uygulama var; çok az sayıda da
olsa erkek çocukları küçük yaşta evlendirme… Bu uygulamanın en açık nedeni
üretim için fiziksel güce dayalı ailenin çalışanlarının sayısının azalmaması.
Altı çocuklu ailenin dördüncü çocuğuydum. Benden büyük ablalarım evlenip kendi
yuvalarını kurmuştu. Evde kalan büyük erkek çocuk bendim. Babamın bir sürü
koyunu vardı. Yaylacılık yapılan bölgemizde annem yaylada hayvanların sağımı
benzeri işler için köyde kalamazdı. Köyde, çapa, biçim işleri için çalışacak
insana gereksinim vardı. Altıncı çocuk kız kardeşim daha ilkokul çocuğuydu.
Babam düzenin bozulmasına hiç taraftar değildi.
Tüm bu nedenlerle ortaokul üçüncü sınıfta daha birinci
sömestrinin ortalarında nişanlandım ailenin isteğiyle. Daha çocuk yaşta
özgürlüğüm yok edildi! Romanlara büyük ilgimin artmasına istemsizce yaşadığım
bu durumun etkisinin olduğu da yadsınamaz.
Derken Şubat geldi, karneler verildi, iftihara
geçemedim. Kırık notum yoktu. Ailede alacağım tepkiyi tahmin ediyordum.
Köyümden yirmiye yakın arkadaş vardı karne alan. Karnelerinde kırık not olmayan
yoktu. Çoğunun ikişer, üçer kırık notu vardı. Hep birlikte köye giderken onlar
güle oynaya, şakalaşırken yol boyu ben ise üzgündüm.
Eve vardım. İlk soru iftiharla ilgiliydi! İftihara
geçemediğimi fakat kırık notumun olmadığını söyledim. Anne-baba şöyle tepki
verdi: “Köyde diyecekler ki, çocuğu nişanladılar onun için iftihara geçemedi…”
Elbette ben soramazdım, madem nişanlanmak başarımı düşürüyorsa niçin
düzeninizin bozulmamasını tercih edip benim geleceğimi etkilediniz!? Büyüklere
karşı söz söyleme hakkı kesinlikle yoktu bölgemizde hele de ailemizde.
Romanlardan nefret ettim. Aile içinde küçük düşmeme
sebep olmuşlardı. İkinci sömestri için sadece ders çalışıp iftihara geçmeyi
amaç edindim. Ve hiç roman okumadım. Yılsonunda ortaokul son sınıflar için
mayıs sonunda okullar tatile girer haziran ayı boyunca her dersten yazılı sınav
yapılırdı. Bu sınavda geçer not almak zorunluydu okuldan mezun olmak için.
Sınavlar benim için su içmek gibi geldi. Notlarım yüksekti. Fakat bu notlar
iftihara geçmeme yetmedi. İyi bir derece ile ortaokulu bitirdim. Anne ve
babamın yüzlerini
Orta dereceli bir okulu bitirmenin mutluluğu ve
özgüveniyle arkadaşlar yaz tatiline dönerken ilk gençlik duygularının coşkusu
gözlerinden okunuyordu. Özgürdüler. Aynı duyguları ben buruk yaşıyordum. Önümde
sınavlarına katıldığım yatılı okulların heyecanına evlenme gibi büyük bir yola
girmenin kaygısı da eklenmişti.
İbrahim YILMAZ, (Eğitimci, Yazar)
Merhabalar.
YanıtlaSilBen de 1960 ve devam eden yılların "eti senin, kemiği, benim "ortaokul öğrencisiydim. Biz de kasket giyerdik. Saçlarımız da 3 numaralı ZAZA tıraş makinesi ile kesilirdi.
Selam ve saygılarımla.