Bu aralar, taze taze yazı/yemek yapamadığımı arz etmiştim. Değerli okurlarımıza/konuklarımıza, Allah ne verdiyse, dolaptaki hazırlardan ikram edeceğiz. Bildiğiniz üzere bizim dolap öyle bir dolaptır ki orada hiçbir yemek bayatlamaz. Afiyet olsun.
OLAYLARI
İNCELERKEN
“DEĞİRMEN MİSALİ
DÖNER BAŞIM”
Olaylar olaylar… İlle de toplumsal
olaylar.
Toplumsal olayların nedenlerini, niçinlerini,
nasıllarını vb. anlayabiliyor muyuz? Anlamamız gerekir değil mi? Her şey
sebep-sonuç ilkesine göre olduğuna göre…
Sebep-Sonuç mu dedim? Sözümü geri alıyorum. Çünkü sonu
gelmez açıklamalara gücüm yetmez.
Biz, olaylar hakkında basit de olsa bir görüş edinelim
istiyoruz. Biz mi dedim. Evet, bu konuda benim gibi birçok kişinin de aynı
dileği paylaştığını tahmin ediyorum da…
Yine sözü dolaştırıyor, yine asıl konuya giremiyorum.
Bu alışkanlık bir bakıma iyi oluyor. Nasıl mı? Kimileri bıkar, ‘off’ der
okumayı bırakır. Bu da işimi kolaylaştırır. Okumaya bile sabır gösteremeyenlere
ben ne anlatabilirim, kim ne anlatabilir ki?
Toplumsal olayları incelemek başta toplum bilimciler
olmak üzere psikoloji, özellikle toplum psikolojisi, felsefe, mantık, din, dil,
tarih, coğrafya vb. alanlarda çalışanların; daha doğrusu bu konuda uzman
olanların işi.
Uzmanlarımız elbette görevlerini yapıyorlardır. Ancak
paylaştıklarına ulaşamıyorum. Paylaşmadıklarına ihtimal vermiyorum. Raflarda
kalan bilgilerin ne üretene ne de diğerlerine yararı vardır. Uzmanların
bilgilerine ulaşamadığım için bir sade yurttaş olarak toplumsal olayları nasıl
değerlendirebileceğimiz hususunda düşündüm birazcık.
Birazcık kelimesini de kullanmamalıydım. Öyle ya
ilerlemiş coğrafyalarda, dediklerine göre 10 saat okuyorsa insan, 10 saat de
düşünüyordur. Yani bu yazıyı on bir dakikada okuduğunuza göre en az on bir
dakika düşüneceksiniz demektir.
Olayların analiz edilmesi ve bilimsel çalışmaların
yürütülmesi konularında elbette yol ve yöntemler vardır. Sade bir yurttaş
olarak bunları bir kenara bırakalım şimdilik. Hatta günümüzdeki teknik
ilerlemeleri de konu edinmeyelim. (Beceremem çünkü…) Gidelim yarım asır
öncesine.
Siz hiç su değirmeni gördünüz mü?
Biri sabit, bir döner iki taş var. Bu düzeneğin
üzerinde koni biçiminde tahıl koyma yeri, ambarı diyelim. Ambarın ucundaki
oluktan tahıl, mısır diyelim. Evet, mısırlar tane tane üst taşın ortasından
düşer ve dönen taşın altında un olur...
Olayımızı da böyle un ufak etmemiz için su değirmeni
örneğini verdim. Başka türlü de anlatamazdım; çünkü uzmanlıkla ilgili
kavramları bilmiyorum. Şimdi benzetmemize dönelim: Ambar oluğundan çok mısır
düşerse öğütme olabilir mi? Hayır tabii. Onun için oluğun eğimini ayarlayıcı
bir düzenek var. Düzenek deyip geçiyorum. Oysa ben… Değirmene giderdim. Bütün
parçaların değil isimlerini, bütün işlevlerini de bilirdim. Neyse geçelim…
Mısırı koçanı ile taşın aralığına atsak mı? İşte o hiç
olmaz.
Konumuz su değirmenleri değil, sadede gelelim.
Asıl konumuz neydi? Toplumsal olayları analiz etmek.
Şimdi aklınıza son zamanlarda olan en büyük bir toplumsal olayı getirin. Büyük
ihtimalle Feto kısaltması ile anılan olayı hatırlamışsınızdır. Çünkü bu olay
basit bir kalkışma değildir. Bu olay sadece hükümeti devirme kastı ile yapılan
bir olay değildir. Bu olay devlete karşı yapılmıştır. Toplumu değiştirme,
dağıtma ve belki de devleti parçalama amacıyla yapılmış bir olaydır. Olayın
amacı neydi? Amacına ulaştı mı? Olay bitti mi, devamı var mı? Bütün bu akla
gelecek soruları ancak uzmanlar cevaplandırabilir. Bizim bu konularda cevap
vermemiz mümkün değil. Biz ancak böyle değirmen meğirmen, mısır koçanı falan
filan benzetmeleri üzerinde dururuz. Ama fazla da alçak gönüllülük yapmayalım
bu değirmen misali öyle yabana atılacak bir misal değil.
Tekrar soruları sormaya başlayalım:
Bir mısır koçanı düşünün. Bu koçanın, yalnız ucundaki
mısırlar değirmende öğütülecek. Eee, diğeri ne olacak. Anlatamadık galiba, dur
Feto örneğine dönelim. Yalnız şu tarihten sonraki durum ve olaylar üzerinde
durulacak. Peki, bu tarihi hangi uzmanlar belirledi. Mahkemelere böyle tarih
verilebilir mi? Böyle olunca durum aydınlanabilir mi?
Bazılarınızı sanki görüyorumdur. Eminim diyorsunuz ki;
bu konunun aydınlanabilmesi için sadece mısır koçanını değil mısır tarlasını da
ele almak gerekir. Tarlayı kimler belledi, kimler kazdı, kimler gübreledi?
Kimler tohum ekti, kimler kihân etti? Kimler kimler…
Biz olayları niye analiz etmek isteriz. Sebep sonuç
ilişkilerini öğrenmek, kötü sonuçları bertaraf etmek, bir daha aynı akıbete
uğramamak için çözümler üretmek vb. için tabii.
Anladığım kadarıyla Feto’yu esaslı biçimde incelemeyi
konu edinemeyeceğiz. Sizler de edinemeyeceksiniz. Onun için bu örneğin geçin;
ama bu değirmen misalini unutmayın. Bir şey daha unutmayın:
İki taşın arasında tahıl olmadan taş dönerse ne olur.
İki taş birbirini ezer. Yani ateşlenir beyin, yıpranır beyin. Bu ateşlenme
konusunu uyduruyor değilim. Bizzat boş dönen değirmen taşını gördüm. Aradan bir
cızırtıyla öyle ateş çıkardı ki…
Ben, hiç kimseye değil kendime sitem ediyorum.
Şahsımda öğretmenlere sitem ediyorum, tabii aydınlara da. Değil olayları
incelemeyi birazcık düşünmeyi de öğrenemedik, öğretemedik.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun Sitemi ile bitirelim
yazımızı. Ne alâka demeyelim. İsteyen müzik keyfi yaşasın isteyen yar
kelimesinin yerine vatan, millet veya istediği kelimeleri koysun.
Sitem
Önde zeytin
ağaçları arkasında yar
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin
ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim
Yar yoluna
dökülmedik dilleri neyleyim
Yar yar... Seni
kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali
döner başım
Sevda değil bu
bir hışım
Gel gör beni
darmadağın
Tel tel çözülüp
kalmışım
Yar yar...
Canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde
sitem var
Erol Evgin & Ceylan Ertem - Sitem (Official Audio)
Benim
gibi olmamanız, açık deyişle darmadağın ve teltel çözülüp kalmamanız
dileğiyle...
Çekmeköy-İstanbul, 15. 01. 2019
Gencal, Sabahattin, Hayatım’dan Sonra, Cinius Yayınları, İstanbul, 2020.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder