31.10.24

Erdoğan Teke / Beşeri İnsan Yapan Değerlerdir

 

 


BEŞERİ İNSAN YAPAN DEĞERLERDİR 


 

İnsan olma hali, sadece biyolojik bir varlık olmaktan çok daha fazlasını ifade eder. "İnsan olmak", kendimizi ve çevremizi anlama, anlamlandırma sürecinin bir sonucudur. Bu süreçte insan, kendi benliğini, duygularını ve düşüncelerini sorgular. Aynı zamanda sosyal bir varlık olarak toplumsal ilişkiler ve değerlerle de iç içedir.

İnsanın "insanlık" deneyimi, kişisel ve toplumsal boyutlarıyla derin bir anlam taşıyabilir. Kişisel olarak insan olmak, içsel bir arayış, kendini anlama ve geliştirme çabasıdır. Bu, duygusal zekâyı, empatiyi ve ahlaki değerleri geliştirmeyi içerir. İnsan, yalnızca kendi ihtiyaçlarını değil, başkalarının ihtiyaçlarını da gözeterek, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır.

Toplumsal açıdan ise insanlık, bir arada yaşama, dayanışma ve karşılıklı saygı anlayışını içerir. İnsanlar arasındaki ilişkiler, medeniyetin temel taşlarını oluşturur. Sosyal normlar, etik kurallar ve kültürel değerler insanlığın ortak paydalarını oluşturur ve toplumsal düzenin sürdürülmesine katkıda bulunur. Ancak insan olmak, sadece toplumsal normlara uymakla sınırlı değildir. Aynı zamanda bireysel özgürlüğü, yaratıcı düşünmeyi ve kişisel sorumluluğu da kapsar. Her birey, kendi içsel dünyasını keşfetme ve bu dünyayı çevresiyle paylaşma yolunda sürekli bir çaba içindedir. Bu süreçte, bireyler kendi değerlerini oluşturur, dünya görüşlerini geliştirir ve topluma katkıda bulunur.

Felsefe bilimine göre insan, düşünen bir varlık olarak görülmektedir. İnsan her şeyden önce bir canlı organizmasıdır. Bir insan, diğer canlılardan ayıran şey insanın evrim süresi boyunca dilini değiştirmesi, konuşmaya başlaması, dünyayı kavrayabilmesi ve bu nedenle kavramsal düşünmesidir. İnsan doğar, büyür, öğrenir, bilge noktasına gelir, öğretir ve ölür. İnsan bütün hayatı boyunca bir şeyler öğrenme çabasında olur. İnsan öğrendiğine inanan ve onu uygulayan, kendini nasıl rahat hissederse öyle yaşayan bir organizmadır. İnsan bir bilgiyi öğrendiği zaman onu kendine yorumlayarak ona inanmaktadır.

Daha önce yayınlanmış olan otobiyografi kitabımdan bir alıntı:

60’lı, 70’lı ve 80’lı yıllarda yaşadığım İsviçre’de, bir şehirden ikamet eden birinin başka bir şehirde ev satın almak veya ev kiralama durumunda, şehrin yerel yönetimi ve polisin oluşturdukları büroya müracaat ediliyordu.  Doldurulması için bir form veriliyor. Formda ailenin kaç kişi olduğu, çocuk sayısı, yaşları ve cinsiyetleri, ailenin otomobili olup olmaması, vs, vs, cevaplandırılması isteniyor. Sekiz gün içinde olumlu veya olumsuz aileye yanıt veriliyor,

Peki, bu sorular neden sorulur?

1. Şehire yeni gelecek ailenin çocukları için okuyacakları sınıfta boş yer var mı? Zira her sınıf 15 kişi ile sınırlandırılmış.

2. Aile kaç kişi olduğunun sorulması, mahalle bakkalına yeterince ekmeğin gelmesi ile ilgili.

3. Otomobilin sorulması evin özel araç park yerinin olup olmaması ile ilgili. Rast gele yere park yapmak yasaktır.

4. Çocukların yaşları ve cinsiyetlerinin sorulması, çocuklar erkek ve kız çocuğu ise kardeşte olsalar aynı odayı paylaşmaları yasaktır.

İnsanlık adaletle, vicdanla, merhametle, iyi ahlakla desteklendiğinde daha kıymetlidir.

Bir insan, diğer canlılardan ayıran şey insanın evrim süresi boyunca dilini değiştirmesi, konuşmaya başlaması, dünyayı kavrayabilmesi ve bu nedenle kavramsal düşünmesidir. İnsan doğar, büyür, öğrenir, bilge noktasına gelir, öğretir ve ölür.

İnsan bütün hayatı boyunca bir şeyler öğrenme çabasında olur. Öğrendiğine inanan ve onu uygulayan, kendini nasıl rahat hissederse öyle yaşayan bir organizmadır. Bir bilgiyi öğrendiği zaman onu kendine yorumlayarak ona inanmaktadır.

Kur'an -ı Kerim’e göre insan: Allah’ın bizzat kendi eliyle yaratarak ruhundan nefhettiği maddi ve manevi organ ve cihazlarını düzgün ve dengeli bir şekilde düzenleyerek en güzel sureti verdiği en değerli ve en şerefli mahlûkudur.

Bütün kâinatın yüce yaratıcısı diyor ki:

Kulum ben sana düşünme gücü verdim.

Sana sevme gücü verdim.

Sana seçme gücü verdim.

Sana gülme gücü verdim.

Sana hayal gücü verdim.

Sana yaratma gücü verdim.

Sana plan yapma gücü verdim.

Sana konuşma gücü verdim.

Sana dua etme gücü verdim.

Ve sen benim en büyük mucizemsin.

İnsanlık, insanların içinde bulundukları durumlardan türemiş, fedakârlığın temel Ahlaki değerleri ile ilişkili bir erdemdir.

İnsanlık merhamettir insanı insan yapan vicdanıdır, insan olmak ve insana benzemek farklı şeylerdir insanlığın manevi niteliklerine gelince Engin gönüllülük, doğruluk, dürüstlük, iyilik severlik, paylaşımcılık, yardım severlik adaletlilik, doğru sözlülük, içtenlikle temiz yüreklilik nitelikler söz konusudur.

Dr. İlhami Pektaş'ın dediği gibi insan olarak kalabilmek için;

Nefreti değil sevmeyi

Ağlamayı değil gülmeyi.

Yok etmeyi değil yaratmayı,

Savaşı değil, barışı

Ölmeyi değil yaşamayı seçmeliyiz.

İnsan olma halı kâğıt üstünde kalmasından uygulaması daha değerlidir.

İşte, yaşanılanlardan bir örnek:

1973 yılında İsviçre’den Türkiye'ye yıllık iznimizi kullanmak üzere arabamızla yola çıktık. İzin dönüşü Belgrat - Zagreb arasında bir benzin istasyonunun park alanında mola verdik. Park alanında Almanya plakalı bir araç, aracın etrafında Türk aile, yanlarına gittim, selamlaştık. Adamın aracı arıza yapmış. Gelen tamirci ustasının çıkardığı masraf listesini yüksek bulmuş. Üzerinde yeterli kadar para olmaması vatandaşımızın canını sıkmış çaresizlik içinde düşünüyordu,

 Cep telefonu ve kredi kartının olmadığı yıllardı. İzin sonu geri dönüşlerde genelde kimsenin yanında fazla para olmazdı. Buna rağmen vatandaşımıza yardımcı olmaya çalışıyorduk. Bu esnada park alanına bir araç geldi ve hemen yanımıza park etti. Bizim konuşmalarımızı duyunca yanımıza geldi. Adam İzmit'te faaliyet gösteren yabancı menşeli bir lastik fabrikasında görev yapan Alman mühendis. 41 Kocaeli plakalı aracı ile memleketi Almanya’ya gidiyordu. Güzel bir Türkçeyle bunları bize anlattı:

Vatandaşımıza hitaben, bu kadar uzun yola çıkıyorsun yanında yeteri kadar para olması gerekmez mi? Vatandaşımız, haklısınız lakin arabamın bakımını yaptırmıştım, yakıt parası ve cep harçlığı kadar para ile Allah büyüktür diyerek yola çıktık, doğrusu bu arızayı beklemiyordum, dedi. Alman mühendis gülmeye başladı. Kendisine neden gülüyorsun sordum, bakın benim Türkiye’de iş arkadaşlarım, komşularım var hepsi de aynı şeyi söylüyorlar tamam "Gott İst gross" Allah büyüktür ama senin de tedbirli olman lazım. Alman vatandaşımızın araç plakasını işaret ederek, oo bizim şehirde ikamet ediyorsun, çalıştığı firmayı öğrendikten sonra doğruca işi yapacak ustanın yanına gitti. Yapılacak masrafı öğrendi ve bizim vatandaşımıza gerekli parayı verdi. Bu arada bizim vatandaşımız adını soyadını; iş ve ev telefon numaralarını; kendisine verilen paranın miktarını bir kâğıda yazıp verdi. Bu iyilik seven adam Almanya'da görüşmek üzere diyerek ayrıldı oradan. Hiç tanımadığı bir insana böyle bir yardım yapmak insan olmanın, insan gibi davranmanın bir örneğidir.

Sonuç olarak, insanlık ve insan olmak kavramları, hem kişisel hem de toplumsal düzeyde karmaşık ve çok boyutlu bir deneyim sunar.

Kendi içsel dünyamızla, başkalarının dünyalarıyla ve toplumsal yapılarla kurduğumuz ilişkiler, insan olmanın anlamını derinleştirir. İnsan olmanın özündeki temel değerler, bizi birbirimize yakınlaştırır ve ortak bir yaşamı mümkün kılar.

Erdoğan TEKE,

Çekmeköy-İstanbul, 24. 09. 2024

                     

Erdoğan Teke

 

 

    ERDOĞAN TEKE

 


1943’te Trabzon/Maçka’da doğdu.

       1955’te Maçka’ya bağlı Bakımlı Köyü İlkokulu’ndan mezun oldu.

1958’de İstanbul’a geldi.

1963’te askere gitti.

1967’de İsviçre’ye gitti.

1971’de Zurih “Berufscle” Meslek Okulu’ndan mezun oldu.

1975’te İsviçre Futbol Hakem Kursu’nu bitirdi.

1980 – 1982 yılları arasında Winterthur Türk Gücü Dernek Başkanlığı görevini yürüttü.

1991’de Doğaner A.Ş.’ni kurdu.

1992’de futbol hakemliğini bıraktı.

2002’de Doğaner A.Ş.’ni tasfiye etti.

(...)


     Basılı Eserleri

1. Ben Erdoğan Teke     (Otobiyografi)


2. (Kolektif)Düşünce Enerjisi Boşa Akmasın


3. Yarım Kalan Mutluluklar(Roman)

 




 






YAŞAM İLKELERİM

 

1. Şükretmesini bilmek

2. İnanmak

3. Kimsenin işinde ve malında gözü olmamak

4. Saygı duymak

5. İnsanları sevmek

6. Doğruluktan ayrılmamak

7. Milliyetçi olmak

8. Kişisel menfaatleri değil toplumsal  menfaatleri ön planda tutmak

9. Vefalı olmak

 

                                ERDOĞAN TEKE




30.10.24

Makbule Abalı / Farkındalıklarımız- Hayata Anlam Kazandırmak...

 



Yaşamak bir nevi "farkındalık" değil midir? Çevremizin, insanların, canlıların, çiçeklerin, ağaçların, hayvanların farkında olmak. Onların da varlığına duyarlı olmak, tepkilerini yok saymamak. Acılarını, ağıtlarını duyabilmek, kulak vermek, gözlemek, gönül vermek...

 Bazen yanı başımızdaki güzelliklerin farkında olmayız: Bir tomurcuk açarken, bir fidan boy verirken, bir yağmur damlası düşerken değişimin farkında olmak. İyinin-kötünün, doğrunun-yanlışın, güzelin-çirkinin bilincine varmak. Estetik bir sanat eserinin ya da zevksiz bir görüntünün ayrımında olabilmek...

 Bakmak-görmek-dikkat etmek-farkında olmak... Ruhsal yapımıza göre bir gün fark ettiğimizi bir başka gün fark etmeyebiliriz. Bir gün bir anda dikkatimizi çeken bir şey, bir başka zamanda hiç de ilgi alanımıza girmeyebilir. Algılarımızda seçici davranırız, bize "anlamlı" geleni algılarız; Çocuk bekleyen bir anne adayı çocuk arabalarını gözleriyle tarayabilir. Düğünü olacak bir genç kız, vitrinlerdeki gelinliklerden gözlerini alamaz. Bazen bizim fark ettiğimiz bir şey, bir başka arkadaşımızın hiç de gözüne çarpmaz.

 "Yol boyundaki erikler, şeftaliler çiçek açtı mı?" diye sorarsanız; "Hiç dikkat etmedim ki farkında bile değilim." diyebilir karşınızdaki kişi. Her gün yanından geçmiş ama binaların arasından boy veren o güzellikleri önemsememiştir bile.

  Bir hastalık sonrası birkaç kilo veren, görüntüsü değişen arkadaşımızın bu durumunu fark etmemek ona üzücü gelebilir. Ev dekorasyonunda güzel değişiklikler yapmış bir komşunuzun evinde bu değişimleri görmemeniz, ona kendisini önemsemediğiniz anlamına gelebilir. Farkı fark etmenizi bekliyordur.

 Yıllarca öğretmenlik yaptıysanız "emekli" olduğunuzda bile, çalan zillere kulağınız hep aşinadır. Hastanede zor günler yaşadıysanız ya da bir hastanız varsa, her ambulans sireni içinizi titretir. Bir şarkı sizi duygulandırırken bir başkasına hiçbir anlam ifade etmeyebilir. Duygulu bir insansanız, içten yapılan her davranış yüzünüzde güller açtırır. Karanlık bir gecede kaç kişi başını gökyüzüne çevirip ışıldayan yıldızları fark eder ya da önemser? Yüksek sesle, bağırarak yapılan bir konuşma neden kimilerini hiç rahatsız etmez ama bazılarına da çok itici, huzursuz edici gelir.

 Nezaketi, saygıyı özleyen bir insan, çevresindeki kavganın farkında olurken nasıl da rahatsız olur. Oysa bu durumu kanıksamış bir insan belki kavganın farkında bile olmaz. Televizyon ekranında bile olsa, yerde sürüklenerek götürülen bir genç, duyarlı bir insanın nasıl da içini acıtır.

 


Farkındalıklarımız bizi biz yapan etkenler değil midir aslında? Farkında olmamız gerekirken farkında olamadığımız öyle çok şey var ki yaşantımızda. Bazen de bir ses ve görüntü bombardımanına uğruyoruz. Duymak istemediğimiz sesleri duyuyor, görmek istemediğimiz görüntüleri görüyor, algılıyoruz. Zihinlerimiz yorgun düşüyor.

 Hayat akıp giderken, saatler, dakikalar, saniyeler hızla tükenirken farkında oluşumuz kişilere, kişiliklere, zamana, duruma göre değişiyor. Hayatın farkında olmak belki pür dikkat olmak değil. Ama her konuda duygularımızı, mantığımızı dengeleyerek; çevremizi, dünyamızı gören gözlerle, sağlam bir yürekle, düşünebilen bir beyinle, gördüklerini algılayabilen bir zihinle izlemeyi bilebilmek... Yolda bastonuyla yürümeye çalışan yaşlı bir insana yardımcı olup karşıya geçirmek kaçımızın aklından geçer? Bir parkta 1 m. ileride çöp kutusu varken yere atılmış sigara izmaritleri kaç kişiyi rahatsız eder?

 Farkında oluşumuz ne kadar artarsa, çevremize uyumumuz ya da olumsuzluklara tepkimiz o denli isabetli oluyor. Çevremizde olup bitenlerin farkında değilsek, ülke ve dünya gündeminden haberdar değilsek yaşamın ne anlamı olur?

 

                      Makbule ABALI- Eğitimci


 

 

 

 

                                                               

Makbule Abalı

 

Makbule Abalı (Eğitimci)

URLA- İZMİR- TÜRKİYE


                                                       

                 Pedagog-Emekli Rehber Öğretmen, 

           şair ve yazar

                                                Eserleri:   

                                                                                   https://ucunkuslar.blogspot.com/2014/10/anlar-m-anilar-m-geriye-kalan.html

                                                     Blogları

                                                       

                                                                 

 UÇUN KUŞLAR 
https://ucunkuslar.blogspot.com/


      İlgi Alanları:  İNSAN'a dair her şey... Okumak, yazmak, doğa, kültür, sanat, felsefe, psikoloji, pedagoji, çocuklar, yaşlılar, sosyal yardım çalışmaları, kuşlar, ağaçlar, çiçekler, şiir...                                   


 

29.10.24

Kazım Memiç / İnsan Olma Hakkı mı ! - Hele Dur Biraz- 2

 


         

İNSAN OLMA HAKKI MI!

HELE DUR BİRAZ

-II-

       

                                                                                    

Fildişi kuleden ülkeye yön verenlerin güneşi gölgelemeleri yıllar yılı bir açmazın içine soktu ülkeyi. Kendimize özgüyü ararken başkalarının attıklarını “ yeni “ diye sundular bize. Olmazlardan olur çıkarmak için oyaladılar da uzaklara bakamadık. Cumhuriyet kılavuzlarının ışıklarını yadsımak için tüm cambazlıkları yaptılar ve hala yapıyorlar. Bizler, yürüyoruz sandık. Oysa gittiğimiz masallardaki bir arpa boyu yol. Hala cehaletten medet umuyorlar ve bir uçurum üstünden aşağılara bakarak bize sörf yaptırdıklarına inandırmaya çalışıyorlar.

Eloğlu mercimek çapında bir maddenin içine bin saatlik müzik sığdırıyor; uzay çalışmaları bir yana her gün yaptıklarıyla dudaklarımızı uçuklatıyor. Biz masallarda ay programı muştuluyoruz, aya merdiven kuracağız... Daha bir araba bile yapmadan. Eğitimi uçan halıya yüklediğimiz için mi?

Nereden bakarsak bakalım sisli havada kalmayı çıkar sayanlar var. Oysa biz Anadolu gibi bir cennette yaşıyoruz. Körler memleketinde mi yaşıyoruz? Hani, ilkel zamanlarda yeni koloni kurmak isteyenler önce kahine gider, bu kez nerede bir koloni kuralım diye sorarlarmış ya . Cenevizliler mi ne, sormuşlar kahine. Aldıkları yanıt:

Körler memleketinin karşısına kurun!“ Başlarlar aramaya. Marmara’dan boğaza geldiklerinde Anadolu yakasında (Kadıköy çevresi) yerleşenleri bulurlar. Çevreyi inceleyince, karşıda Haliç’i, altın boynuz gibi içeri giren bu güzelliğe bayılırlar. Derlerki, “ Kahinin dediği Körler memleketi burası olsa gerek. Buradakiler, dünya güzeli karşılarında dururken gelip bu yakaya yerleşmezler.” Ve İstanbul kolonisini kurarlar.

Biz bin yıldır yurt edindiğimiz Anadolu’yu tanıyor, alt ve üst değerlerini Eğitim Bilimi içine alıyor muyuz? Neden madenlerimizi başkalarına yağmalattırıyor da dağlarımızın ormanlardan yoksun, çıplak kalmasını izlettiriyoruz! İnsanız biz de ondan mı?

En değerli cevherler bizde, “Bor, uranyum, toryum, perlit“ gibi madenlerin %70 üstü rezerv bizde. Maden yasasını incelemek iç sızlatmıyor mu? Biz çok mu akıllıyız da peşkeş çekiyoruz! Bunları bırakalım. Bizim insanlarımız çok mu refah içinde de, “ Ekonomik zorda olan bir çok dünya ülkesine yardım ediyor, Papa’ya bile 5 (beş) milyon dolar hediye bırakıyoruz !?

Anadolu gibi bir ülkemiz var. Biz, istesek bu coğrafyada insanımıza altın çağı yaşatırız. Basit bir önlem Her şey insanımız için demeliyiz. Bunu dersek, her birey önce ulusunu düşünür, sonra kendilerini ulusuna adayanlar olur. Mutluluğu Ulusun mutluluğunda arayanlar olunca sütümüz de olur, yoğurdumuz da.

Burada yine eğitime dönmek zorundayım. Eğitimsizlik köle eder. Halkını köle görmek isteyenler cehaleti yeğlerler. Oysa kurtuluş , “ düşüncenin egemenliğindedir.” Dününen eleştirir, eleştiren yenilere yol alır.

Önce, yurttaşlarının egemenliği için Eğitim alınmalıdır ve bunun yolu da Atatürk’ün şu sözünde kilitlidir; anahtarı da bilimdir

Çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin hududu ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce, Türkiye’nin geleceğine, kendi benliğine ve ulusal geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla savaşma gereği öğretilmelidir. “ Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

Eğitim yozlaşınca toplum karışır, sevginin yerini bencillik alır, başkalarının sömürüsüne kapı aralanır ve gençler kurtuluşu başka diyarlarda aramaya başlar.

DEVLET, EĞİTİMİ ÖZELE TESLİM EDEMEZ.” Eğitim Devletin sorumluğundadır; her çocuğa eşit koşullar hazırlar. Şeyhlere, şıhlara, cemaat ve tarikatlara teslim edemez.

Özgün ve özgür insan olmak için, önce düşüncede var olmak, yaratılışta verilen aklı olumlu algıya çevirebilme yetisini geliştirmek de vardır. Düşünme yetisi bir eğitim işidir. Gelişen dünya eleştirel bir eğitimle geleceği kurarken, bizi yönlendirmek isteyenler, eğitimden Felsefe - Mantık derslerini kaldırırlarken, Matematik gibi yaşam gerçeğini de seçmeli ders yaparak bilime de gülünç oluyorlar.

Düşüncenin bittiği yerde kaba kuvvet başlar “diyor Bernart Shaw. Albert Einstein de “Eğitim, doğruları öğretmek değil; aklı eğitmektir ,” demiyor mu? Atatürk, “ Bir gün benim söylediklerim bilime ters düşerse siz BİLİMİ tercih edin“ sözünü insan olma yolunda alanlara bir ışık olarak not düşer! Biz, insan olduğumuz için mi “ Akli eğitim yerine, Nakli eğitim”i dayatıyoruz!

İnsan olmanın temelinde temiz ahlak vardır. Bunun içinde dürüst üretim, temiz ve adil paylaşım vardır. Japon eğitimi ilk yıl ahlak kuralları ile toplum yaşamında uyumlu olmayı önceller. Biz ise soyut kavramlarla çocuklarımızı bunalımlar içine sürüklemenin taşlarını döşeriz, ki aklını kullanmasın, söylenenlere itaat etsin! Bu eğitimle çağı yakalamak, Bilime katkı sunmak olası mı?

Türkiye Cumhuriyeti, yurttaşlarının çağdaş bir ulus bireyi olmaları için eğitimde geliştirdiği, KÖY ENSTİTÜSÜ ile aydınlığa koşarken, ideolojik sapmalar uğruna bir takım erklilerin bu özgün Okulları kapatmaları bizi soran, soruşturan; eleştirel bakışla daha ileri bir toplum yararına insanlar olmamız için midir!

İnsan olabilmek için ölçülü olmanın bilincine varmak gerekir. Giyinişinden davranışına değin, salt kendi için değil, toplumu için de bir onur kaynağı olması gerek. Karşımda paspal bir insan görmeyi istemem örneğin. İnsan sokağa çıkmadan kendine çeki -düzen vermeli. Toplumda yaşadığını unutmamalıdır. Ortak değerler başarıya götürür. Bencillik şeytani bir sonuç yaratır ki, öyle olanlar insanlıktan da uzaklaştırır; yalnızlıklarını değerli bulurlar kör avunma için!

İnsan olmak, ateş çemberi içinde bir gül bahçesi yaratmaktır. Yetmez, o bahçede konuklarına kendi elleriyle hazırladığı sunumları verirken gözlerinin İçini de gülümsetmektir


——————(22.9.2024 — Kazım Memiç)

1    2


28.10.24

Kazım Memiç / İnsan olma Hakkı mı !-Hele Dur Biraz- 1

 

         

İNSAN OLMA HAKKI MI!

HELE DUR BİRAZ

       

 

 Sevgiye sevdalanan insanların özlemiyle uyanıyorum. Güneşin ilk ışıklarıyla diri, istekli; sevecen bakıyorum çevreye. Esinti sabah serinliğinde okşuyor. Akasya kokuları baygın ıhlamur kokusuyla karışıyor. Gökyüzüne bakıyorum mavinin mavisi. Hiç ses yok. Her yanım ilk günkü gibi. “ Of be mutluyum!

Böyle başlamak isterdim. Çevremde yaşamın alımlı olmasını isterdim. Hayvanların da özgür olmasını, insanların hırstan, kinden, bencillikten uzak olmalarını isterdim.

Gel gör ki mutluluğum saman alevi gibi kayboluyor birden. Bir köpek yavrusunun canlı canlı preslenmesi çöp kamyonunda insanlığımdan utandırıyor beni. Zehirlemek yetmiyormuş gibi ölümünü beklemeden preslemek! Ya kediyi ağaca asıp sopayla öldürenler; utku mu bu?

Bir yol ortasında araçlar hurdası. Adını “canavar” koymuşuz. Kanlar içinde canlar. Pırasa gibi insan, sırayla dizilmiş pürüm pürçek... Bakmaya dayanamıyorum, kapatıyorum televizyonu. Kapatmak iç ürkümü alıp götürmüyor; eziliyorum.

Ormanlarımız cayırtılar içinde kül oluyor, topraklarımız sular - seller içinde akıp gidiyor yitik mekanlara doğru. Biz dere yataklarında sellerin sürüklediği binaları seyrediyoruz. Bazen de içinde uykuda yakalanıyoruz azgın sellere. Bunun sorumsunu da başkalarında arıyoruz hep. “İnsanız biz !”

Gece yarısı bir bankanın kuytu kapısı önünde yaşlı bir kişi varı -yoğu olan çantasına başını koymuş, yırtık şemsiyesini de üstüne tavan ederek uyuklamaya çalışıyor. Bankada hesabı mı var! Vadeli vadesiz mevduat peşinde mi? Sabah emekli maaşını almak için geceden sıraya mı girmiş! Borsadan gelecek artılara mı teşne? Adam kıvrılmış, hafiften horluyor. En azından yaşadığını anlıyorum. Rüzgar şemsiyesini yana kaydırmış. Düzeltiyorum. Gözümden iki damla yaşla yürüyorum. “ İnsanız biz!

Eğitim mi!  Onu çökerteli, yöneticiler mutlu. “Bize cahil halk lazım, okumuşlar soru soruyorlar. Cahili yönetmek kolay” dememişler miydi? Cumhuriyet ilkelerini eğitimden kaldırırken “Dindar ve kindar insan yetiştirmeyi” hedefleyen bir akrep çemberini çocuklarımızı layık görmemişler miydi?

İstedikleri gençliği bir ölçüde yarattılar. Kimi zoraki okuttuğunuz İmam-Hatiplerde ateistler artarken, kimileri çocuk yaşta son model araçlarla caddelerde, bulvarlarda boy gösteriyor. Saygıdan, sevgiden uzak.

Kimi gençler de ellerinde çifte diplomalarla iş ararken mutsuzluğa kapılarak yurt dışına kapak atmak için vatanından kopmak istiyor. “ Üniversite açmak mı, gençleri eğittikten sonra onlara iş alanı yaratmak mı?” Soran gençlik zorluyor. Hak aramayı da suç haline getirmek, cahil toplum isteyenlerin marifetleri değil mi?

Eğitimini çağın gereklerine göre uygulayamayanlar, dünya ile yarıştan kopan toplum yaratırlar. En büyük yatırım payını eğitime ayırmayanlar, düşünmekten, düşüncesini söyleyenlerden korkanlar varlıklarını da sürdüremezler. Üniversite bitiren gençlerimizin %25’i iş aramaktan yorgun ve umutsuz düştüler. Sorumlu kimler, gençler mi sorumlu! Sıyrılamazsınız.

Kahvehanelerin önünden geçiyorum, bi uğultu. Kütüphanelerin önünden geçiyorum; tertemiz camlar, pırıl pırıl masalar. Rafların kıpırdamayışı, sandalyelerin boşluğu ürkütüyor beni. Binanın içi bomboş güzellik! Sessizce kapı açılmıyor, kapamıyor. Bu boşluğu yaratan eğitim düzenini getirenler övünüyorlar mı? İnsanız biz öyle mi?

Köy Enstitüsü denemesinde, dünya klasiklerini tanıyan öğretmenler yurda aydınlık saçmışlardı. Her biri köylerine hem bilimi, hem sanatı ve hem de çağdaş yaşamı götürmemişler miydi? Neden yok ettik biz bu ışığı? İnsanız biz de ondan mı? Kimlerdi aydınlanma tayfının katilleri! Denmeyecek mi günün birinde ,” suçlu ayağa kalk?”

Öğrenci neden okumaz, Öğretmen neden okumaz, memur neden okumaz, hakim- savcı yönetici neden okumaz? “İnsanız biz de onda mı !?”

Sizler Atatürk’ün adını ağzınıza almayınız. O, savaş alanları dahil “ 57 yıllık ömründe 3997 kitap okudu. Bütün bunları yaparken yoktan bir ülke kurdu. Unutulmuş bir Milleti ayağa kaldırdı ve dünyayı da eylemleriyle hayran bıraktı. Kurduğu Cumhuriyet, mazlum milletlere örnek olarak emperyalizmin önüne bilinçli bir set oluşturdu.

Devamı yarın

               (22. 9. 2024 — Kazım Memiç)


1         2


Elvan Turan

 


                                             

Elvan Turan

Trabzon’da ailenin ikinci çocuğu olarak dünyaya geldim.

İlkokul, ortaokul ve lise eğitimimi Mersin’de tamamladıktan sonra, Mersin Üniversitesi’nde Endüstriyel Elektronik okudum. Bu alandaki stajımı da tamamlayarak lisans eğitimimi bitirdim.

İş hayatında birkaç farklı sektörde deneyim kazandıktan sonra Mersin Belediyesi’nde bir buçuk yıl zabıta memuru olarak çalıştım.

Daha sonra, çok sevdiğim yeğenlerimle daha yakından ilgilenmek için yaklaşık on yıl Ankara’da yaşadım. Onlara bir öğretmen şefkatiyle yaklaştım, parklarda ve bahçelerde vakit geçirmelerini sağladım.

Doğaya ve denize sadece bakmakla kalmayıp onları temiz tutmayı önemseyen; çocukluğumdan beri bisiklet rüzgârının sunduğu özgürlüğe tutkuyla bağlı; resim, fotoğraf ve kelimelerle hayatı yakalamaya çalışan biriyim.

Küçük bir bahçeye bakıp meyvelerini toplarken, dallar arasında dolaşan, ağaç ev hayalleri kuran bir çocuk ruhuyla, bu sanal dünyada nefes almaya devam ediyorum.

Babamı kaybettikten sonra hâlâ annemle birlikte Mersin’de yaşamaktayım.

Elvan Turan, Mersin, 27. 10. 2024

 






24.10.24

Elvan Turan / Muazzam Bir Hayal, Nar Gibi

 

MUAZZAM BİR HAYAL, NAR GİBİ

Bir sabah uyandık, derin nefes alıp huzurla perdeyi açarak "Ah, ne muazzam bir hayat!" diyerek dışarıya baktık. Ne hatırlıyoruz, nasıl kaybettiklerimizi yutkunup düşündükçe gözlerimi dolduran ifadeyi silmek için ya yazmayı ya unutmayı yeğledik.

Yazmak deyince ucu bucağı görünmeyen bir yol açılır. İçimizden dışarı kapılardan geçilir. Öyleyse yol boyu yapalım sizinle. Seçeneklerimiz bir taraf yemyeşil tonlarıyla cezb içinde, bizi kokularıyla mest eden, kendine çeken çam, çınar, meşe ve daha niceleri kendi sınırları belli yalnız, insan eli sınırsızlıklara değmedikçe.

İnsanın hakkı hep var olagelen öncelik nedense, kendini tek canlı zanneden. Peki ya o yolun diğer tarafı yok. Sınırsızlık, teknolojik, kelime oyunlarıyla yarış ya da savaş. Hayatta gereksiz bir yarış. Yarış neydi? İnsan ne? Hepsi belli oldu.

İnsan nar kabuğu, insanlık kabuğun altındaki zarla korunmuş iç. İç olmadan insan hiç. Nasıl çürük nardan hiçbir şey olmaz, öyle ya içi boş teneke misali katlanılmaz. Yeni yüzyılın bize gösterdiği her şey televizyon. Bazen kurgu olduklarını unuttuklarım oluyor, bir bakıyorsunuz içindekiler insanlıktan nasibini almamış diyoruz. Bu yüzden oyunları izledim, gerçekleri izledim.

Bu yarışı güzel kılan anlarda oldu. Bir türlü içinde tam ruhuyla olamadığımız olimpiyat yarışından söz ediyorum. O oyunlardaki başarı durumundan bahsetmiyorum. O oyunlarda judo paralimpikte rakibimiz maç bitti yere düştü. Sporcumuz rakibin başından ayrılmadı, doktor istedi. Bence başarı insanlıktan gelmişti benim gönlümde, gözümde. Engel tanımayanlar (diyorum onlara) ın bu sahnede yer alışı beni çok duygulandırdı. İnsanın içinde olacak dedirttiği anın içindeydik. Ben, bu insanlığı içinden gelen kalp gözüyle bakanın mücadelesinde gördüm. Ondan önce gördümse de genç, küçüktüm; algılayamadım belki. Belli terbiye ile büyürken başkalarının gözüyle de gördük dünyayı. Kâh, kiminin rengârenk zamanında baş tacı ettiği, şimdilerde eskiyen koltuklar gibi çöplüğün yanına bıraktığı; kâh, kiminin çöpte ve yanında ne varsa topladığı bir düzenin adı insanlık. Etikete, tüketime, dürüstçe söylemek gerekirse, kötücül bir görünmezlikle bıçakla sırtımızdan vurup olay yerinden kaçıyorlar. Ama işte burada insan olabilme hakkını bence tam da burada kaybediyoruz.

Aslında her şey kapı açıldığında değil, kapandığında ortaya çıkar. İçindekiler için, gerçekten onu da tam bilemeyeceğiz. Kağıt kaleme inceden kapıyı kapatıp küsse hiçbir dert anlaşılmaz. İşte o yazma isteğimiz bundan. Gördüklerimiz, algıladıklarımız gibi midir? İstediğimiz, bildiğimiz gibi gelmiyorsa yola mı yoksa insana mı güvenmeyiz? Misal çoğaltılabilir. Eski huzurun kokusuna, dokusuna gerçek hissini anlamadığımız bir hayat geçip gidiyor. Yavaş yavaş sanırken hızlandığını, telefonlar insanı kovalanıyormuş gibi telaşa kaptırıyor.

Durunca zaman da ya da durulunca ruhum, bize olan, kalan insan olma halinin ve hakkını elimizle kaçırdığımız. Arkasından gözyaşıyla yazılan eski ayrılık mektupları gibi anladığım. Bu cümleyi yazışım için o kadar çok yanıyor. Değiştirememek daha çok yakıyor. Herkes kendine yakışanı mı yapıyor?

Gerçekten kulakla işitip televizyondan seyrettiklerimiz, savaşlardan, yaslandığımız ağaçlar, yangınlar ve canlılar... Daha niceleri bitmez. Yenice içimizde hepsinin acısı bitti mi, bitmedi? Mevsimden midir nedir? Hazanın hakkını verir gibi, aklımdan geçen Alman şair Wilhelm Müller'in kaleme aldığı Avusturyalı besteci Franz Schubert'in "Kış Yolculuğu" adlı eserinin içeriğinde kendi içinde bile zorluğu barındırmıyor mu? Öğrenince siz de bana hak vereceksiniz.

Şairin sevgilisi, başka birine âşık olduğunu fark edince dramatik bir yolculuğu anlatıyor. Aşkı kaybetmiş ve yalnızlık içinde yaşayan yolcu bu acı gerçeği öğrendikten sonra köyünü, sevdiklerini geride bırakıyor. Kendi varoluşunun ve yaşamın anlamını sorguluyor. Peki ya bizim yolculuğumuz... Muazzam bir hayal bu.

Dünya senin için ne kadar zaman daha döner bilmiyorum. Son saniyene kadar süreni insan olma hakkını elinde tutarak kullan. Burada "Yeşil Yol" filmindeki replik dönüyor zihnimde: "Yoruldum patron. İnsanların insanlara saldırmasından, çocukların ömrünün kelebekten az olmasından, adaletin bozguna uğradığı dünyada yaşamaktan yoruldum."

Bu yüzden söylenecek daha çok söz olmasına rağmen, yazının devamını getiremeyişim bundan.

                                                   Elvan TURAN

                                                    20 Eylül 2024


 

Kitap Kapağı Seçme Anketi Sonuçlandı

 


"İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI" adlı kitabın kapağı sizce hangisi olsun?

Dikkat: Toplam 10 (on) adet kapak çalışması vardır. Lütfen karar vermekte acele etmeyiniz.

Anket Süresi Sonu: 22 Ekim 2024

    
"İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI" adlı kitabın kapağı sizce hangisi olsun? 



 Ankete katılma oranı: %14.8 olmuştur. Elbette ki bu çok düşündürücüdür. Bu oran düşüklüğü genel anketlerde de böyle midir, yoksa bu anket mi böyle olmuştur?

Yukarıda görüldüğü gibi 8. seçenek birinci olmuştur. Yani editörlerimiz, "Bu kitap basılmaya değerdir." raporunu verirlerse kitabın kapak resmi hazır demektir.

ZORLA GÜZELLİK OLAMAYACAĞINI BİLENLERDEN OLMAMIZA RAĞMEN UMUDUNU HİÇ KAYBETMEYENLERDENİZ. TEKNOLOJİ NE KADAR İLERLERSE İLERLESİN KİTAP DEĞERİNİ KAYBETMECEYECEKTİR. (SABAHATTİN GENCAL)



8. seçenek