28.9.24

S. Gencal / “İnsan Olma ve İnsan Olarak Kalma Hakkı” Adlı Kitabın Doğmadan Önceki Serüveni- I

               


 “İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI” 

ADLI KİTABIN

DOĞMADAN ÖNCEKİ SERÜVENİ

-I-

Bismillahirrahmanirrahim / “Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla.”

Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor:         “Besmele ile  (Bismillahirrahmanirrahim ile) başlamayan her anlamlı iş, bereketsiz ve sonuçsuzdur.”

Özür dilemekle başlayan bir yazının bereketi ve sonucu nasıl olur acaba?

Siz düşüne dururken bu konudaki kanaatimi açıklayayım:

Özürle başlayan yazının değeri genel olarak düşer. Bu nasıl olur, bir cümle, bir kelime?.. Üzülerek belirtelim ki böyle. İnsan psikoloji bu...

Bu durumu tecrübe ile de bildiğim halde, okurlarımızdan özür dilerim.

Grubumuzu az çok tanıyorum. Sizin, özür dilememin nedenini anlayacağınızı; böylece yazdıklarımızın değerinin düşmesi şöyle dursun aksine artacağını düşünüyorum. Daha doğrusu öyle umut ediyorum.

Haydi, hep beraber; anlayacağız, özümseyeceğiz, uygulayacağız ve biz de paylaşacağız umudu ve kararlılığı ile başlayalım.

“Güneş altında söylenmedik söz, yazılmadık yazı yoktur.” veya “Sözlerin en yenisini söyledim diyen en eskisini söylemiştir.” sözlerini birileri, düşünerek mi, düşünmeyerek mi nasılsa söylemiş ve çoklarını da inandırmış.

Tabii, biz yukarıdaki sözleri uygun bulmuyoruz. Sizlerin de uygun bulmadığınızı düşünüyorum... Ama gel gör ki, hay aksi şeytan! Zaman zaman ben de sanki o sözlere inananlardan oldum, oluyorum da... Örneğin bir söz yazıyorum; bir müddet sonra bir yerde okuyorum;  aaa sözümü biri aynen kullandı. Bu yasaya aykırı. Sen misin yasa masa diyen. Bir araştırıyorsun ki o biri dediğin kişi milattan önce bilmem kaçıncı yüzyılda bu sözü söylemiş. Aaaa, seni seni, demek ki... İnanın böyle. Ben de o birinin sözünü almış gibi dipnotta yazıyorum. Dikkat etmişseniz önceki yazılarım hep tırnak işaretleriyle ve dipnotlarla dolu. Şimdilerde bu durum azaldı. Çünkü okuduklarımı kafamda kudalla / mikserle / blenderle karıştırmışlar sanki öylesine çorba olmuş. Eee, ne olmuş yani?  Daha ne olacak? Söylediklerim hep başkalarındanmış. Tabii, bazıları da herhalde bizden... Sadece ben mi böyleyim? Bakın ne diyorlar? “Bizi biz yapan yaşadıklarımız ve okuduklarımızdır.”

“Sadede gel.” mi dedi biri? Hay, çok yaşayasın. Doğru ya, kaptırdık kendimizi. Nerdeyse “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına” diye başlayacaktım. Evet. Böyle uzatmak hiç doğru değil. Hele de günümüz okuyucularına. Ancak sözüm meclisten dışarı. Biliyorum ki bizim grup üyeleri böyle yazılardan bile çok şeyler alabilir. Ama yine de testileri taşırmadan konuya gelelim.

Sahi konumuz neydi? Yani günlerdir anons ettiğimiz, hatta hakkında mektup bile yazdığımız asıl sorun, asıl amaç neydi?

Sorduğuma bakmayın. Bilmez olur muyum? Sizleri ısındırmak için böyle bir giriş yapmış oldum. Bildiğiniz üzere ben öğretmenin. Dersin %5’lik zamanında böyle bir ısındırma zaman kaybı değil,  aksine... Sporcular da böyle yapmıyor mu? Oyuna ısınmadan girerseniz, Allah (cc) göstermesin sakatlanırsınız. Okuma için de böyle diyebiliriz. Bir kere okumaya sevdiğiniz bir oyuna başlar gibi başlayacaksınız. Şimdilik bu kadarını bilin yeter. (Valla, yine öğretmencilik oynadım. Özür dilerim. İkide bir özür dilemek zorunda kalmamı yaşlılığıma verin. Malum 28 Eylülde 81 yaşını tamamlıyorum / tamamladım.)

İnsan ister istemez topluma uyuyor. İşte birkaç örnek: Ben gazeteleri internetten okuyorum. İlginç bir başlık var. Tıklıyorum. İlgisi olmayan konular. Herhalde bir sonraki yazıdır, her halde bir sonraki yazıdır vb. illallah... Televizyonlarda da  -az sonra, bazı yazılarda devamı... Aaa yeter be! Dersiniz. Bir zaman sonra kınadığınız gibi olursunuz. Bakın 81yaşındaki adam bile böyle oldu, siz siz olun böyle olmayın. Peki, böyle olmamak için ne yapmanız gerektiğini sormayacak mısınız? “Bir adam beraber bulunduğu beş kişi nasılsa öyledir.” İşte onun için arkadaşlarınızı seçerken çok ama çok dikkatli olacaksınız. Kendinize uygun arkadaş mı bulamadınız? O zaman hicret edeceksiniz. (Gerçek diyorum. Bu söz İstanbul gibi kalabalık şehirleri tenhalaştırmak için söylenmiş değil.)

Biz galiba İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI adlı kitabın oluşumundan söz edecektik.

Şöyle yapalım. Çok önemli işi olanlar, daha sonra okumak üzere ayrılabilirler. Diğerleri ile devam ederiz.

                                                              Devamı var

          ı               3         4  

                     



25.9.24

Duyuru

 


Her yazar, en azından
bir deniz feneri gibi olmalıdır.
(Sabahattin Gencal)


Değerli Arkadaşlarım,

 

Yazmak psikolojik bir ihtiyaçtır. Yazılanları paylaşmak da insani bir görevdir.

Okumak beynin gıdasıdır. Okunanları özümseyip uygulamak da insani gelişmenin belirtisidir.

Yorum yapmak, kişisel görüş ve düşünceleri belirtmektir. Yazarı övmek ya da yermek değil.

Okumayan, yazmayan ve yorum yapamayan bireylerin kişilik kazanmaları zordur.

Kişilikli bireyler olarak yetişmemiz, insan olabilmemizi ya da insan olarak kalabilmemizi kolaylaştırır.

İnsan düşünen yani yaratıcı düşünceler üretebilen ve bunları paylaşabilen eşref-i mahlûktur.

İnsanın üstünlüğünü belirtmek için ne yazılsa azdır; önemli olan insanın yükselişinin devam etmesidir.

İşte bunun için;

Hepimiz karınca kararınca SAGEN YAZARLAR GRUBU SAYFAMIZIN bir deniz feneri gibi olmasını sağlamaya başlayacağız.

Hiçbir kişiyi veya kurum ve kuruluşu zerrece incitmeden görüş ve düşüncelerimizi hiçbir etki altında kalmadan istediğimiz kategoride, istediğimiz konuda, istediğimiz uzunlukta yazacağız. Tabii sosyal medyada çok görülen slogan, atasözü ve vecizeler gibi yayınlara yer vermeyeceğiz. Çünkü bu gruptakilerin her biri, kendilerine özgü özellikleri olan yazarlardır. Bu yazarlar her boyuttaki yazıları okuyabilirler.

28 Eylülden itibaren yazılarımızı paylaşabiliriz. (Onanmayan yazılar geri gönderilmeyecektir.)

Kolektif olarak oluşturmaya çalıştığımız İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI adlı kitap için yazı hazırlayanların yazıları SALI, PERŞEMBE VE CUMARTESİ yayımlanacaktır. Diğer günlerde konu kısıtlaması olmayan yazılara yer verilecektir.

Bu arada sözü edilen kitap için yazanlar da serbest olarak diğer yazdıklarını da gönderebileceklerdir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor:

“Allah’ın en sevdiği amel, az da olsa devamlı olanıdır“ [Buhârî, İmân 32; Müslim, Misâfirîn 221] Bu hadisten hareketle, şimdiye kadar başaramadığımız devamlılığı inşallah başarırız. 

“Ben yazmasam da, okumasam da ve yorum yapmasam da olur; nasılsa bazı arkadaşlarımız...” demeyelim. Geri kalmamızın nedenlerinden biri, az da olsa böylesi düşünceler olabilir.

Hoşça kalın.

Çalışma bizden, Tevfik Allah’tan (cc)

Sabahattin GENCAL,

Çekmeköy-İstanbul, 25. 09. 2024


 

 

21.9.24

Umutlarımız Yeşerecek

 



Sagen Yazarlar Grubunun oluşturmaya çalıştığı İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI adlı kitap için birbirlerinden güzel, birbirlerinden farklı ve yine birbirlerinden etkili yazılar gelmeye başladı. İnanın, okudukça umutlarım yeniden yeşermeye başladı.

İşte bir arkadaşımızın yazısından bir paragraf:

İnsan nar kabuğu, insanlık kabuğun altındaki zarla korunmuş iç. İç olmadan insan hiç. Nasıl çürük nardan hiçbir şey olmaz, öyle ya içi boş teneke misali katlanılmaz. Yeni yüzyılın bize gösterdiği her şey televizyon. Bazen kurgu olduklarını unuttuklarım oluyor, bir bakıyorsunuz içindekiler insanlıktan nasibini almamış diyoruz. Bu yüzden oyunları izledim, gerçekleri izledim. (E.T.)

Değerli Arkadaşlarım,

Eylülde sayfalarımızı sözünü ettiğimiz kitaba girmeye aday yazılara açacağımızı belirtmiştik. Pekiştirerek tekrarlıyoruz: 28 Eylülde sayfalarımızı umutları yeşertmeye de açıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, her şeye rağmen umutsuzluğa kapılmamak gerektiğini biliyoruz. Buna rağmen zaman zaman umutsuzluk belirtileri olsa bile endişelenmeyiniz. Umutları yeşertecek çok şeyler var dünyamızda ve içimizde. Yeter ki arayalım. Aramayan bulamaz.

Bu yazıyı bir reklam yazısı değil bir hatırlatma yazısı olarak kabul ediniz lütfen. Evet, 28 Eylüle kadar yazılarınızı bekliyoruz.  Bu arada gönderme zorluğu çeken arkadaşlar için –e mail adresimi yazıyorum:

Sabahattin1943@hotmail.com

İyi günler dileğiyle selâm ve saygılar + sevgiler

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 21. 09. 2024


 

 

11.9.24

Eli Kalem Tutanları Sayfamıza Davet Ediyoruz

 

 


 “1 EYLÜL Dünya Barış Gününüz Kutlu Olsun” başlıklı yazımda, okuyanlar hatırlayacaktır: “Sagen Yazarlar Grubu Sayfası, inşallah 28 Eylülde açılıyor. Yine sessiz sedasız, yine törensiz, yine haması nutuklar atılmadan, algı yaratmadan, yönlendirmeden, suçlamadan, aşağılaştırmadan, kutuplaştırmadan vb. açılıyor.” dedik.

Sağ olsun bir deneyimli ve kültürlü ağabeyimiz yazdığı yorumda şöyle diyor: “Algı yaratmadan bir sonuca yönelinmez ki”

İşte bu yoruma verdiğimiz cevap:

“Değerli Ağabeyimiz ve arkadaşımız, Bizim çabamız Hac yolundaki karınca gibi, yine Hz. İbrahim'in ateşini söndürmek için ağzında su taşıyan serçe gibidir. Ancak sizler açık deyişle tüm arkadaşlar uygun görürse birlik olabiliriz. Hatta bir kampanya açarak kurallarımıza uyan eli kalem tutanları sayfamıza çağırabiliriz. Bu olabilir veya olamaz. Ancak olursa dosdoğru bir algı yaratabilir ve doğruya, iyiye, güzele vb erdemlere yönelebiliriz. Bu düşüncemizi bir yazıyla gruba sunacağım. Hatta uygun gördüklerinizi sayfamıza davet ediniz, diyeceğim... Hayırlı olur inşallah. İyi günler dileğiyle saygılar ve sevgiler...”

Değerli Arkadaşlarım,

Bu yorumu yazdıktan sonra da az düşünmedim. “Algı” kavramı üzerinde çalıştım. Diyeceksiniz ki; “Siz ki eski İlköğretmen Okulu mezunusunuz. Algıyı bilmez misiniz ki yeniden gözden geçiriyorsunuz. Ancak, itiraf etmeliyiz ki tüm çabalarımıza karşı bu toplumdaki bireylerde ALGI FİLTRESİ oluşturamadık. Daha doğrusu böylesi bir çabaya girenler bir şekilde engellendi.

Özetle toplum zaman zaman algı bombardımanlarına uğradı. Tabii yanlış algı bombardımanlarından söz ediyorum. Öyle oldu ki psikolojik, felsefi vb. akademik bir kavram olan algı kavramı gizli savaş, hipnoz, zehir vb. kavramları hatırlatır oldu.

“Algı yönetimi Amerikan ordusu tarafından geliştirilmiş bir yöntemdir. Algı yönetiminin hedefi insanların, devlet ve toplulukların algılarını belli bir yöne kanalize etmektir. Amaç eldeki bilgi ve duygular vasıtasıyla kitlelerin duyularını ya değiştirmek ya da var olan durumu olduğundan farklı göstermektir.”

“Askeri operasyonlar ve psikolojik harpler için kullanılan bu yöntem işe yarayınca halkla ilişkilerin, siyasetin ve her türlü markanın önemli bir iş kolu haline geldi. Tıpkı 2. dünya savaşındaki SS propaganda subayları gibi insanların algılarını değiştirmek, istenen alana kanalize etmek için firmalar ve siyasi partiler çalışmaya başladılar.”

(https://unsman.com/algi-yonetimi-nedir#:~:text=Alg%C4%B1%20y%C3%B6netimi%20Amerikan.)

Uzatmama gerek yok. ABD Yeşil Kuşak Projesini, BOP ‘U, Feto’yu hatırlayın. SS propaganda yöntemlerini hatırlayın. Büyük reklam harcamalarını hatırlayın...

Diyeceğim toplumumuz evet, bu aziz milletimiz algı operasyonlarında feleğini şaşırmıştır. İşte bunun için, kendi çalışmalarımız için her zaman karınca kadarınca tabirini kullanır oldum. Ama keşke kendimize güvenimiz olsa da zamanında bir aydınlatma uğraşına girmiş olsaydım. Gerçi HEEY projemiz (2011) çok iyi projeydi ama bugün için artık yetersiz kalır.

Bir de, derleyip düzenleyerek sunduğumuz Fâtiha Sûresi Tefsiri adlı çalışmamızda ‘2016, Gonca yayınevi) yazdıklarımıza bir bakın:

       (İhdinas sırâtel mustakîm(mustakîme). ﴾6﴿ BİZİ dosdoğru yola ilet; (Kuran-ı Kerim, Fatiha Suresi (01) 6. Ayet)

"Ey Allah’m, sen BİZİ, razı olduğun şeylerde ve kendilerine nimet verdiğin kullarını muvaffak kıldığın doğru söz ve amellerde kararlı olmaya muvaffak kıl."

“Dikkat edilmesi gereken nokta şu ki, hidayeti sadece kendi şahsımız için istemiyoruz; “Bizi…” diyerek “Bir” olduğumuzu ifade ediyor, bu bilinç içerisinde Allah’a yöneliyoruz. Hakk’ın davası etrafında toplandığımız, bir araya geldiğimiz takdirde değer ifade ediyoruz. Dolayısıyla her şeyden önce “Biz” olmaya, “Bir” olmaya ihtiyacımız var.

 

“BİZ” Olabilmeliyiz

Biz olamazsak,

           kula kul olmaktan kurtulamazsak

                    Fâtiha Anahtarını elde edemeyiz.

 

Fâtiha Anahtarı olmadan da

          ne Kur’anı anlayabilir,

                 ne âlemlerin sırrına erebilir,

         ne de, bize şah damarımızdan daha yakın olan

                        Allah’a ulaşabiliriz.

(Sabahattin GENCAL)

...

Her gün Fatiha’yı okuyoruz dolayısıyla BİZ kelimesi kullanıyoruz. Ancak uygulamada BİZİ ayırma gayreti içinde olanların istediği gibi oluyor. Bu gaflet değil de nedir?

“Gaflet ve dalalet içinde olanları aydınlatmak; hıyanet içinde olanları yargıya havale etmek herkesin görevi olmalıdır. Başka deyişle; herkes elini taşın altına koymalıdır. Bu sadece bizlerin dileği olarak mütalaa edilmemeli; bunun farz olduğu dikkate alınmalıdır: İşte ilahiyatçı Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un Facebook’taki paylaşımı:

 BİRLİK FARZDIR

Amansız düşmanlarımızın, üzerimizdeki tek umudu parçalanmamız ve dünya-ahiret kazancı için çalışmamaklığımızdır. O HALDE, BİRLİK OLMAK MİLLETİMİZ İÇİN FARZ, PARÇALANMAK EN BÜYÜK GÜNAHTIR. BUNDAN ŞİDDETLE KAÇINMALIYIZ.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunları hatırlatmamızın nedenini, gerçi anlaşılmıştır ama yine hatırlatalım:

Şahsen üyelerin sayısının çok fazla olmasını istemiyordum ama benim düşüncem pek önemli değil. Ancak içinde bulunduğumuz şartlarda çoğalmamızda yarar var. Onun için, başta belirttiğimiz gibi eli kalem tutanlardan kurallarımıza uyabilenleri sayfamıza çağıralım. Tekrar ediyorum parti fanatikleri, fikri sabitleri, ideolojik saplantısı olanları; reklam yapanları çağırmayalım. Kısaca açılışta yazdığımız kural niteliğindeki ifadelere uygun olanları davet edelim.

Böylece her birimizin katkısı olmuş olur. Açık deyişle “damlaya damlaya...”

Saygı ve sevgilerimle...

Sabahattin Gencal, 11. 09. 2024

 

Hakkında

Edebiyat, kültür, sanat, farkındalık vb. kavramlar düşünce ve duyguların formlarıdır /kalıplarıdır. Düşünce ve duygularını, kimi sanatçılar ölçülü koyar, kimileri de göz kararı. Ama hepsinde, ortak özellik insanlığa olan manevi yararı...

Yazarlar Grubu Sayfasını ifrat ve tefrite sapmadan orta yoldan, az da olsa devamlı yürüyerek insanlığa katkı sağlamayı amaç edinen sanatçılar için açtım. Hayırlı uğurlu olsun.

Umuyorum ki, iyi niyetlerle açtığımız bu yolda gönül dostları bilinçli sanatseverler yürüyecek.

Yürümek zorundayız...

Sabahattin Gencal (Emekli Öğretmen)

Çekmeköy-İstanbul, 22. 03. 2023

 



İnsan Olma Hakkı-İçindekiler

 




İÇİNDEKİLER

               
         001--- S. Gencal'dan Yazarlara Mektup ?

              
           003 --- Dr. Süleyman Pekin / Önsöz


           005---  Recep Bakır / İslam Dininde Kul Hakkı


            





           014--- Gülgün Bilgiç / Nasıl Sevilir ve Sayılırız?

           015--- Ahmet Meral/ İnsanın Serüveni

           016--- S. Gencal / Son Söz : İnsan Olduğumuzu İspat Etmeli miyiz?

           017--- ChatGPT / İnsan Olmak ve İnsan Olarak Kalmak: Bir Hak ve Sorumluluk

 

 



Blog Okuyucularını Çoğaltmak

 


Blog Okuyucularının Sayılarını Nasıl Artırabiliriz?

Türkiye Cumhuriyetinde, Oktay Akbal’ın dediği gibi önce ekmekler bozuldu. Zaman içinde genetiği değiştirilmiş gıda maddeleri çoğaldı. Paketlenmiş gıdalara katkı maddeleri kondu. Bu operasyonlar sonuçlarını medyadan takip ediyoruz: Başta kanser olmak üzere hastalıklar arttı. Daha vahimi cinsiyet konusunda oldu. Kısırlaşmalar görüldü. Ne yazık ki bütün bunları her şey olup bittikten sonra görebiliyoruz ancak.

Ekmeklerden sonra okuma düzeni bozuldu. Kitap, dergi ve gazete okunma sayıları gittikçe düştü. Tabii blog okumaları da. Birçok sosyal medyada yazma sınırı getirildi. 200 karaktere kadar inen sınırlamalar var...

Bazılar diyor ki (Çok kişinin kanaati aynı olduğu için isim vermeyi gereksiz görüyoruz.) 10 seneye varmaz kitap mitap kalmaz.

Bu ne demek? Beynin kısırlaşması demek. Biz zaten düşünmenin ne olduğunu bile bilmeyen bir toplumuz, bir de bu bakımdan kısırlaşırsak vay halimize.

Kısaca bir okuma yazma seferberliği açmak gerek. Videolar elbette ki güzel. Sosyal medyada binlerce kişiye mesaj atmak da güzel. Ama bir yandan da bilgilerimizi paylaşma görevimiz olduğunu unutmamak gerekir. İşte mesele bu...

 Bloglarda okuyucu sayılarını artırmak için sizce ne yapmalı? Cevaplarımızı OKU bloğunun ilgili sayfasına yazarsanız memnun oluruz. Hem tüm cevaplar bir arada değerlendirilebilir, hem de birbirimizi daha iyi anlar, daha iyi tanımış oluruz.

İyi günler dileğiyle saygılar ve sevgiler...

Sabahattin Gencal, Emekli Öğretmen,

Çekmeköy-İstanbul, 13. 09. 2024.

 


 

 


6.9.24

S. Gencal'dan SAGEN Yazarlar Grubu Üyelerine Tarihi Bir Mektup

 



             Merhaba,

Sabahattin Gencal’dan size bir uzun mektup var.

Bu TARİHİ mektubu ayrıntılarıyla inceleyip okursak Gencal’ın, “İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI” adlı kolektif yazılması planlanan kitabın oluşturulması için adeta SEFERBERLİK  ilan ettiğini anlarız.

ELİ KALEM TUTANLARIN İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA SEFERBERLİĞİNE  etkin olarak katılacaklarını umuyoruz.

Bu görev bireysel ya da toplumsal görevin üstünde bir İNSAN OLMA ya da İNSANLIK görevidir.

Sabahattin Gencal, 03. 09. 2024

*

 

SAGEN Yazarlar Grubu Üyelerine                                               03. 09. 2024

Merhaba Değerli Arkadaşım / Kardeşim …

Okumaya başladığınız bu metin SAGEN yazarlar grubu üyelerine gönderilen ortak metindir. Aslında şahsınıza özel yazmak isterdim; gönlünüze girmek ve beyin nöronlarınızı titretecek bir mektup. Hem de tedavülden kalkan o eski dediğimiz mektuplardan. Öylesine saf/temiz ve doğal, öylesine içten/samimi ve iyi niyetli bir mektup. Ancak yazmaya gücüm yetmiyor. Ama inanıyorum ki bu metni de, içimden geçenleri hayal ederek ve sevgilerimi/ saygılarımı kabul ederek okursunuz. İşinize gelmezse okumayınız.

Affedersiniz, sözümü geri aldım. Ne demek okumayınız. Aydın dediğin olumlu bulduklarını da olumsuz bulduklarını okur. Okur ki toplumu aydınlatabilsin.

O halde okuyoruz değil mi? “OKU OKU YAZ, YAZ YAZ OKU” bizim zamanımızda alfabeler böyle başlardı – UYU UYU YAT, YAT YAT UYU- da vardı; ama hepsi yanlış yorumlandı, yanlış algılandı…

Okumaya başlıyoruz:

Rahatsızlığımdan ötürü SAGEN Yazarlar Grubu Sayfası bir müddet NADASA kaldı.

Yeni başlangıç coşkusuyla HEP BERABER bir kitap oluşturmayı düşündüm/ düşünüyorum. Adını İNSAN OLMA VE İNSAN OLARAK KALMA HAKKI koydum.

Bu adı koymamın nedenini, görsel ve yazılı medyada çıkan son zamanların haberlerini hatırlayanlar hemen anlayacaktır:  Bakıyorsunuz caniler ölüm yağdırıyor. Şimdi söyleyin, bunlar insan mı? Peki, bunlara o cüreti verenler? Sessizce seyredenler? Ya biz?

Kınamak, lanetlemek için kitap oluşturmayı düşünmüyorum. Onu zaten bizim hükümetimiz yapıyor. Yazmayı düşündüğüm kitabın amacı karınca kararınca beşeri eğitmektir. Tabii kendimizi de… Niçin? İnsan gibi insan olmak için tabii…

Herkes, insan haklarını dillerine pelesenk etmiş, başta anayasalar olmak üzere bütün kâğıtlara yazmış, nutuklarla, tebliğlerle hatırlatmalarda bulunmuş. - mış,  ­-muş.. Her neyse, bunlarla işimiz olmayacak. Bu kitapta yer vermeyeceğimiz, uygulanmayan bu metinleri önemsemiyor değiliz. Bunların yazılabilmesi için ne terler dökülmüş, siz kanlar da… diyebilirsiniz. O da apayrı bir konu.

İlk yazıyı, kendime torpil yaparak ben yazdım. Niçin mi? Derleyip düzenlediğim ve harmanlayıp özümsediğim bu yazı kovanlara petek çerçeve korlar ya işte o biçim. Arkadaşlar arasında gıyaplarında işbölümü yaptık ve her altıgeni bir arkadaşın, verdiğim konuyu yoğurarak doldurmasına karar verdim; verdik yani.

Size verdiğim, biraz ağır gibi gözüken konu aşağıdadır. Ya bu deveyi güdersin ya… demeyeceğim. Ben yazamam, derseniz de zerre kadar kınamayız. Yalnız durumu bildirirseniz iyi olur. Ama siz ne edip edip yazarsınız. Tekrar edeyim; yazacağınızdan eminim diyebilirim; çünkü size güveniyorum. (Güvenilir olmak ne güzel.)

Yazdığınızı göndermeniz için 15 gün mühlet versek nasıl olur? Hadi 20 gün olsun. (Müddet böyle uzun olursa yazılamıyor, nasılsa vakit bol deyip son güne bırakılıyor. Tabii siz öyle yapmayacaksınız.) 28 Eylüle kadar yazınızı beklerim. Hem benim doğum günümü tebrik de edersiniz. (Valla bu alışkanlığa da şaşıyorum. Güneş her gün doğmuyor mu? Peki, son nefeslerine kadar zerrece de olsa olumlu çalışanlar?)

“Ya, bu mektup mu, uzaktan eğitim mi?” demeyesiniz. Bakın mektup uzun oldu diye çerçeve yazımı göndermedim. Uzun yazılardan bıktığınızı, yakındığınızı bilmiyor değilim. Neden böyle olduğumuzu hiç düşündünüz mü? (Aslında ben de sevmiyorum uzun yazıları. Yazı dediğin, büyüklerimizin dediği gibi “Efradını cami, ağyarını mani olacak.” Öyleyse atın bu mektuptaki “ağyarları.”)

Aşağıda yazma konunuzu okuyacaksınız. Bu ifadeler sözünü ettiğim yazıdan kopyalanıp yapıştırılan ve sonuna da irdeleyiniz, tartışınız, açıklayınız vb. gibi birbirlerine yakın ifadeler var. Siz bunları “yazınız” parantezine alabilirsiniz. Bir de şunu unutmayınız: Yazınızda bu konu cümlesini sakın ha yazmayınız. (Sanki bir ödev gibi anlaşılır. Haşa bir yazara ödev vermek haddimiz değil. Yazar dediğin ödevinin bilincindedir ve konuları ancak kendi tayin eder, kendi istediği gibi yazar. Anlaşılıyor değil mi? Biz sadece bir ipucu verdik. Siz hiç bundan söz etmeden istediğiniz gibi yazabilirsiniz. Ama sakın meydanı boş bulmuş gibi yazmayın. Çevrenize bir bakının. Ayrıca, hiç, ama hiç kimseyi zerrece incitmeyin. Bir eğitmen gibi olalım.)

Yukarıda da yazdığımız gibi benim kitap formatında (13x19,5) yazdığım ve yazdıklarımdan daha fazla internet linki koyduğum yazımı isteyebilirsiniz. Ancak bu kadar da uzun olmaz ki… demeyesiniz.

Ayrıca soru da sorabilirsiniz. Bilirsek cevap veririz. Bilemezsek her zamanki gibi bilemiyoruz, deriz. (Ne hikmetse bu memlekette herkes âlim, bilmiyorum, diyenlere çok az rastlanıyor.)

Yine uzatıyor demeyin. Olacak o kadar. Düşünsenize bu mektubu da kitaba koyacağız. Yarınlarda çocuklarınıza “işte o mektup” diye gösterirsiniz ya ders olarak ya da ibret. Umarız ki ders olur. (Kendimi beğenmiş gibi mi oldum. Bu da bulaşıcı. Dikkat edin,  kibirli olmaya giden yol kendini abartılı olarak beğenmekten geçer. Gerisini biliyorsunuz; taa cehenneme kadar…)

Ha, şunu da ekleyelim. Sözünü ettiğim kitabın seçici kurullarını, editörlerini vb. sonradan tespit edeceğiz Allah (cc) izin ederse tabii. (Ama bilesiniz ki benim yazım mutlaka yerini alacaktır. Seçici kurulmuş, editörlermiş vb. onlar sizin yazılar için. Ne hayret ediyorsunuz? Bu memlekette adetler böyle değil mi?)

O eski dediğimiz mektuplarda üzerimize farz olan selâmlar başta verilirdi. Biz sonda versek kıyamet kopmaz ya…                                              

Değerli Arkadaşım/Kardeşim, selamlarımı, saygılarımı ve iyi gün dileklerimi sunarım.

“Kestane kebap, acele cevap.”

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy-İstanbul, 03. 09. 2024

*

Yazmanızı istediğimiz, beklediğimiz konu en alt satırlardadır. (İstediğiniz türde, istediğiniz anlatımla/üslupla, istediğiniz kadar yazın. VE 28 EYLÜLE KADAR BİZE ULAŞTIRIN. Facebooktaki grup hesabına yükleyin (Tabii dikkat çekmesi için albenili resim /fotoğraf da koyabilirsiniz.)

Şunu da bilin ki ben yayınlanması için hemen onay vermeyeceğim. Yazının durumuna göre oluşturacağım takvime göre yayınlayacağız. (Bu arada isterseniz başka yazılar da gönderebilirsiniz.) 11Ekimden sonra benim istediğim sıraya göre yayınlanabilir yazınız. (Yukarıda ikide bir vurguluyoruz. Bizde adet böyledir: Her şey, her şey bizim istediğimiz zamanda. KEŞKE Goethe gibi “Bir iş zamanında yapılmazsa eğer / Azalır taşımış olduğu değer.” diyebilseymişiz. Bu iş olmazsa var ya bilesiniz ki bütün kabahat sizde…)

Hoşça kalın.

Sabahattin Gencal,

Çekmeköy İstanbul, 03. 09. 2024

        YAZMA KONUSU...

        Konu: Sizlere ayrı olarak ulaştırılacaktır. Bunu bir öğrenci ödevi olarak değil, bir bilenin tebliğ sunması olarak düşünelim...

 

Not: Blog yazarları isterlerse Misafir Yazar olarak yazılarını gönderebilirler. Seçici kurulun kararıyla yazılar yayınlanabilir. Yayınlanmayan yazılar geri gönderilmez.